İçindekiler
İlahi Kitap Kavramı
Arapça bir kelime olan ‘kitab’ sözlükte ‘yazmak ve yazılı belge’ anlamına gelir, çoğulu ‘kütüb’dür. Dini terminolojide ise kitap, ‘Allah’ın, kullarından ne istediğini bildirmek ve bu konuda onlara yol göstermek üzere peygamberlerine vahyettiği sözlere ve bunun yazıya geçirilmiş şekline’ denir.
Peygamberlere indirilen kitaplara ilahi kitap denilmesinin sebebi, bu kitapların Allah tarafından gönderilmesi, söz ve muhteva olarak onlarda hiçbir beşer katkısının bulunmamasıdır. İlahi kitaplara Allah katından indirilmiş olması sebebiyle ‘kütüb-i münzele‘ veya ‘semavi kitaplar‘ da denir.
İlahi Kitaplara İmanın Vücûbu
Müslüman olabilmek için farz olan diğer bir esas da ilahi kitaplara imandır. Bu kitaplara iman etmenin anlamı ise, Allah tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğini ve bu kitapların -indirilmiş oldukları orijinal şekilleriyle-muhtevalarının bütünüyle doğru ve gerçek olduğunu ayrım yapmadan kabul etmektir.[1]Burada önemli gördüğümüz bir noktaya daha değinmemiz gerekmektedir: Bir Müslüman’a önceki kutsal kitaplarda bulunan bir hususun haber verilmesi durumunda; eğer bu husus, Kur’ … Okumaya devam et
Kur’an-ı Kerim’in şu ayeti Allah’ın indirmiş olduğu kitaplara inanmanın, imanın bir esası olduğunu ve de bunları inkar edenlerin haktan tam anlamıyla sapmış kimseler olduğunu bildirir:
“Ey iman edenler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim, Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa suresi, 4/136.)
Peygamber Efendimiz de ilahi kitaplara iman etmeyi, her Müslüman’ın inanması gereken esaslar arasında zikretmiştir. İman esaslarının sıralandığı meşhur Cibril hadisinde ve diğer hadislerde hem kendisine indirilen Kitab’a (Kur’an’a) hem de kendisinden önce gönderilen semavi kitaplara iman etmek gerektiğini insanlara açıkça bildirmiştir. (Bkz. Müslim, İman 1; Ebû Davud, Sünnet 15.)
İlahi Kitapların Gerekliliği
Zatını idrak etmekten aciz varlıklar olmamız itibarıyla Yüce Yaratıcı, bize kendisini, sıfatları ve bu sıfatlarının tezahürleri olan eserleriyle tanıtmak istemektedir. Bu eserleri, Kudret sıfatının eserleri ve Kelam sıfatının eserleri olmak üzere iki grupta mütalaa edebiliriz.
Kainat -tabir yerindeyse- O’nun kudret kaleminden çıkmış bir kitap gibidir. Şöyle ki, bu varlık sistemi içinde yer alan her bir mevcut bize O’nu anlatan, O’ndan haber veren birer ‘dil’ gibidir. Zira bu eserlerden her biri, yazılmış bir mektup, ifade edilmiş sessiz bir söz, bir kitaptır; bir şeyler anlatır, müellifinin evsafından ve muradından haber verirler. Kendisini, kullarına -akılları hayranlıkla dolduran- eserleriyle tanıtan yüce Allah, elbette sözleriyle de varlığından ve muradından haberdar edecektir.
Diğer bir ifadeyle, varlığını ve maksadını yalnızca eserlerinin şehadetine bırakmayıp, bizzat hitap edecektir. İşte Allah (c.c.), peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu kitaplarla insanlara hitapta bulunmuştur. Allah için kitap gönderme ve hitapta bulunma, bir görev veya zorunluluk değildir. Bu, tamamıyla O’nun kullarına olan ilahi bir lütfu ve yardımıdır, zira böylesi bir yardım ve lütfa insanlar muhtaçtırlar.
Netice olarak diyebiliriz ki, insanın, gerek Yaratıcısını doğru bir şekilde tanıyabilmesi, gerekse en kısa ve en emin bir yoldan dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşabilmesi, ancak ilahi kitapların öğretmiş olduğu prensipler ile mümkün olabilir.
Kitapların Peygamberlere Vahyedilme Keyfiyet ve Şekli
Vahiy, kelime olarak, ‘ima etmek, fısıldamak, işaret etmek, ilham ve telkinde bulunmak, seri ve gizli bir şekilde bildirmek’ gibi anlamlara gelir. Bir terim olarak ise, vahiy ‘Yüce Allah’ın, bildirmek istediği hidayet ve buyruklarını elçi olarak seçtiği kullarına, doğrudan veya bir melek vasıtasıyla mutat olmayan gizli bir yolla bildirmesidir.’
Vahyin mahiyetini bilmek ve kavramak o hali yaşamayan biz insanlar için imkansızdır. Bu itibarla biz, -beşer açısından- vahyin makul ve zaruri olduğunu kabul eder, özü ve mahiyetiyle ilgilenmeyiz. Vahyin geliş şekillerini de, peygamberlerin dışında hiçbir insan idrak edemeyeceğinden, bunu akli muhakeme ile değil ancak onların bildirmesiyle öğrenebiliriz.
Kur’an’da vahyin üç türünden bahsedilir:
“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından hitap ederek ya da aracı bir melek göndererek, dileklerini onun vasıtasıyla elçisine vahyeder .. ” (Şura suresi, 42/51)
İslam Dini’nde vahiy, ayette bildirildiği üzere şu üç husustan birine irca ile gerçekleşegelmiştir:
- Cenab-ı Allah’ın, peygamberin kalbine mesajı doğrudan bırakmasıyla (ilka)
- Peygamberlerin, his ve kulak gibi zahir ve batın alıcılarına emir ve isteklerini duyurmakla.
- Belli bir şekil ve surete bürünmüş vahiy getirmekle vazifelendirilen bir meleğin elçi olarak gönderilmesiyle.
Cenab-ı Hak emir ve mesajlarını, fevkalade donanımlı insanlar olan peygamberan-ı izama, bu üç yoldan biriyle duyurmuş ve çoğunluk itibarıyla bu konuda bir melek istihdam ederek kendi sistemini insanlara talim buyurmuştur. Kur’an ve Sünnet-i Sabiha vahiy meleğinin Cibril olduğunu bildirmişlerdir. Peygamberler vahyi alma esnasında şuur halindedirler. Kendilerini ve şuurlarını kaybetmek değil, bilakis şuurlarının teksifi (sırf şuur kesilmeleri) söz konusudur. Peygamberlerle alakalı bu duruma, -Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) şahsında-Allah, şöyle dikkat çeker:
” … Vahyi çarçabuk bellemek için dilini kımıldatma, onu toplamak ve kıraatini sabit kılmak, Bize aittir. Biz sana Kur’an’ı okuyunca, sen de onun okunuşuna tabi ol.” (Kıyame suresi, 75/16-18)
Bu ayet, vahiy esnasında bir peygamberin bütün dikkat ve şuurunu muhafaza ettiğini gösterir.
Hikmet.net
Dipnotlar
⇡1 | Burada önemli gördüğümüz bir noktaya daha değinmemiz gerekmektedir: Bir Müslüman’a önceki kutsal kitaplarda bulunan bir hususun haber verilmesi durumunda; eğer bu husus, Kur’ an ve hadislerdeki bilgilere uygunsa kabul edilir, değilse reddedilir. Ayet ve hadislerde hiç bahsedilmiyor ve İslaın’ın temel prensiplerine de zıt düşmüyorsa, Hz. Peygamber’in şu tavsiyesi doğrultusunda hareket edilir: “Ehl-i Kitab’ı ne tasdik ediniz ne de yalanlayınız. Biz ‘Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e … indirilene inandık.’ deyin!” (Buharı, İ’tisam 25.) |
---|