Bizim hayatımızın müspet veya menfî kareleri, bizim leh veya aleyhimize olan yönleriyle, tamamen Allah’ın dileme ve meşîetine bağlıdır. Allah (celle celâluhû) neyi murad buyurursa onu yapar. O yaptığını ve yapacağını hiç kimseye sorma ihtiyacında değildir. Zaten “Allah ne dilerse o olur. Onun olmamasını dilediği ise asla olmaz” (Ebû Dâvûd, sünnet 6, edeb 100) hadisi bir kaide-i mukarreredir.
Allah (celle celâluhû) neyi dilerse o keynûnet kazanır, oluverir. Neyin olmamasını dilerse o da olmaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. O da, Cenâb-ı Hakk’ın meşîetinin adem ve “yok”a da taallûk etmesi meselesidir. Durum böyle olunca, Allah neyin olmasını murad eder ve dilerse o olur. Neyin de olmamasını dilerse o da olmaz. Evet meşîet-i ilâhî “yok”a da “var”a da taallûk eder.
Yoksa, bazılarının dediği gibi, “Meşîet-i ilâhî taallûk ederse o şey olur, taallûk etmezse olmaz” gibi bir düşünce doğru değildir. Yani, meşîet-i ilâhînin taallûk etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü yokluk da aynen varlık gibi meşîetin elinde yoğrulmaktadır.
Mu’tezile ve Cebriye, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) ifadesindeki bu inceliği kavrasalardı, düştükleri vartaya düşmeyeceklerdi. Zira, her iki durumu da, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) meşîet-i “keynûnet” ile anlatmaktadır.
İman ve hidayet hususunda da meşîet her şeydir. Meseleyi bu zaviyeden ele alanlar, imanı tarif ederken şöyle derler: “İman, insanın iradesini kullanmasıyla, Allah’ın onun içinde yaktığı bir ışıktır.” Sen çalışacaksın, Allah (celle celâluhû) da onu yaratacak. Evet, o ışığı sen yakamaz ve kalbinde sonsuza dek tutamazsın. O ışık ancak Allah dilerse yanar ve içteki aydınlık da ancak Allah dilerse hâsıl olur. Başkalarının hidayetine vesile olmak isteyenler, bu hususu iyi düşünmeli ve kendi vazifelerini yapıp neticeyi, yani, muhataplarının gönlünde iman nurunun yanması sonucunu Allah’tan (celle celâluhû) beklemelidir. Bu sonuç hâsıl olursa da, her şeyi asıl sahibine vermeli ve şirke düşmemelidir.
Evet, bir kere daha hatırlatmalıyım ki, “Allah dilemeyince olmaz” demektense “Allah’ın olmamasını dilediği olmaz” demek daha doğrudur. Böyle söylenirse, meşîet-i ilâhînin adem âlemlerine de taallûk ettiği ifade edilmiş olur. Acaba yok olan şeyler, kudret ve iradenin taallûk etmemesi sonucu mu yoktur; onlara yok diyoruz? Öyle değilse, yokluğuna kudret ve iradenin taallûku açısından mı yok diyoruz? İşte burada o farkı ortaya koymak için hadis-i şerifi iyi anlamak ve “Allah’ın dilediği olur, olmamasını dilediği olmaz” şeklinde tercüme etmek gerekir.
Üstad Hazretleri de, “adem âlemleri” tabirini kullanıyor. Cenâb-ı Hakk’ın ilmi muhittir. İlmi, “vacib”e taallûk eder, “mümkin”e de taallûk eder ve aynı zamanda “madum”a da taallûk eder. Cenâb-ı Hakk’ın kudreti ve iradesi ise mümkine taallûk eder. (Bediüzzaman, Mektubat, On Beşinci Mektup, Altıncı Sual) Haddizatında, ademin vücuda gelmesi de mümkündür. Öyleyse, adem âlemleri de Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve iradesinin taallûk sahası sayılır.
Cenâb-ı Hakk’ın ilmi ezelîdir. Aynı zamanda da ebedîdir. Ezel aynı zamanda ebed demektir. Zamansızlık, mekânsızlık demektir. Cenâb-ı Hakk’ın ilmi ezelden ebede kadar her şeye belli bir noktadan bakar, her şeyi ihata eder, her şeyi belli tutar. Hiçbir şey yokken, Cenâb-ı Hakk’ın ilmi, yine o yokları biliyordu. Bir kısım şeyler vardı ki, onlar sonradan meydana gelecekti, olacaktı; mümkinü’l-vücuddu. Onun karşılığında zaten Vacibu’l-vücud vardır. Demek ki, bugün meydana gelen şeyler kudret ve iradenin taallûk alanına girdiği gibi; şu anda yok olan şeyler de, ilerde var olabilirler; dolayısıyla, onlar da yine “kudret”, “irade” ve “meşîet”in taallûk alanına girebilir.
Akılla çok şeyi kavrayamıyoruz. Bazı meselelerde farazî olarak bir fikir yürütüyoruz. Ama zatında bu husus doğru olabilir. Zât-ı ulûhiyetle alâkalı zatında doğru olabilir. Belki meseleyi tam sağlam bir çerçeveyle ortaya koyamıyoruz. Yani, “kudret” ve “irade”, “yok”a nasıl taallûk ediyor, onu kavrayamıyoruz. Ama tamamen mümtenî de görmüyoruz.
Kudret ve İradenin taallukuyla varlık sahasına çıkan şeylerin, o taallukun kesilmesiyle yok olması söz konusu mudur?
Meşieti ilâhîyle ilgili konuşurken çok dikkatli olmak lazım. Bazen sözlerimizin nerelere vardığını bilemiyoruz. “Yok olanların yok olması taallukun kesilmesiyle söz konusu mu?” gibi bir soruda “Yok olan şey, sanki sebeplerin fikdanıyla yok oluyor.” gibi bir mânâya gelir ki yanlıştır. Her şeyde olduğu gibi yoklukta da illeti tâmme, meşieti ilahinin taallukudur.
İnsanın davranışlarıyla alakalı meselelerde illeti tâmme, iradei külliyenin yanında iradei cüz’iyenin taallukudur. Yaratma meselesi Allah’a (cc) mahsustur. Maturidîlerin zaten ortaya koyduğu farklılık odur; yani bir meseleyi Allah diliyor, onun olmasını murad buyuruyor. Sonra insan iradesi ona taalluk ediyor ve o oluyor. Oluyor derken de ‘cebren oluyor’ şeklinde anlamamak lazım; Allah yaratıyor. Orada da meşieti ilahi esastır. Allah’ın “ol” dediği oluyor. Esbab bi’l külliye bir araya gelse, illeti tâmme tecelli etse, yine de meşieti ilahi olmayınca, Allah’ın dilemesi olmayınca o şey meydana gelmez.
Meseleyi Cebrîlerin veya Cebri Mutavassıtların ele aldıkları gibi ele alırsanız, “Allah’ın dilediğinden başkasını dileyemezsiniz.” derseniz, bu temelde doğrudur. İtikadımız açısından öyledir. Fakat bir âdeti ilahî vardır ki, bazan sizin dediğiniz, dilediğiniz ve kendisinin de dilediği şeyleri yapar; ama istese yapmaz. Size mesela birisi bir kötülük murad eder, Allah (cc) o kötülüğü infaz etmelerine meydan vermez. Oysa ki illeti tâmmesi vardır onun; ama Allah o işi yaratmaz. Yani, ‘sebepler olursa mutlaka o iş meydana gelir’ deyip Cenâb-ı Hakk’ı muztar gibi göstermek yanlış olur. Cebrîler insanı muztar gibi gösterirken hiç farkına varmadan, bir taraftan da biz Zatı Ulûhiyeti öyle mecbur gibi göstermiş oluruz.
İlleti tâmme; malulun vücudunu bizzarure iktiza eden, yani malulun kendisiyle meydana geldiği şey demektir. Fakat, “Bir şeyin illeti, Allah’ı o işi yaratmaya mecbur kılar, bir şeyin illeti varsa Cenâb-ı Hak onu yaratmaya mecburdur.” demek Mutezile’nin hatalı düşüncesidir. “Siz sebepleri tamamıyla yerine getirirseniz, Allah, haşa neticeyi yaratmaya mecburdur.” inancı çok büyük bir Mutezilî yanlışlıktır. “İnsanın, dileme gibi bir seçeneği yoktur, o yapmaya sevk edildiği şeyi yapacaktır; rüzgarın önündeki bir yaprak gibidir.” sözü de Cebriye’nin çarpıklığıdır. Biri ifrat, diğeri de tefrittir.
Kaynak: Kırık Testi I, “Meşiet-i İlâhi ve Adem Âlemleri”