İçindekiler
Yazımımızda; “ebediyen haram olan yakınlar” ile “evlilik neticesinde oluşan akrabalara ait haramlık” konusunu, Kur’ân-ı Kerîm’in güneşten parlak âyet-i kerîmeleri ve Sünnet-i Sahîha’nın aydınlık beyanları ışığı altında ele almaya çalışacağız. Zîrâ hayatî önemi haiz haram ve yasakların, insanı gündüz gibi aydınlatan ve rahmete gark eden nassların ikazları doğrultusunda yeniden ele alınmasında, “soy/neseb” haramlığı ile “evlilik/sıhriyyet” haramlığının şerî delil ve gerekçeleriyle tekrar hatırlanmasında fayda bulunmaktadır.
Bilhassa günümüzde şiddetin, uyuşturucunun, içki kullanımının ve aile yapısını bozucu çarpık münasebetlerin sıradanmış gibi gösterilmesi toplumumuzu rahatsız etmekte ve sıklıkla şikâyet konusu olmaktadır. Nikâhsız hayat, zina, anormal yaşantılar teşvik edilmekte; derbeder, düzensiz, savruk, sorumsuz ve ahlâkî sınır tanımayan fert veya toplulukların yaşayış tarzları özendirilmeye çalışılmaktadır. Bu da genç şahsiyetlerin bir kısmında dinî/ahlâkî erozyonlara sebep olmakta; uzun zamanlardan beri oluşmuş yerel ve evrensel örf, âdet ve değerlerimizde sarsıntılar meydana getirmektedir.
Belki bin seneden beri yığınağı yapılan yıkıcı ve tahrip edici unsurlar, insanımızın kalbî hayatı ve dinîbakış açısının dehşetli şekilde zarar görmesi için çabalamaktadır. Hemen her türlü vasıtayı kullanarak mânevî hayata hücum edenler, büyük bir kitle kuvvetine sahip olmuştur. Bu habis ruh, sadece bizi değil, insanlık âlemindeki umumî vicdanı da uzun bir zamandan beri bozmaya; vicdan ve ruhun temel rükünleri sayılan irade, zihin, his ve lâtife-i Rabbâniyede zirveleri hedefleyen samimi ruhları âtıl hâle getirmeye çalışmaktadır.
Aile ve toplumu ayakta tutan hayatî kural ve dayanakları tahrip anaforuna karşı; ruh ve zihinlerin, bozulmaya meyletmiş vicdanların, manevî büyük yaralar almış kalblerin, Kur’ân ve Sünnet’in evrensel, kıyamete kadar geçerli, aydınlık getiren hakikatleri, şifa veren iksir ve beyanları ile hayata döndürülmesi elzem gözükmektedir.
Ebedî Haramlar
Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflere göre, erkeklere kesin ve ebedî haramlar üç gruptur:
- Birincisi, neseben yakınlık veya diğer bir tabirle kan hısımlığı sebebi ile haram olanlar.
- İkincisi, müsâhera yani “evlilik/nikâh” sebebi ile haram olanlar.
- Üçüncüsü, “süt emme” yani sütkardeşliği yolu ile meydana gelen haramlar.[1] El-Mevsûatu’l-Fıkhiyye, 36/210, Vezâratu’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmî, Kuveyt-1986.
Şahıslar arasında “kan, süt emme ve evlenme” gibi tabiî veya akdî bir bağ ile teessüs eden akrabalık münasebeti Türkçemizde “hısımlık” kavramı ile karşılanmaktadır.[2]Dağcı, Şamil, “İslam Aile Hukukunda Evlenme Engelleri”, s. 195.
Allâhu Teâlâ, bir insan için hem “nesep/soy” hem de “sıhriyyet/nikâh” sebebi ile oluşan bağa önce şu âyet-i kerîme ile işaret etmektedir: وَهُوَ الَّذى خَلَقَ مِنَ الْمَاءِ بَشَرًا فَجَعَلَهُ نَسَبًا وَصِهْرًا وَكَانَ رَبُّكَ قَديرًا “Ve işte insanı sudan yaratan, onu soy sop ve evlilik yoluyla kazanılan yakınlık, bağlılık (duygusuyla) donatan O’dur; (evet,) çünkü Rabbin sınırsız kudret sahibidir.” (Furkan, 25/54).
Bu âyet-i kerîmenin yer aldığı Furkan Sûresi, Mekke döneminin ortalarında, Yâsin Sûresi’nden sonra nâzil olmuştur. İniş itibarı ile kırk ikinci sıradadır. Biraz sonra meâlini vereceğimiz âyet-i kerimelerin yer aldığı Nisa Sûresi ise Medine döneminde Ahzâb Sûresi’nden sonra nazil olmuştur. İniş itibariyle doksan ikinci sıradadır. Buradan şu anlaşılabilir: Cenab-ı Hak, “nesep/soy” ve “nikâh/evlilik” yolu ile oluşan yakınlık (sıhriyyet) ve bu yakınlığın oluşturacağı mahremiyete, önce Furkan Sûresi’ndeki âyet-i kerîmede yer alan “neseb” ve “sıhr” kelimeleri ile işaret etmiştir. Zihin, ruh ve kalblerde bu kavramların yerleşmesinden sonra, Allah Teâlâ Medîne döneminde inzâl buyurduğu Nûr Suresi 22. ve 23. âyet-i kerimelerde, kendileri ile nikâh bağı kurulmasını ebedî ve kesin olarak yasakladığı “on dört sınıf” kadını tek tek sıralayarak tafsîl etmiştir. Şöyle ki:
- “Babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir yoldur. Size şunlarla nikâhlanmanız haram kılınmıştır: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri (kayınvalideleriniz), kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Fakat zifafa girmediğiniz eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda beis yoktur. Keza kendi sulbünüzden oğullarınızın hanımları ile evlenmeniz ve iki kız kardeşi nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı. Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisa, 4/22–23)
İbni Abbas (ra), “Allâh Teâlâ bu âyet-i kerimede neseb/soy bakımından yedi kişiyi, sıhrden/evlilikten doğan yakınlık sebebi ile de yedi kişiyi haram kılmıştır.” demektedir.[3]İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 1/ 478, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut, Lübnan, trsz.
Âyet-i kerîmede kendileri ile nikâh bağı kurulması kesin bir şekilde haram kılınan bu kadınlardan yedisi “nesep/soy” cihetindendir. Bunlar:
- “Anneler, kızlar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşin kızları ve kız kardeşlerin kızları.”
Kendileri ile nikâh bağı kurulması kesin olarak haram kılınan kadınlardan diğer yedisi ise, “nesep/soy” cihetinden değildir. Bunlar:
- “Sütanneler, sütkız kardeşler, karıların anneleri (kayınvalideler), kendileriyle zifafa girilmiş kadınların başka kocadan kızları (üvey kızlar), iki kız kardeşi aynı anda nikâh altında bulundurulması, oğulların hanımları (gelinler) ve babaların daha önce evlenmiş olduğu hanımlar.”
Cenâb- Hakk’ın “Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin.” (Nisa, 4/22) ve “Size anneleriniz haram kılındı.” (Nisa, 4/23) beyanları ile kastedilenin, onları nikâhlamanın haramlığı olduğu açıkça anlaşılan bir husustur. Çünkü haramlık veya helâllik, zâtlara nispet edildiği zaman, bu durumda fiillerin haramlığı kastedilmiş olmaktadır. Buna göre meselâ: “Size leş ve kan haram kılındı.” (Maide, 5/3) denildiğinde herkes buradaki maksadın, bunları yememe olduğunu net bir şekilde bilmektedir.[4]Râzi, Tefsiru’l-Kebir Mefâtîhu’l-Ğayb, 10/26, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Lübnan-1981.
Annelerin ve kızların haram oluşu, Hz. Âdem devrinden bu zamana kadar bilinen ve tartışılmaz bir husustur. İlâhî dinlerin hiçbirinde, anne ve kızlar ile evlenmenin helâl olduğu hükmü yer almamıştır.[5]Râzi, ae., 10/27.
Haram Kılınanların Nevileri
1– Anneler
Haram kılınanların birinci nevi annelerdir. Âyet-i kerîmede geçen “ümm/anne” kelimesi lügatlerde, yakın ifade olarak insanın kendisini doğuran kimseyi yani anneyi, uzak ifade bakımından ise nineleri tanımlamaktadır. “Ümm/anne” kelimesi genel olarak, bir şeyin başlangıcı, varlığı, yetiştirilmesi ve iyileştirilmesindeki temel unsur mânâsındadır. Sonradan gelenlerin kendisine bağlı bulunduğu her şeye “ümm/anne” denilmekte, nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, bütün bilgilerin kaynağı olan levh-i mahfuz için “ümmü’l-kitâb” (ez-Zuhruf, 43/4) tabiri kullanılmaktadır.[6]Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredat fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 1/27, Mektebetu Nezzâr, trsz.; İbnu Manzûr, Lisânu’l-Arab, 2/137, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan-1999. Eğer “ümm/anne” kelimesi, hem anneler hem de nineleri hakikî olarak niteleyen bir kelime olarak kabul edilirse, hem anneler hem de nineler için ortak bir kelime hükmüne geçer. Bu durumda Cenâb-ı Hakk’ın, “Anneleriniz, size haram kılındı.” buyruğu, bütün anneler ve bütün ninelerin haram kılınması konusunda doğrudan bir nass olur. Ama “ümm/anne” kelimesi anneler için hakikat, nineler için mecaz kabul edilirse, bu durumda ninelerin nikâhının haramlığı yine nassa, âyete dayanmış olur.[7]Râzi, ae., 10/28.
2– Kızlar
Haram kılınanların ikinci nevi kızlardır. Ayrıca erkekler veya kadınlar yoluyla, bir kimseye füru itibarı ile soy bağı bulunan her kadın da o kimsenin kızı sayılır. Oğlun kızı, kızın kızı gibi.
3– Kız Kardeşler
Haram kılınanların üçüncü nevi de kız kardeşlerdir. Buna, anne-baba bir kız kardeşler, baba bir kız kardeşler ve anne bir kız kardeşler dâhildir. Ancak bir kimsenin hanımı ile evliliği boşanma ya da vefat gibi bir sebeple sona ererse, o kimse boşandığı ya da vefat etmiş karısının kız kardeşi ile evlenebilir. Nitekim Hz. Osman (ra) Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Rukiyye Validemiz ile evlenmiş, bir müddet sonra Rukiyye Validemiz’in vefatı üzerine Efendimiz”in (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer kızı Ümmü Gülsüm Validemiz’le evlenmiş ve kendisine bu evliliklerine hürmeten “iki ışık sahibi” mânâsına “zinnureyn” lâkabı verilmişti.
4–5– Halalar ve Teyzeler
Haram kılınanların dördüncü ve beşinci nevileri ise, halalar ve teyzelerdir. Usul itibarı ile soyunun kendisine varıp dayandığı her erkeğin kız kardeşi o kimsenin halasıdır. Bazen hala, anne cihetinden de olur ki bu, annenin babasının kız kardeşidir. Yine usul itibarı ile her kadının kız kardeşi de o kimsenin teyzesidir. Bazen teyze, baba cihetinden de olur ki bu, babanın annesinin kız kardeşidir.[8]İbnu’l-Arabî, ae., 1/479.
6–7– Kız Yeğenler
Haram kılınanların altıncı ve yedinci nevileri, erkek kardeş ile kız kardeşlerin kızları yani kız yeğenlerdir. Erkek ve kız kardeşlerin kızları ile ilgili hüküm, insanın kendi sulbünden gelen öz kızları hakkındaki hüküm gibidir.
İşte bu yedi kısım, âyet-i kerîme ile “soy/nesep ve rahimler” cihetinden haram kılınmışlardır. Allah’ın, “nesep ve rahim” bakımından nikâhını haram kıldığı her kadının haramlığı ebedî olup, hiçbir şekilde helâl olmaz.[9]Râzi, ae., 10/30.
8–9– Sütanne ve Sütkız Kardeşler
Haram kılınanların sekizinci ve dokuzuncu nevileri, âyet-i kerîmede; “Sizi emziren (süt) anneleriniz ve sütkız kardeşleriniz.” şeklinde beyan edilmektedir.
Cenâb-ı Hakk, nikâhları haram olduğu için süt emzirmiş kadınları da “sütanneler” diye adlandırmıştır. Nitekim yine benzer haramlıktan dolayı, “(Peygamberin) hanımları da, müminlerin anneleridir.” (Ahzab, 33/6) mealindeki âyette, ezvâc-ı tâhirat “müminlerin anneleri” olarak tavsif edilmişlerdir.
Allah Teâlâ, bu âyette sütannelerin ve sütkız kardeşlerin nikâhlanmasının haram olduğunu açıkça belirtmiştir. Fakat bu haramlık sırf sütanne ve sütkız kardeşlerle bitmemektedir. Çünkü Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), “Nesep bakımından haram olanlar, süt cihetinden de haram olurlar.” (Buhârî, nikâh 20, 27; Müslim, radâ 1, 2) buyurmaktadır. Cenâb-ı Hak emzireni “anne”, emzirenin öz kızını da süt emen erkek çocuğa “kız kardeş” mesabesinde kabul etmekte, böylece süt emmeyi “soy/nesep” yerine koymuş olmaktadır. Dolayısı ile Cenâb-ı Hak, soy/nesep yönü ile yedi sınıfın nikâhlanmasını haram kıldığı gibi -ki bunlar yukarıda sıralandı- süt emme yolu ile sütannelerin, sütkız kardeşlerin, süthalaların, sütteyzelerin, süterkek kardeşlerin kızlarının ve sütkız kardeşlerin kızlarını da haram kılmaktadır.
İnsanın sütannesi, neseben annesi dışında emziren kadındır. Yine aynı şekilde bu süt emzirene, ister nesep cihetinden olsun, ister süt emme cihetinden olsun, “anne” olarak nispet edilen her kadın da yine o süt emmiş kimsenin sütannesi sayılır. Sütkız kardeşler üç çeşittir: Birincisi, “ana-baba bir” sütkız kardeştir. İkincisi, “baba bir” sütkız kardeşindir. Üçüncüsü, “ana bir” sütkız kardeştir.[10]Râzi, ae., 10/30-31.
10– Hanımların Anneleri (Kayınvalideler):
Haram kılınanların onuncu nevi, “Hanımlarınızın anneleri” lafızları ile ifade edilenler yani kayınvalidelerdir. Bu ifadeye, hanımların öz anneleri ile birlikte, annesi ve babası cihetinden olan bütün büyük anneleri (nineleri) girer.
11– Üvey Kızlar
Haram kılınanların on birinci nevi ile ilgili olarak Cenâb-ı Hakk (celle celâluhu) mealen şöyle buyurmaktadır: “Kendileriyle (zifafa) girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram edildi. Eğer üvey kızlarınızın anneleriyle zifafa girmemişseniz, onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.” (Nisa, 4/23)
“Rebâib” kelimesi Arapçada “rebîbe” kelimesinin çoğuludur ve bir kimsenin hanımının, başkasından olan kızı mânâsına gelmektedir. Kelime mânâsı “terbiye edilmiş” demektir. Buna göre Cenâb-ı Hakk’ın “rabâib” tabirinden maksat, “sizin terbiye ve himayenizde olan kız çocuğu” demektir. Bir kimse bir kadınla nikâhlandığı ve cinsî münasebette bulunduğu zaman, o kadının o erkekten olmayan diğer kızı ya da kızları o erkeğe icmâ-ı ümmetle haramdır.[11]İbnu’l-Arabî, ae., 1/486.
12– Gelinler
Haram kılınanların on ikinci nevi, Cenâb-ı Hakk’ın, “Keza kendi sulbünüzden oğullarınızın (öz erkek çocuklarınızın) hanımları (gelinler)” mealindeki âyeti kerîme ile ifade ettiği kimselerdir. “Kendi sulbünüzden” ifadesi, evlât edinilmiş olanları hâriç bırakmaktadır. İslâm’ın ilk yıllarında, evlâtlıklar, oğul mesabesinde idi. Hâlbuki bir kimseye, kendi sulbünden olmadığı müddetçe, evlâtlığının hanımı haram değildir. Zîrâ Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Zeyneb binti Cahş el-Esedî’yi nikâhlamıştır. Zeyneb binti Cahş, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) halasının kızı idi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Zeyneb Validemiz’i, Zeyd İbn Harise’nin (ra) boşamasından sonra nikâhlamıştır. Müşrikler, “O, oğlunun karısı ile evlendi.” deyince, Cenâb-ı Hakk, “Allâh, evlâtlıklarınızı öz oğullarınız kılmamıştır.” (Ahzab, 33/4) mealindeki âyeti indirdi ve: “Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlâtlıkları, eşleriyle münasebetlerini kestikleri (onları boşadıkları zaman), o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir.” (Ahzab, 33/37) buyurdu.
Allâh Teâlâ’nın, “Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları” ifadesinin zahiri, sütoğullarının hanımlarını kapsamıyor gibi görünse de Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), “Neseb yönünden haram olanlar, süt emme (rada) yoluyla da haram olurlar” (Müslim, rada 3) buyurmuştur. Binaenaleyh bu hadis-i şerîf, sütoğulların hanımları ile evlenmenin de haram olduğunu açıkça ifade etmektedir. Çünkü “Onların dışındakiler size helâl kılındı” (Nisa, 4/24) mealindeki âyet umumî bir hüküm iken, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) “Nesep yönünden haram olanlar, süt emme (rada) yoluyla da haram olurlar.” ifadesi, âyet-i kerîmeden daha hususi bir ifade olmaktadır. Böylece, âyetin umumi mânâsı, Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen bu haber-i vâhid ile tahsis edilmiş, sınırlandırılmıştır. Bu âyetin, torunun hanımının da dedeye haram olmasını gerektirdiği açıktır.[12]Râzi, ae., 10/35-36.
13- İki Kız Kardeşi Bir Nikâh Altında Bulundurmama
Haram kılınanlardan on üçüncü nevi, Hak Teâlâ’nın “Ve iki kız kardeşi birlikte almanız da aynı şekilde haram edildi.” mealindeki buyruğu ile iki kız kardeşin aynı nikâh altında bulunamayacağıdır. “Ancak, daha önce geçen geçmiştir.” mealindeki buyruğun mânâsı ise, Cenâb-ı Hakk’ın, “Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” mealindeki buyruğun delaletiyle, İslâm’ın gelişinden önceki bu tür nikâhların bağışlandığı şeklindedir.[13]Râzi, ae., 10/39.
14- Babaların Önceden Evlendiği ve Boşamış Olduğu Kadınlar
Haram kılınanların on dördüncü nevi, “Babalarınızın evlendiği kadınlarla asla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu, ne kötü bir yoldur.” (Nisa, 4/22) mealindeki âyet-i kerîmede ifade edilenlerdir. Âyet-i kerîmede beyan buyurulduğu üzere, babaların evlenmiş ama boşanmış olduğu kadınlarla asla evlenilemez ve bu kesin bir haramdır.
Şu âna kadar ifade edilen mutlak evlenme engelleri hiçbir şekilde ortadan kalkmazken, nisbî/göreceli evlenme engelleri belirli hâllerde ortadan kalkabilir ve önceden evlenmeleri yasak olanlar geçerli bir şekilde evlenebilirler. Ancak nisbî evlenme engelleri kalktığında olabilecek evlilik konusuna burada şimdilik girmiyoruz.
Zina neticesinde hürmet-i müsâheranın (evlilik bağı ile oluşan haramlık) gerçekleşmiş olup olmayacağı hususunda Hanefî imamlar ile Şafiî fukahası ayrılmaktadırlar. Şafiîler şu görüşleri ileri sürmektedirler: Nikâh, bir akid, bir sözleşme mânâsı taşımaktadır. Bir nakle göre İmam Şafiî Kur’ân-ı Kerîm’de “nikâh” ve “tezvîc” kelimelerinin geçtiği âyet-i kerîmeleri okumuş ve şöyle demiştir: “Cenab-ı Hakk nikâha iki isim vermiştir; nikâh ve tezvîc.”[14]Beyhakî en-Neysabûrî, Ahkâmu’l-Kur’ân li’l-İmam eş-Şâfiî, 1/181, Dâru İhyâi’l-Ulûm, Beyrut-1990. Dolayısı ile İmam Şâfiî’nin, evlenilmesi haram kılınan kadınları beyan buyuran âyet-i kerîmelerin, “akid/sözleşme” mânâsı taşımayan gayrimeşru cinsî mukarenetlere şâmil olmadığını kabul ettiği, gayrimeşru mukarenetlere nikâh kelimesini teşmil etmediği açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Buna cevaben Hanefî ve Hanbelî fukahası ise şöyle demektedirler: Nikâh kelimesi, lügatte mutlak anlamda cinsî münasebet mânâsınadır.[15]İbn Manzûr, ae, 49/4537, “nekeha” maddesi; İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhâh Tâcu’l-Luğati ve Sıhâhi’l-Arabiyyeti, 1/413, Dâru’l-İlm Li’l-Mollâyîn, Beyrut-1984. Yani hem helâl hem de haram cinsî mukarenet için, Arapçada nikâh kelimesi kullanılmaktadır.[16]Cessâs el Hanefî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2/112, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan-1992. Binaenaleyh nikâh kelimesi, hem meşru hem de gayrimeşru mukarenetlere şâmildir.[17]Cessâs, ay. İmam Beyhakî de bu anlamı teyid için Resülullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kim, bir kadının fercine bakarsa, o kimseye o kadının annesi de kızı da haram olur.“[18]Hüseyin b. Ali el-Beyhakî, Kitâbu Süneni’l-Kübrâ mea’l-Cevheri’n-Naki, Nikâh, 7/170, Dâiratu’l-Maârif, Haydarabad-1353. buyurduğunu rivâyet etmektedir. Dolayısı ile hürmet-i musaheranın (evlilik bağı ile oluşan haramlık) bazen gayrimeşru bir bakışla bile gerçekleşebileceğine dikkat çekmiş olmaktadır. İmam Beyhakî, bu rivâyeti, mânâ itibarı ile yakın diğer bir rivâyetle de desteklemekte, Rasûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kim, bir kadının fercine bakarsa, Allâh onun yüzüne bakmaz.“[19]Beyhakî, ay. şeklindeki ikazını bizlere aktarmaktadır.
Ömer Nasuhi Bilmen, yukarıdaki hadîs-i şerîfte bakışı yasaklayan hükmün, bir insanın nikâhlısı olsun olmasın bütün kadınlarla ilgili olduğunu söylemektedir. Ayrıca Bilmen, gayrimeşru beraberlik, hürmet-i musâherayı (evlilik bağı ile oluşan haramlığı) doğurabileceğini “cüz’iyyet” kavramı ile izah etmektedir. Ona göre cüz’iyyet, haramlığı doğuran bir sebeptir. Bir insan, nasıl kendi nefsi ile münasebete giremezse, bu haram ise, kendi cüz’ü ile de ilişkiye giremez. Çocuk, erkek ile kadından meydana gelmesi itibarı ile anne ile babanın birer cüz’ü, parçası, yani kan bağı hâline gelir. Bu cüz’iyyetin veya kan bağının oluşması anne, kız, baba, oğula kadar herkese kadar uzanır. Ayrıca cüz’iyyet, yani kan bağı, hissî (duyu ile algılanabilir ve biyolojik) bir durum olduğundan cüziyyet (kan bağı) hem sahih nikâhlı, hem de zinada yani nikâhsız mukarenetlerde (beraberlik) de meydana gelir.
Zina ile hürmet-i müsâherenin meydana gelişi hükmü, bir şer’i ceza esasına da dayanmaktadır. Zina eden erkek, zina ettiği kadının yakınları olan ve normalde evlenebileceği kadınlarla evlenemez duruma düşmekte, bu kadınlar ona haram hâle gelmekte, böylece zina yapmış olduğu için büyük bir hak mahrumiyetine maruz kalmaktadır. Zina ettiği kadının usûl ve fürûundan hiçbiriyle evlilik akdine salahiyeti kalmamaktadır. İslâmî ceza usulünde baba veya anne katilinin mirastan mahrumiyeti de böyle bir hak mahrumiyeti esasına dayanmaktadır.
İşte, zina neticesinde “neseb” ya da “iddet” meydana gelmiyor olsa dahi, bu durum hürmeti müsaherenin de oluşmayacağını göstermemektedir. Çünkü zina neticesinde nesebin tahakkuk etmemesi, cüz’iyyetin (kan bağının) oluşmadığı için değil, nesebin gerçekleşiyor ya da gerçekleşmiyor olduğuna dair temel bir şüphenin varlığı sebebiyledir. Bu temel şüphe, zinakarın daha başkaları ile de ilişkide bulunmuş olabileceği düşünülerek, doğan çocuğun zina edene kadına ve erkeğe aidiyetinin gerçekleşmemesi durumudur.[20]Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslamiye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, 2/98.
Netice
İnançlı bir erkek veya kadının, kendisine nikâh düşen kimselere karşı alabildiğine dikkatli davranması gerektiği açıktır. Ancak bundan daha fazla “neseben, sıhren ve radâen” (süt emme ile) nikâhlanamayacağı erkeklere ve kadınlara karşı daha dikkatli, daha saygılı ve daha ölçülü davranmalıdır. Sınır tanımazlık, ahlâkî zayıflık, kıt düşünce -hafizanallah- bir de dinî kurallar konusunda bilgisizlik ve lakaytlıkla birleşirse toplum dokusu örselenmiş, neslin geleceği tehlikeye atılmış, cehaletin ve bağnazlığın kol gezmesine göz yumulmuş demektir.
Bütün bu olumsuzlukların yegâne çare ve tedavisi; evrensel, aynı zamanda kıyamete kadar bütün insanlığın kurtuluş ve şifa reçetesi Kur’ân-ı Kerîm ve Nebevî beyanların geniş caddesinde ve dairesinde bulunmaktır. Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfelerin fert ve toplumlar için getirmiş olduğu yüce ve yüksek hakikatlerin muhtaç gönüllere ulaşması dilek ve temennileri ile..
Musa Kazım Gülçür
Dipnotlar
⇡1 | El-Mevsûatu’l-Fıkhiyye, 36/210, Vezâratu’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmî, Kuveyt-1986. |
---|---|
⇡2 | Dağcı, Şamil, “İslam Aile Hukukunda Evlenme Engelleri”, s. 195. |
⇡3 | İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 1/ 478, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut, Lübnan, trsz. |
⇡4 | Râzi, Tefsiru’l-Kebir Mefâtîhu’l-Ğayb, 10/26, Dâru’l-Fikr, Beyrut, Lübnan-1981. |
⇡5 | Râzi, ae., 10/27. |
⇡6 | Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredat fî Ğarîbi’l-Kur’ân, 1/27, Mektebetu Nezzâr, trsz.; İbnu Manzûr, Lisânu’l-Arab, 2/137, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan-1999. |
⇡7 | Râzi, ae., 10/28. |
⇡8 | İbnu’l-Arabî, ae., 1/479. |
⇡9 | Râzi, ae., 10/30. |
⇡10 | Râzi, ae., 10/30-31. |
⇡11 | İbnu’l-Arabî, ae., 1/486. |
⇡12 | Râzi, ae., 10/35-36. |
⇡13 | Râzi, ae., 10/39. |
⇡14 | Beyhakî en-Neysabûrî, Ahkâmu’l-Kur’ân li’l-İmam eş-Şâfiî, 1/181, Dâru İhyâi’l-Ulûm, Beyrut-1990. |
⇡15 | İbn Manzûr, ae, 49/4537, “nekeha” maddesi; İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhâh Tâcu’l-Luğati ve Sıhâhi’l-Arabiyyeti, 1/413, Dâru’l-İlm Li’l-Mollâyîn, Beyrut-1984. |
⇡16 | Cessâs el Hanefî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2/112, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan-1992. |
⇡17 | Cessâs, ay. |
⇡18 | Hüseyin b. Ali el-Beyhakî, Kitâbu Süneni’l-Kübrâ mea’l-Cevheri’n-Naki, Nikâh, 7/170, Dâiratu’l-Maârif, Haydarabad-1353. |
⇡19 | Beyhakî, ay. |
⇡20 | Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslamiye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, 2/98. |