Şeytan’ın kelime anlamıyla ilgili olarak iki görüş söz konusudur. Bunlardan birincisi, ‘ş-t-n’ kökünden türemiş olup ‘uzak olmak, muhalefet etmek‘ anlamına gelir. İkincisi, ‘ş-y-t’ kökünden olup ‘öfkeyle yanmak‘ manasını ifade eder.
İslami literatürde ise şeytan, verdiği vesveselerle sürekli olarak insanları saptırmaya çalışan, ateşten yaratılmış, azgın ve kibirli varlıklar’a verilen addır. Kur’ an’ da ilk şeytandan ‘İblis’ diye söz edilir ve ” … İblis cinlerdendi, rabbinin emrinden dışarı çıktı” (Kehf suresi, 18/50) denilerek onun aslında bir cin olduğu belirtilir. İblis’in cin olduğunu ortaya koyan diğer bir delil de onun da diğer cinler gibi ateşten yaratıldığının belirtilmesidir. (A’raf suresi, 7/12)
Bir zamanlar kendisine melekler arasında yer verilen bu ilk ve en büyük şeytan olan İblis, sonradan kibrine yenilerek Allah’a muhalefet eden bir varlık konumuna düşmüştür:
“Meleklere, Adem’e secde edin demiştik. (O gün içlerinde bulunan) İblis hariç hepsi secdeye vardılar, o ise bunu kabul etmedi, büyüklendi ve kafirlerden oldu.” (Bakara suresi, 2/34)
Şeytan, ‘mantıksızlık mantığı‘ diyebileceğimiz bir diyalektik ile Cenab-ı Hakk’ın ‘Sana emrettiğim halde seni secdeden alıkoyan neydi?‘ sualini ‘Ben ondan daha üstünüm, beni ateşten onu çamurdan yarattın.‘ (A’raf suresi, 7/12) şeklinde cevaplandırmıştır. Şu halde, İblis’in yaratılışı cebri olmasına karşılık, onun şeytanlaşması kendi irade ve hatasıyla olmuştur.
Şahsına ait hiçbir zati değer ve kıymeti olmayan bu lanetlenmiş varlığın, birçok hikmete binaen yaratılmış olduğunda şüphe yoktur. Hiç kuşkusuz bu hikmetlerden biri, belki de en birincisi, onun cin ve insin yükselmeleri ve alçalmaları adına oynadığı roldür.
Yüce Yaratıcı, şeytanı insanın manen yükselip terakki etmesine ve kemaline sebepler dünyasında bir vesile kılmıştır. İnsan fıtratındaki birçok duygunun inkişafını, şeytan ile mücadele etmeye bağlamıştır. Şurası bir gerçek ki, mücadelenin olmadığı bir yerde ilerleme de olmaz. Nitekim, kendilerine şeytanın musallat kılınmadığı melekler için manevi bir terakki/yükseliş söz konusu değildir.
Serçeye musallat olan atmaca kuşu nasıl serçenin uçma kabiliyetini geliştirmesine ister istemez sebep oluyorsa; şeytanlar da, istemeksizin, insanların manevi yükselişine sebep olmaktadırlar. İmtihan dünyasında insanın, bir kısım istidat ve kabiliyetleri, şeytana karşı verdikleri mücadelelerindeki muvaffakiyetleri neticesinde inkişaf edip Cennet’ e layık/ehil hale gelirler, Allah’ın kendilerine verdiği istidadı onun telkin ve istekleri doğrultusunda işletenler ise Cehennem’e müstahak hale gelirler.
Ne inkar edenlerin ne de inananların, ‘Niye şeytan yaratıldı?‘, veya ‘Olmasaydı daha iyi olmaz mıydı?‘ şeklindeki bir itiraza hakları yoktur. Evvela, Yaratıcı’ya ve O’nun haber verdiği hususlara inanmayan bir inkarcının, inanmadığı şeyleri itiraz konusu olarak ileri sürmesinin haklı bir yanı yoktur. İnanan birisinin ise, O’nun takdirlerine teslimiyeti söz konusudur.
Esasında, içinde bulunduğumuz kainatla birlikte yoktan yaratılmış bir varlık olarak bizim Yüce Yaratıcı’ya karşı ‘hak iddia etme’ hakkımız yoktur. Zira bizim O’na (c.c.) vermiş olduğumuz bir şey yoktur ki, O’na karşı bir ‘hak iddia etme’ hakkımız olsun. Öyleyse bizim O’na karşı yalnızca sorumluluklarımız, görevlerimiz ve verdiği sayısız nimetlere hamd ve şükrümüz olması gerekir.
İblis gibi, insanları saptırmaya çalışan diğer inkarcı cinlere de şeytan adı verilir. Hatta Kur’an-ı Kerim, insanlara inkarı ve inkarın ihtiva ettiği her bir batıl düşünceyi telkin etme ortak paydası altında, şeytanları insi ve cinni olmak üzere iki kısımda mütalaa eder. Mesela, bir ayette şöyle denir:
“… Böylece her peygamber için ins ve cin şeytanlardan düşmanlar var ettik.” (En’am suresi, 6/112)
Şu kadar ki, insanları Allah’tan ve O’nun koymuş olduğu esas ve değerlerden uzaklaştırmaya çalışan insi şeytanlar bunu yüz yüze yaparlarken cinni şeytanlar bu vesvese ve telkinlerini bizim onları göremeyeceğimiz bir konumdan yaparlar. Nitekim İblis hem cinsi olan şeytanlarla beraber bir ayette şöyle ele alınır:
“Çünkü o ve tayfası/kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz, (bu) şeytanları inanmayanların dostları yaptık.” (A’raf suresi, 7/27)
Bu ayetin yorumuyla alakalı olarak şu şekilde bir yaklaşım vardır: Şeytan ve tayfası durmadan insanların zaaflarıyla uğraşır ve onları Allah’tan uzaklaştırmaya çalışır. O, insanı sözgelimi şehvetle vurduğu zaman yolların en kestirmesini bulmuş demektir. Zira şehvet, insan iradesini gevşeten ve onu şeytanın oyuncağı yapan en tehlikeli bir silahtır. O, insanlara daha başka hilelerle yaklaşır ama insanlar bunu çoğu zaman göremezler/sezemezler. Çünkü o, insanları, onların kendisini göremediği yerlerden, yani insanlara ait zaaf ve boşluklardan gözetler.
İnsanlar onun tayfasını da göremezler/sezemezler. Çünkü onlar, insanların kendilerini göremeyecekleri, hissedemeyecekleri bir şekilde mevzilenmişlerdir. Hiç beklenmedik bir anda insanı kalbinden vurabilirler. Ayrıca bu ayette ‘Biz şeytanları inanmayanların dostları yaptık.’ denilmektedir ki, bu da bize şunu anlatıyor: İnsan inancı nispetinde şeytana karşı buğz edebilir ve ona karşı tavır alabilir, inanç azaldıkça da şeytanla dostluk bağları kuvvet kazanır.
Kur’an başka bir ayetinde şeytanın insanlar üzerindeki emel ve planlarının ne olduğunu kendi ağzından konuşturur. O, isyan ve küstahlığının cezası olarak kovulduğunda Allah’ a karşı şöyle homurdanmıştı:
“. . . Onları saptırmak için, Senin doğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra mutlaka onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’raf suresi, 7 /16-17)
Bu ayette insanları saptırma işinden asla vazgeçmeyen şeytanın dört yönden insanlara sokulduğu söz konusu edilmektedir. “Sonra onlara önlerinden geleceğim.” İleriye matuf, yani ahiretle ilgili meselelerde onları tereddüt ve şüpheye düşüreceğim. Onları ahirete Cennet ve Cehennem’e inanmaz hale getireceğim. Bu suretle de onlar, hayatlarını ahirete göre tanzim etmeyi düşünmeyecekler; her şeyi kendi menfaatleri etrafında yorumlayıp birer maddeci ve birer pragmatist olarak yaşayacaklar “Ve arkalarından geleceğim.”
Aradıkları gerçek keyif ve lezzetlerin ötelerde olmadığını, ufuklarını ötelerden çevirip arkalarına dönmeleri gerektiğini ve de aradıkları her şeyin içinde bulundukları hayatta olduğunu onlara telkin edeceğim. Yani dünyanın sürekli ve devamlı olduğunu onlara fısıldayarak içlerine tul-i emel salacağım. Dünya nimetlerini onlara o kadar güzel göstereceğim ki, başka güzel tanımaz olacaklar. Böylece Ebedi Güzel’i ve ebedi güzellikleri görmek için içlerinde hiçbir arzu ve rağbet kalmayacak. “Ve sollarından geleceğim.” Batılı teşvik ederek ve her bir günah ve kötülüğü süsleyip güzel göstererek onlara davetiye çıkaracağım.
Hususiyle, içlerini gıdıklayarak, şehvetlerini tahrik edeceğim. Kadını, erkeklere, erkekleri de kadınlara salarak onları kendi dünyalarında iffetsiz ve ismetsiz hale getireceğim. “Ve sağlarından geleceğim.” Yaptıkları hayırların içine dahi şeytanlık karıştıracağım. Taatlerini süslü-püslü göstererek yaptıklarını bulandıracağım. Bazen de adabın en küçüğü dahi kabul edilemeyecek fiilleri onlara din diye kabul ettireceğim, bid’atleri yaygınlaştırmak suretiyle dinin ruhunu onlara unutturacağım.
Cinni şeytanların insanlarla olan münasebetini göstermesi açısından burada Hz. Aişe’den mervi bir hadisi nakletmekte fayda mülahaza ediyoruz:
“Resulullah gece yanımdan ayrıldı, kıskançlığımla öfkelendim. Geri dönüp ne yaptığımı görünce
S – ‘Ey Aişe, sana ne oluyor ki öfkeleniyorsun?’ buyurdu.
C – Ben de ‘Benim gibi birisi senin gibi birisini nasıl kıskanmayıp öfkelenmez?’ dedim.
S – O bana ‘Şeytanın mı geldi?’ dedi.
S – Ben ‘Ya Resulullah! Benimle birlikte (olan) bir şeytan mı?’ dedim,
C – ‘Evet.’ dedi.
S – Ben tekrar ‘Her insanla birlikte bir şeytan var mıdır?’ dedim,
C – (yine) ‘Evet.’ dedi.
S – (Sonra ben yine) ‘Bu senin için de söz konusu mudur, ey Allah’ın Resulü?’ dedim.
C – ‘Evet, ancak o (bana) teslim / Müslüman oluncaya kadar (/hatta esleme) Rabbim ona karşı bana yardım etti.’ buyurdu.”[1]Müslim, Birr 70 .
İnsan şeytana muhalefet edebildiği nispette Allah nezdinde makbul ve başarılı sayılır. Ancak bu başarının gerçekleşmesi, onun iradesinin hakkını vermesine ve her şeyi görüp gözeten Allah’ a sığınmasına bağlıdır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hususiyle meselenin ikinci yönüne işaretle, öfkeden bunalıp ne yapacağını bilemeyen birisine ne yapması gerektiğini öğretmek ve yardım etmek maksadıyla şöyle buyurur:
“Ben bir kelime biliyorum ki, eğer onu dese bu hal ondan gidecek; o kelime ‘euzubillah’dır. (Yani Allah’a sığınırım.)” (Buhari, Bed’u’l-Halk 11; Müslim, Birr 109.)
Bu sözle Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem), o kişiyi bir an önce içinde bulunduğu havadan uzaklaştırmayı hedefliyor ve ona, sen bu sözü söylemekle meseleyi şeytanla beraber Allah’a havale etmiş olursun, demek istiyordu. Bu hususu, gerek insi gerekse cinni şeytanların şerrinden nasıl korunmamız gerektiğini bize öğreten ‘Nas’ suresine yer vererek, noktalamış olalım:
“De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan sinsi o cinni ve insi şeytanın şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine), insanların İlahına sığınırım.” (Nas suresi, 114/1-6)
İlave bilgi için:
Dipnotlar
⇡1 | Müslim, Birr 70 . |
---|