Vefattan sonra iyi insanın ruhu, Allah (c.c.)’ın huzuruna kadar yükselir. Efendimiz (s.a.s.)’in beyanına göre, ruh çıktıktan sonra melekler onu bir atlasa sarar ve Mele-i A’lâ’ya kadar götürürler. Uğradığı her menzil ve tabakada, “Bu ne güzel ruh, bu kimin ruhu?” diye sorarlar. Melekler, onun yeryüzünde anıldığı en güzel isim ve ünvanlarıyla tanıtarak, “Bu, namaz kılan, din uğrunda bin bir zorluğa göğüs geren falanın ruhu” derler ve herkes, hüsn-ü istikbal eder. Nihayet, semavatın üstünde Huzur-u Rabbi’l Âlemîn’e çıkarılır. Cenâb-ı Hakk, hüsn-ü kabul gösterir ve “Bunu tekrar kabre götürün; Münkir-Nekir’in sualine hazır olması için, cenazesinin başına koyuverin” buyurur. Bunun üzerine onu sual-cevap için geriye getirirler. Orada, “Rabbin kim, Peygamberin kim, dinin nedir?” suallerine cevap verir…
Kötü insanın ruhu ise her yerde kötü karşılanır. Yedi kat göklerde nefretle yâd edilir. Allah’ın huzurundan kovulur ve baş aşağı atılır. Münkir-Nekir’e cevap verecek hale gelemez ve cevap veremez. Çünkü dünyada lüzumsuz şeylerle vakit geçirmiş ve yararlı işlerde bulunmamıştır. Bu şekilde o, Kıyamet’e kadar türlü türlü azap çeker.
Kabirde sual vardır, tazyik vardır, fakat asıl hesap Mahkeme-i Kübrâdadır. Hadisin ifadesiyle, kabir sıkar ve tazyik eder. Hesapsa, Haşir’den sonra görülecektir. Evet, Mizan kurulacak, defterler dağıtılacak, Sırat geçilecek, sonra da Cennet ve Cehennem’e sevindiren ve ürperten bir sevkıyat olacaktır. (Bu ve benzeri mes’elelerin teferruatı hakkında yazılmış pek çok kitap olduğu gibi, hadis kitaplarında da yeterince bilgi mevcuttur).
Kabir, aynı zamanda dünyada temizlenmemiş bazı günahların hesabının da yapıldığı ve temizlendiği bir yerdir. Asıl Hesap Günü’ne bırakılan büyük cinayetlerin yanında, önemsiz sayılabilen günah ve lekelerin bir kısmı, Allah (c.c.) tarafından ya bu damıtma odalarında giderilir, ya da, büyük suçların muhakemesi ve cezası ilerde kurulacak büyük mahkemelere bırakılarak, -tıpkı dünyâ hayatında küçük polisiye vak’aların karakollarda, birkaç günlük sıkıntıyla atlatılması gibi- kabirde de ‘lemem’ denilen küçük günah ve hatâların hesabı görülüp, bitirilebilir.. Dolayısıyla da çekilecekler çekilmiş ve ileriye bırakılmamış olur.
Ehl-i tahkik zatlar, Kur’ân ve Sünnet’e istinaden şöyle der: Büyük günahların yanında küçük günahları da olan kimselerin bir kısım kusurları, dünyada çekilen sıkıntı, musibet ve hastalıklarla temizlenirken, bazısı da vefat anında silinir ve kalanlar da, Büyük Mahkeme’ye bırakılmasın, orada hizlana maruz kalınmasın diye, kabirde üçüncü bir temizleme ameliyesinden geçer. Kabrin temizleyemeyeceği ölçüde kabarık olan leke ve günahlar ise, ilerde Haşir Meydanı’nda, Terazi’nin başında, Sırat’ta ve daha da olmazsa Cehennem’de temizlenecektir. (Allah, bizleri burada temiz yaşatsın ve kirlerimizin oralara kadar temâdisine meydan vermesin!)
Bir kısım hadislerden öğrendiğimize göre, Hz. Abbas (r.a.), şiddetle arzu etmesine rağmen, Hz. Ömer (r.a.)’i ancak vefatından tam altı ay sonra rüyasında görebilir ve sorar: “Neredeydin ya Ömer?” “Sorma” der, “hesabı henüz verebildim.” Belki, orada üzerinde en ufak bir iz kalmasın diye Mevlâ, onu böyle bir ameliyeye tâbi tutmuştur. Evet, günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki büyük bir rol oynar. Acı bir ilaç ama arkada Cennet şifası var.
Kabir sıkmasını Sa’d b. Muaz (r.a.) gibi seviye insanı bir sahabide de görüyoruz. Sahih hadis kaynaklarına göre, Muaz (r.a.) kabre konunca Efendimiz (s.a.s.), “Fe sübhânallah, kabir Sa’d b. Muaz’ı da sıkarsa!” buyururlar. Demek ki, kabrin tazyik etmeyeceği insan yok. O Sa’d ki, vefatında Cibril (a.s.) gelip “Sa’d’ın ölümüyle Arş ihtizaza geldi Ya Rasûlallah!” demişti. Cenazesine iştirak eden Efendimiz (s.a.s.) ayaklarının ucuna basarak yürüyünce, sebebi soruldu ve şöyle cevap verdiler: “Cenazesine eşlik etmek için o kadar melâike geldi ki…” Sa’d (r.a.) oydu… Sıkma da bu… Ya biz!..
Kaynak: İnancın Gölgesinde I, “Vefattan Sonra Ruh Ne Olur?”