Üstad Hazretleri, Sözler kitabının sonundaki Lemeât bölümünde şöyle diyor:
“Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, multebise dimağda meratib var; birbiriyle multebis, ahkamları muhtelif. Evvel tahayyul olur, sonra tasavvur gelir, sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz’an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir. Itikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir halet: Salabet itikaddan, taassub iltizamdan, imtisal iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda. Tahayyulde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. Batıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde safi olan zihinleri cerhdir, hem idlali.”
Önce sadeleştirilmiş halini verelim:
“İnsan beyninde ilmin mertebeleri muhteliftir, hem de birbiriyle karışık vaziyettedir. Beyninde, birbiriyle karışmış ve değişik olan mertebeleri vardır. Şu sıralamaya göre önce tahayyül gelir. Yani insan bir şeyi önce hayalinde canlandırıyor. Sonra tasavvur gelir. Aklen idrak ondan sonradır. Bir şeyi akılla kavradıktan sonra eğer doğru olduğuna kanaati varsa, tasdik eder. Sonra iz’an mertebesi gelir. Yani kalben kesin kanata varır. Sonra iltizam gelir, yani bir şeyi kendi üzerine gerekli bulup ona taraftarlık göstermektir. Sonra itikad gelir. Salâbet yani dine sımsıkı sarılıp sağlamca ve metanetle dini yaşamak, itikaddan ileri gelir. Taassup ise, taraftarlık duygusundan doğar. Sımsıkı sarılıp yaşamak iz’andandır. Tasdikten taraftarlık hissi doğar. Sadece aklen anlatılmış bir mesele ise henüz tasdik safhasına gelmemişse tarafsız bir hal olur. Ama henüz tasavvur halinde ise, ondan nasibi de olmaz. Gerçekle mezcedilememiş bir tahayyülde ise safsata hâsıl olur. Buna rağmen, her zaman insanların safi zihinlerine batıl veya şehevi şeyleri tasvir etmek, onları yaralar ve sapıklığa, dalalete atar.”
Dikkat edilecek olursa, burada ilim için yedi tane mertebe sayılmaktadır:
1. Tahayyul, 2. Tasavvur, 3. Taakkul, 4. Tasdik, 5. İz’an, 6. İltizam, 7.
İtikad. Her bir mertebeden bir netice çıkıyor. Mesela siz, bir Budizm’i bir budisten daha iyi bilseniz veya bir Hıristiyanlığı papazlardan daha iyi bilseniz, tasdik ve iz’an etmeden ne Budist ne de Hıristiyan olursunuz. Hıristiyan Sava Paşanın yazmış olduğu usul-u fıkıh kitabını okumuş ve o ilmi derinliğine kavramış olduğu için Müslüman olduğunu zannetmiştim. Ama yine aynı kitapta Sava Paşanın Hıristiyanlığından hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu ifade etmesi, öğrencilik yıllarında beni şaşırtmıştı. Aslında normaldi çünkü o henüz taakkul safhasındaydı. Bazen bazı alim din adamlarından çok, avam halktan insanların dini ne pahasına olursa olsun en ağır şartlarda bile yaşamaları, bana hayret veriyordu. Ama mevzuu okuduktan sonra biraz bu işin sırrına vakıf olduğumu söyleyebilirim. En azından hayretim gitti, tezadım kalktı. Çünkü avam bile olsalar itikat olarak mükemmeldirler. (A.Aymaz)
Ayrıca şöyle bir açıklama da var:
“Birbiriyle hem bağlantılı hem münferit, hem düzenli hem de kaotik olarak gerçekleşen zihindeki işlemler yedi gruba ayrılabilir. Zihin havuzundaki birinci işlem, hayâl etmedir. “Tahayyül” kelimesiyle de ifade edilen hayâl gücü; insanın sezgi gücüyle, altıncı hissiyle, uyanıkken misal âlemini temaşa etme (duru görü) kabiliyetiyle, sıra dışı düşünme, tasarlayabilme, kabiliyetiyle bağlantılıdır. İnsanın hayâl dünyası, sezgileri, rüyaları, misâlî varlık kategorisindedir. Kader plânında takdir edilen ve ilmî olarak Levh-i Mahfuz’da veya İmam-ı Mübin’de yazılı varlık ve hâdiseler, irade ve kudret kalemiyle hârici varlık kategorisine çıkmadan önce, misâlî âleme düşer. İnsanın hayâl kabiliyeti, sezgileri, rüyaları, ihtimallere açık sıra dışı düşünme yeteneği, misâlî âleme düşen mânâları yakalamayı sağlayan donanımlardır. Mânâlar ve kaderde takdir edilenler, misal âleminden, zihni ve gönlü hazır olan kişilerin hayal dünyalarına düşer. Dolayısıyla insanın bildiği her şey Allah’ın murat buyurduğu, yani O’nun bildirdiği şeylerdir. Bu açıdan sebepler noktasından öğrencilerin ve çocukların hayal güçlerini, sezgilerini güçlendirmek ve inkişaf ettirmek, onlara senaryo tabanlı düşünme imkânları sağlamak, tasarım ve yenilik üretici egzersizler yaptırmak; icat, keşif ve yeniliklerin önünü açan ilk basamaktır.
Zihin algoritmalarının ikinci işlemi; “tasavvur” kelimesiyle ifade edilen hayâle ve gönül dünyasına düşen mânâları ‘kavram’ denen kelimelerle yakalayıp tespit etmektir. Bu nimet de Allah’ın insana verdiği “beyan” kabiliyetiyle neşv ü nema bulur. Mânâ, düşünce ve hissedişleri, kelime ve sembollerle yakalama veya kayda alma işlemi olan tasavvur (zihinde canlandırma ve tedailere bağlı olarak sözcüğe dökebilme işlemi), bilgi üretmenin temel taşlarını oluşturmaya yarar. Kişi, hayaline düşen mânâları tasavvur edemezse; akıl ve mantık yürütemez, tefekkür edemez. Kişinin sahip olduğu kelime ve sembol hazinesi, onun tasavvur edebilme kabiliyeti ile doğru orantılıdır.
Zihin algoritmalarının üçüncü işlemi; “taakkul“, düşünme, muhakeme ve öğrenme stratejilerini içine alır. Şu an bildiğimiz kadarıyla, insan zihninde taakkul işleminde kullanılan onlarca düşünme ve mantık yürütme tarzı vardır. Taakkul işleminin çok tabakalı yapısına; Aristo mantığı, ikili mantık, çok değerlikli mantık, sert kaya mantığı, esnek mantık, açık uçlu mantık, sistem mantığı gibi tanımlayıcı, analitik, sentezci, yargılayıcı, tasarımcı, sıra dışı, senaryo tabanlı düşünme tarzları misal verilebilir. Taakkul işlemi sırasında zihin; bilgi, deney ve gözleme ait verileri, maddî olguları veya zanlarını, kanaatlerini, özlemlerini, beklentilerini girdi olarak kullandığından, çıkan sonuçlar kritiğe tâbi tutulmalıdır.
Zihin algoritmalarının dördüncü işlemi; “tasdik” kelimesiyle ifade edilegelen objektif, akılcı ve makul, tutarlı, bütüncül değerlendirme ve yargılamaları, karar ve tercihleri içeren kabul etme-beklemeye alma- veya reddetme şeklindeki sonuca bağlamalardır. Zihin işlemlerinin ilk dört basamağında akıl ve çoklu zekâ fakülteleri ağırlıklı rol aldığından, rasyonalite (kâinatın ve dış dünyanın rasyonel olarak zihinde inşası) bu ilk dört bölümde gerçekleşir.
Zihin algoritmalarının beşinci işlemi; akıl fakültesinde değil, kalb ve gönül dünyasında gerçekleşir ve “iz’an” kelimesiyle ifade edilir. Kalben gönülden benimseme, iman etme, kabul anlamına gelen iz’an mücerret bilgiden ziyade hissî algılamayla veya duygularla işlenmiş bilgiyle ortaya çıkar. İz’anın oluşmasında bilgiden ziyade duygular ve sezgiler ön plândadır. Gönülden his ağırlıklı bir kabul ve benimseme olan imanın yeri, bu yüzden akıl değil, kalbdir.
Zihin algoritmalarının altıncı işlemi; “iltizam” kelimesiyle ifade edilegelen tarafgirlik, savunma, müdafaa etme ve iman edip değer verdiği hususların taraftarı olma sürecidir. Gönül dünyasında taraftar olunan hususların, zihnen savunulmasına, söz ile ifade edilmesine ve bu uğurda mücadeleye “iltizam” denir.
Zihin algoritmalarının yedinci işlemi; “itikad” olarak bilinir. Bir mesele hakkında zihnin ilk altı işlem basamağını hakkıyla işletmeye; meseleyi aklen, kalben ve tecrübî olarak benimsemeye, meselenin hissî, aklî ve tecrübî boyutlarını birbiriyle münasebetlendirip sağlam ve tutarlı bir inanç olarak bütün donanımlarıyla tasdik ve iz’an etmeye “itikad” denir. İnsanın sahip olduğu itikadlar kümesi, hakikatin insan zihninde ve gönlünde gerçeğe en yakın şekilde yeniden inşa edilmesi olup, hak ve hakikate, doğruya, iyiye ve güzele teslim olma süreciyle ortaya çıkar. İslâmiyet, zihnin bütün algoritmalarıyla işlenerek özümsenirse, kişinin tabiatı haline gelebilir. Müslümanlığı hissen, aklen ve yaşantısıyla idrak ederek aydınlanmış, sağlam, kararlı, tutarlı, bütüncül ve ayakları yere basan kişiler; sağlam itikada sahip olma yolunda kulluk vazifesini yerine getirmiş olurlar.
Öğrenme ve öğretim; zihnin bu yedi işlem modülünü değişik seviyelerde kullanarak, dış dünyanın inançlar, kabullenmeler, veriler ve sezgiler yoluyla zihinde yeniden inşa edilmesi sürecidir. Modern bilim araştırmalarında “kognitif yapılandırma” olarak tanımlanan bu zihnî modelleme sonucunda kişi kendi zihnî gerçekliğini üretir ve dünyayı bu gerçeklik üzerinden algılamaya başlar. Zihindeki bu inşaya tesir eden diğer bir önemli faktör de şuuraltında biriken malumatlar, semboller, roller ve çözüm şemalarıdır. Kişi karar verme, algılama ve düşünme safhalarında şuuraltı kazanımlarını kullanır. Bu kazanımlar, çocuk doğmadan önce anne karnında başlar ve kişi ergenlik çağına geldiğinde belli bir dolgunluğa ulaşır. Benlik ve kimlik teşekkülü de, farkında olunsun veya olunmasın, bu şuuraltı birikimlerin üstüne inşa edilir. Bu açıdan zihnin yapılandırılması sürekli güncellenmesi gereken dinamik bir işlemdir. Bu dinamik işleyişi ve yapılandırmayı statik hale getirmek, bağnazlığın, tutuculuğun, zihnî kirlenmenin önemli bir sebebidir. Bu konuda M.F.Gülen Hocaefendi’nin tespitleri meseleye çok güzel ışık tutmaktadır. “Evet, biz hepimiz zihnimize daha önceden şöyle-böyle girmiş müktesebâtın çocuklarıyız. Hiç farkına varmasak ve düşünmesek de, çoğu zaman biz Cemil Meriç üslubuyla, Necip Fazıl edasıyla, Bediüzzaman’ın ifadeleriyle ya da Nurettin Topçu tarzıyla konuşuruz. Onlara ait söz ya da düşüncelerin bir yerinde ya fiili değiştiririz veya fâili çıkarırız ve onları kendimize mal eder konuşuruz. Bunu plânlı ve düşünerek yapmayız; onların üslubu, söz ve düşünceleri içimize öyle işlemiş, zihnimizde o kadar yer etmiştir ki, farkında değilizdir onları tekrar ettiğimizin. Tevarüd gibi bir şeydir bu; bir büyük zât kıymetli bir söz söylemiştir, aynı kültürün çocuğu olduğumuzdan ve aynı kaynaklardan beslendiğimizden, biz de aynı şeyleri söyleriz; ama bunun farkında değilizdir. Hâsılı, insanlar, farkına varmasalar da, düşünce yapılarını oluşturan, zihinlerinde yer eden temel felsefeye göre konuşur, yazar ve yaşarlar. Öyleyse, zihne giren her şeyi usûl-ü din süzgecinden geçirme, tertemiz ve dupduru zihinleri bulandırmama adına çok önemlidir. Doğru görme, doğru düşünme ve doğru hükümler verebilmenin yolu, zaman zaman zihni silkeleyip yabancı ve muzahref bilgileri kafamızdan söküp atmaktan geçmektedir.” (Zihni Silkelemek, 07/11/2004. Kırık Testi, www.herkul.org)
Kaynak: Sızıntı, Şubat 2005, Dr. Selim Aydın