İmam-ı Gazalî Hazretleri, Esma-yı İlâhiye’den “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimlerini İsm-i A’zam (en büyük isim) olarak kabul etmiş; haklarında bir risalecik yazarak onları okumanın değişik hastalık ve belalara şifa ve kalkan olacağını söylemiştir. Gümüşhânevî Hazretleri de, onun dualarını Mecmûatu’l-Ahzâb’a dâhil etmiştir. Mesela, on defa “Allahu ekber” dedikten sonra “Bismillâhirrahmânirrahîm”le başlayıp “Ferdun, Hayyun, Kayyûmun, Hakemun, Adlun, Kuddûs” demenin şerlilerin şerrinden korunmaya ve zafer kazanmaya vesile olacağını nakletmiştir. Üstad Hazretleri de, Sekîne ve Tahmîdiye gibi duaların başında bu isimleri zikretmiştir.
Beş vakit içerisinde “salât-ı vustâ”, cuma gününde “vakt-i icâbe” (duaların umumiyetle kabul olacağı saat), insanlar arasında veli kullar, ramazan ayında Kadir Gecesi, bütün tâat ve ibadetler içerisinde rıza-yı ilâhî, kâinatın ömründe kıyamet ve ferdin hayatı içerisinde ölüm anı gizlendiği gibi; Esmâ-i Hüsnâ arasında da İsm-i A’zam gizli tutulmuştur. Mü’minlerin sürekli uyanık, dikkatli ve devamlı Allah’a (celle celâluhû) ibadet ve tâat içerisinde bulunmalarına vesilelik eden bu gizlilikten dolayı hangi ismin “a’zam” olduğu da bilinememiş; pek çok muhtelif isim, İsm-i A’zam olarak zikredilmiştir.
İsm-i A’zam olarak rivayet edilen isimlerin hemen hepsi me’suratta (Kur’ân ve sünnet kaynaklı dualarda) vardır. Dua Mecmuası’na bütün o isimleri koymaya çalışmıştım. Hatta meselenin bir sırrı olabileceği düşüncesiyle aynı kelimeler, farklı rivayetlerde geçiyorsa, birbirine yakın lâfızlarla rivayet ediliyorsa bile tamamını almış; o sözler, Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) ait olduğu için hepsini çok kıymetli görerek hiçbirini kaçırmamaya gayret etmiştim.
Dua Mecmuası’nda da görüleceği gibi “Ferdun, Hayyun, Kayyûmun, Hakemun, Adlun, Kuddûs”den başka, “Rahman, Rahîm, Hannân, Mennân, Melik, Selâm, Mü’min, Müheymin” gibi isimler de İsm-i A’zam olarak rivayet edilmiştir. Ayrıca, tek bir isim şeklinde değil de âyet ya da izâfet terkibi olarak zikredilen “Bedîu’s-semavâti ve’l-arz”, “Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm”, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” ve Âyetü’l-Kürsî gibi İsm-i A’zam olduğu söylenen başka rivayetler de vardır. Bunlar İsm-i A’zam’ın tecellî alanı mı, İsm-i A’zam bunlarda mı tecellî etmiş; yoksa bunların içinde geçen Cenâb-ı Hakk’ın mübarek isimleri mi İsm-i A’zam? Bu, sadece Allah Teâlâ’nın bileceği bir meseledir.
Aslında, biz Esmâ-i İlâhiye’nin tamamını bilmiyoruz. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kimsenin afet ve musibetler dolayısıyla tasalandığında okuması için talim ettikleri duada, “Allah’ım, ben senin kulunum, kullarından bir erkekle bir kadının oğluyum. Perçemim senin (kudret) elindedir. Hakkımdaki kararın yürürlükte ve takdirin âdilânedir. Senden, kendini isimlendirdiğin, ‘Kitab’ında zikrettiğin, mahlûkatından herhangi birine öğrettiğin veya gayb ilminde kendine tahsis ettiğin (kimseye bildirmediğin) her ismin hürmetine; Kur’ân’ı kalbimin baharı, gözümün nuru, hüzün, gam ve tasamın gidericisi kılmanı diliyorum” buyuruyor.
Demek ki, sadece bir insanın bildiği; yalnız bir kitapta zikredilmiş, tek bir salih kul, cin veya meleğe bildirilmiş ya da nezd-i uluhiyette mazhar-ı isti’sâr olmuş (kimseye bildirilmeyip ilm-i ilâhîye has kılınmış) isimler de vardır.
Ayrıca, siz muztar kaldığınız ve ihtiyaç hissettiğiniz zaman, herhangi bir lâfızla Cenâb-ı Hakk’a çağrıda bulunursunuz. Söylediğiniz lâfız ne olursa olsun, içinizin sesi ve gönlünüzün ifadesiyse hiç farkına varmadan o gizli bırakılmış isimlerden birini ya da İsm-i A’zam gibi kabul edilecek bir ismi telaffuz edebilirsiniz. Mesela, “Ben bâis u fakîrim, sense düşkünlerin elinden tutan” dersiniz. Esmâ-i İlâhiye’de bunun karşılığı bir isim bilmiyoruz; ama belki bu da onlardandır. Mesela, “Ben muztar u muhtacım, muztar olanların ızdırarını gideren de sensin” dersiniz ve bunu Cevşen’de geçen “Yâ Fârice’l-hemm, yâ Kâşife’l-ğamm” yerinde kullanabilirsiniz. Eğer samimî ve gönülden iseniz Cenâb-ı Hak dilinizin bağını çözer ve farkına varmasanız da size İsm-i A’zam’ı söyletir. Fakat diliniz gönlünüze tercüman değilse, İsm-i A’zam’ı da söyleseniz, o işin bir yanını eksik bırakmış olursunuz.
İşte bundan dolayı, Hak dostları, yalvarış ve yakarışların ancak sıdkla edâ edildiği ölçüde “İsm-i A’zam”a iktiran etmiş gibi rahmet arşına ulaşacağını ve hüsn-ü kabûl göreceğini söylemişlerdir. Evet, samimiyet, sıdk ve sadâkat âdeta İsm-i A’zam iksiri gibi tesir eder. Bayezid-i Bistâmî, kendisinden İsm-i A’zam’ı soranlara “Siz, Allah’ın isimleri içinde İsm-i Asğarı (en küçük isim) gösterin, ben de size İsm-i A’zam’ı göstereyim” der ve ilâve eder: “Bence İsm-i A’zam tesiri yapacak bir şey varsa, şüphesiz o da sıdktır; sadâkatle hangi isim okunsa, o İsm-i A’zam olur.”
Evet, insan Cenâb-ı Hakk’a samimî teveccüh etmeli ve Esmâ-i İlâhiye’yi, Sıfat-ı Sübhâniye’ye yanaşma hususunda çok önemli bir merdiven olarak değerlendirmeli. Zât-ı Ulûhiyeti tanımanın, ancak Esmâ-i İlâhiye’yi bilmekle mümkün olacağını kabul etmeli. Bütün kalbiyle onların arkasına düşmeli. Bir gönül insanı olarak bu isimleri bilmeli ve zikretmeli.