Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Mehdi ve Mehdi’den sonra zuhur edecek şahıslar her hâlde birer şahs-ı mânevî olarak vazife yapacaklardır. Mehdi’nin zuhuruyla alâkalı sahih kaynaklarda pek çok hadis vardır. Bu mevzuda peşin hükümlü olmamak ve Mehdi’yi, Mehdiliği bütün bütün nefyetmemek gerekir.
Bu meseleyle alâkalı ilk hatayı kısmen determinist olan bazı önemli şahıslar yapmışlardır. Onlar, Allah’a inanan, ancak bazı hususlarda determinist kimselerdir. Bazı düşünceleri itibarıyla İbn Haldun da bunlar arasında sayılır. O, devlet yapısı ve felsefî tarih mevzuunda âlem-i İslâm’ın yetiştirdiği nadide simalardandır. Ama sebeplere tesir-i hakikî verme bakımından da esbapperest addedilir. Zira o, her şeyi sebeplerle izah etmeye çalışır. İhtimal bu yüzden Mehdi’ye ait hadisleri inkâr edenler arasında yer almıştır. İbn Haldun, Hâkim’in Müstedrek’inde, Beyhakî, Ebû Dâvûd ve Tirmizî’de ismi ile geçen Mehdi hadislerini çeşitli yollarla reddeder. (İbn Haldun, Mukaddime 1/311-312) Günümüzde de bu anlayışta pek çok determinist vardır ve onlar da Mehdiliği temelden inkâr etmektedirler.
Aslında Mehdilik inancı, insan iradesiyle mütenakız değildir. Aksine böyle bir inanç, insanlara ümit verir. Yani Cenâb-ı Hak, bu dinin sahibidir. O, evvelâ, insanların hidayete ermeleri için peygamberler göndermiş, peygamberliğin kesilmesiyle de veliler göndermiştir. Allah’ın bu sevgili kulları da cemaatlerinin şahs-ı mânevîsiyle bu önemli alanda hizmet vermişlerdir.
–Allahu a’lem– Mehdiyet de işte böyle bir şahs-ı mânevînin adıdır. Ancak bu şahs-ı mânevînin başında onu temsilen bazı zatların bulunması da bazen söz konusu olur ki, bu zatlar genelde, devirlerinin kültürlerine, din-i mübîn-i İslâm’ın bütün ilimlerine vâkıf kimselerden olagelmiştir. Yani onlar, Kitap, Sünnet, icma-ı ümmet, kıyas-ı fukaha ile Kelâm ve Fıkıh ilimlerini bilmekle beraber, devirlerinin fünûnuna vâkıf, zâhir ve bâtından haberdar bir kısım mümtaz simalardır ve yaşadıkları çağı doğru okuyup doğru yorumlayacak kadar da küllî bir bakış ve değerlendirmeye sahiptirler. Aksine bunlar, sağda-solda kış sineği gibi uyuşuk uyuşuk pinekleyen müddeîler türünden seviyesiz kimseler değildir.
Evet, onlar, devirlerini müdrik, devirlerinin şartlarına bihakkın vâkıf insanlardır. Belki hiç belli olmayacaklar ve pek çokları tarafından bilinemeyeceklerdir. Ama edip eyledikleriyle umumî bir dirilişe öncülük edeceklerdir. Mehdi’nin cemaati içinde bulunmak mevzuunda bir mecburiyet yoktur. Bir insan onun cemaatinin dışında da bulunup dine hizmet edebilir.
Mehdi (hidayete vesile olan) mânâsında yeryüzünde pek çok insan çıkmış, her birisi kendi sahasında hizmet etmişlerdir. Müstakîm olanların Cenâb-ı Hak sa’ylerini meşkûr etsin! Bu mevzuda bizleri de ifrat ve tefritten muhafaza buyursun! Nice ifrat eden cemaatler vardır ki, kendi şeyhlerini veya mürşitlerini Mehdi saydıkları için cemaatleri dışında bulunan kimselere Müslümanlık adına hakk-ı hayat tanımamakta ve böylece gaflet ve dalâlete sürüklenmektedirler. Nice kimseler de vardır ki, ümmet-i Muhammed için ümit kaynağı olan Mehdiliği inkâr etmek suretiyle onlar da ayrı bir inhirafa düşmektedirler. Bunların biri ifrat, diğeri de tefrittir. Her ikisi de, sırat-ı müstakîmden inhirafın ifadesidir. Sırat-ı müstakîmde kalmayı düşünen kimseler, Mevlâ-i Müteâl’e sığınmalı ve O’ndan sırat-ı müstakîm erbabı olmayı dilemelidir.
Kaynak: Çizgimizi Hecelerken, “Mehdi Şahs-ı Manevidir”