İçindekiler
Stres, dıştan gelen bir saldırı, bir baskı karşısında insanda oluşan bir gerilim, bir şiddet, yahut normalin dışına çıkma halidir. Stres, vücudumuzun ruhî ve bedenî olarak dış tesirlere karşı gösterdiği bir reaksiyondur. Bu itibarla stres, müsbet yönde kullanıldığı zaman çok lüzumlu ve hayatî bir özelliğimizdir. Tıpkı korku, tıpkı hayal, tıpkı akıl ve düşünce gibi…
İnsana Verilen Vücud Kompleksi
İnsanı konu alan birçok ilim dalı göstermiştir ki, insanoğlu et ve kemik yığınından ibaret bir varlık değildir. İnsanın fizikî yapısı içinde, deyim yerindeyse, ondan daha kompleks ve daha mükemmel bir ruh ve hisler dünyası vardır. Daha açık bir deyimle, insanın vücudu “RUH” denen varlığın sarayı hükmündedir. Gözler vücut sarayında açılmış iki penceredir ki, ruh bu âlemi bu iki pencereden seyrediyor.
Dikkat edilirse, bir dış etken karşısında ruh ve bedende meydana gelen durumlar birbirinden kopuk değildir. Bazı hastalıkların sebeplerinin ruhî olduğu gerçeği gözönüne alınırsa, ruh ile bedenin insanı bir bütün olarak ortaya koyduğu anlaşılacaktır.
Elbette ki, Allah tarafından insana verilen sevgi, saygı, heyecan, keder, korku ve hayal gibi cihazları işletmeden yaşamak mümkün değildir. Şu farkla ki, hamuru kötü yoğrulmuş bir insan, başka bir deyimle, kötü şartlarda yetişmiş olan bir insan, bu duyguları kötüye kullanacaktır. İyi niyetli bir ilim adamının enerji imali için yaptığı bir nükleer reaktörü, kötü niyetli bir politikacının bomba imalinde kullanması gibi.
Korku hissi, hayatımızı koruyabilmemiz için, Allah tarafından vücudumuza takılan manevî bir cihazdır. Ama herşeyden ve herkesten korktuğumuz zaman ve kendi kendimize hayalî tehlikeler ürettiğimiz takdirde, korku hayatımızı azaba çeviren bir his olur. Stres de vücudumuza takılan bir cihazdır. Stres nedir, onu kısaca tanımlayalım:
Stres, Hep Olumsuz Mu?
Stres, dıştan gelen bir saldırı, bir baskı karşısında insanda oluşan bir gerilim, bir şiddet, yahut normalin dışına çıkma halidir. Stres, vücudumuzun ruhî ve bedenî olarak dış tesirlere karşı gösterdiği bir reaksiyondur. Bu itibarla stres, müsbet yönde kullanıldığı zaman çok lüzumlu ve hayatî bir özelliğimizdir. Tıpkı korku, tıpkı hayal, tıpkı akıl ve düşünce gibi…
Tam hedeften vurmak isteyen bir nişancının, okunu yaya yerleştirip kirişi iyice germesi gerektiği gibi, zor ve mühim bir işi başarmak isteyen gaye sahibi bir insanın da, tüm fiziksel ve zihinsel gücünü o iş için ve o gaye üzerinde yoğunlaştırması icap eder. İşte bu yoğunlaştırma işi bir gerilimdir, bir strestir.
Koşu çizgisinde bekleyen yarışçı, yeni bir cihazın projesini çizmeye çalışan mühendis, güzel bir perspektifi yakalayıp resmetmeye çalışan ressam, yarın gireceği sınavdan iyi not almak için, kitabın başında oturan öğrenci ve benzerleri hep gerilim içindedirler. Buna pozitif gerilim, ya da müsbet stres diyebiliriz. Suikast ve ihanet için pusuya yatmış adam, kumar masasında sabahlayan oyuncu, stok ettiği mallara zam gelmesini bekleyen karaborsacı ve bunlara benzeyen insanlar da gerilim içindedirler. Ancak bunların hali bir negatif gerilimdir. Olumsuz bir stres halidir.
Bütün bu gerilimlerin ötesinde bir metafizik ve ruhî gerilim daha vardır ki, her hakikat yolcusu ve her hizmet eri, böyle bir gerilime her zaman muhtaçtır. Mesela, dünyanın cezbedici ve nefsi okşayıcı gayr-i meşru eğlenceleri karşısında bulunan bir insan düşünün, onu cehennemlik yapacak bir günahla aralarında kıl payı kalmışken, şeytanı ve nefsiyle mücadele eden, galip gelmek için de ölümü ve hesap gününü düşünen, böyle bir insanın içinde bulunduğu stres hali elbette ki faydalıdır.
Bunlar stresin olumlu ve faydalı yönleri. Fakat bizi asıl düşündüren ve 20. yüzyılın insanını telaşlandıran husus, stresin olumsuz yönüdür. İsterseniz siz buna depresyon, ya da ruhî çöküntü de diyebilirsiniz, işte insanlığı tehdit eden asıl hastalık hali bu strestir.
Bu olumsuz stres, sahibini kısır bir döngü içinde hapseder. Bu duruma düşen bir insan için, tüm yollar kapalı görünür. Streste olan bir insan artık ümitlerini kaybetmiştir. Önceleri meyhane, kumarhane veya eğlence yerlerine gider. Buraları kaçış sığınağı olarak kullanır ve dertlerini unutmaya çalışır. Allah’ın bir nimeti olan akıl, bellek ve hayal artık onun için birer tazip ve işkence aletidir. Düşünmemek için sarhoş olur.
Stresin Çaresi
Ne var ki, tam aksine insanın çözüm bekleyen problemleri her gün biraz daha büyür ve sonunda stresten kurtulmanın bir yolunun olmadığını zanneder.
Oysa insanı bu kötü durumdan kurtarmanın yolu vardır. Öncelikle şunu açıkça söylemeliyiz ki, ruhen en dengeli olan insanlar, imanı en mükemmel olan insanlardır. Çünkü
“İman insanı insan eder. Hatta insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir.” (Bediüzzaman Said Nursi)
Denebilir ki, bir insan İslâm dinini hayatına ne derece tatbik ediyorsa, o derece iyi bir ruh ve beden yapısına sahiptir. Çünkü gerçek bir mü’min ulvî hedefler peşindedir. Başkasını rahatsız etmek şöyle dursun, Allah rızası için etrafındaki insanlara bir iyilik meleği olur. En az kendi nefsi kadar mü’min kardeşini de düşünür. Mü’min sefahete ve geçici eğlencelere talip değildir. Bütün duygularını helal dairesinde kullanmaya çalışır. Çünkü o bilir ki “helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye lüzum yoktur.” Kısaca mü’min dünyayı bir lezzet ve mükâfat yeri olarak görmez. Ona göre dünya, ebedî âlem için, yol üstünde kurulmuş bir han ve bir bekleme salonudur.
İşte böyle bir insan dünyanın en mutlu insanıdır. İçi huzur doludur, yüzü daima güler, asrımızın hastalığı olan stres ona yanaşamaz. Çünkü o engin bir tevekkül içindedir. Durum ne kadar ağır olursa olsun, mü’min dinin yanındadır. İnancına ters düşen arzularını yenmiştir. Sosyal çevrenin dine aykırı baskısı bile onu fazla etkilemez. İçten veya dıştan gelebilecek bir baskıya maruz kalınca, mü’minin ilk başvuracağı silah sabırdır (Bakara, 2/155-6). Sabır bir irade ve bir iman işidir. İnsanın başına arzu etmediği bir hâl gelince, o hâdisenin yapacağı ruh çöküntüsünü engelleyecek bir tek silah vardır, o da Allah’a teslimiyet ve sabırdır. Bunun da kaynağı hakiki bir imandır.
Stresin Temelinde Yatan Gerçek
Ancak imanın, stres üzerindeki bu olumlu etkisinin nereden kaynaklandığını görmek için stresin temelinde yatan duyguyu görmek gerekir. Esasen stresin temelinde yatan endişe, yok olma korkusudur. Deyim yerindeyse stres, ruhu kurtarma operasyonudur. Ama bazen bu iş yanlış yapılır. Hasılı, yok olma endişesi, yani ölüm, stresin en önemli bir sebebidir. Birkaç dakika sonra bıçak altına yatacak olan bir koyuna, bir tutam ot verildiği zaman onu afiyetle yer. Oysa insan böyle midir? İdam sehpasına gidecek olan bir insanın önüne, dünyanın en lezzetli yemeklerini bile koysanız dönüp bakmayacaktır. Bu durumda olan bir insanın içinde fırtınalar kopar, bütün hayatı bir sinema şeridi gibi gözünün önünden geçer.
Stresin baş sebeplerinden olan ölüm korkusundan kurtulmak için, ilk olarak iki yol göze çarpar. Birisi ölüm fikrine alışmak, diğeri ise ölümü düşünmemektir. Bu iki yol da çok zordur. Çünkü ölüm fikrine alışmak herkes için kolay değildir. Ölümü hiç düşünmemek ise, insanı devekuşuna benzetir. Avcıyı görünce uçamaz, başını kuma sokar. Çünkü insan aklı hem geçmiş zamanın üzüntülerini, hem geleceğin korkularını, hem de şimdiki zamanın sorunlarını beraberinde taşıyan bir alettir.
Buna göre, “ben hiçbir şey düşünmeden yaşamak ve canımın istediği gibi herşeyi yaparak ömür sürmek istiyorum” diyen bir insan, boş bir iddiada bulunmuş olur.
Ölüm Korkusundan Nasıl Kurtuluruz
Peki insanı ölüm korkusundan ve dolayısıyla stresten kurtaracak nedir? İnsanı ölüm korkusundan kurtaracak, yahut ölüm korkusunu en aza indirecek yol, ölümün ebedî bir idam olmadığı yolundaki fikirdir. Buna kısaca ahiret inancı diyoruz. Ruhun ölümsüz olduğunu kabul eden bir insan mutlaka ölüm korkusunu en aza indirmiş, yani onu hafifletmiş olur. “Hafifletmiş olur” diyorum, çünkü, istisnalar hariç, ölüm korkusunu yok etmek oldukça iddialı bir olaydır.
Bir ilim adamı “ölüm, cümlenin sonuna konan bir noktadır” demiş. Bir diğer ilim adamı ilave etmiş, “bir farkla ki, cümleyi en güzel şekilde yazdığına inanan kimse dahi, elleri titremeden o noktayı koyamaz” demiştir.
Kur’ân, ölümün de hayat gibi yaratılmış olduğunu vurgulayarak, ölümün bir nimet olduğunu ifade eder (mülk 67/2). Çünkü ölüm hayatın sıkıntılarından bir kurtuluştur, bir terhistir, bir paydostur. Kur’ân’a göre ölüm bir bitişin, bir sona erişin ifadesi değildir. Aksine ölüm yeni bir hayata geçişin ilk basamağıdır. Tıpkı dünyaya gelmek gibi.
Ölüme bu manayı veren İslâm dini, insanlığın maddî, manevî mutluluğunun tecellisi ve sığınak kaynağıdır. İnsana sadece kabir kapısına kadar arkadaşlık edecek değerler, gerçek dost ve kurtarıcı değillerdir. Dünyanın yüzü devamlı öbür âleme dönük olduğu gibi, insan da yüzünü ebedî saadeti kazanmaya çevirmelidir.
Kaynak: Yeni Ümit, 30. Sayı, Musa K. Yılmaz