Soru Detayı: Etrafımızda bazı insanlar, halifeliği savunuyorlar ve halifenin olması gerektiğini, bunun için çalışılması icap ettiğini söylüyorlar. Böyle düşünmeyen ve demokrasiyi savunan Müslümanları da cehaletle hatta dinden çıkmakla itham ediyorlar. Bunlara ne dersiniz?
Cevabımız hem çok uzun olabilir hem de çok kısa.. Kısası şöyle: Böyle insanlarla bu türlü meselelerin tartışmasına girmemek. Çünkü yıllardır bunlar tartışılıyor ama ne onlar ikna oluyor, ne de halifelik geliyor! Halifelik, imani bir mesele değildir ki, onu savunmayan dinden çıkmış olsun. Bu mesele, bazı akımlar tarafından tartışıldığı için daha sonraları kitaplara girmiştir.
Fakat halifeliği savunan, bu konuda sert tavırlar içerisine girenlerin tesirinde kalan insanlarla uzun boylu ilgilenmek gerekir. Bunu yaparken hep; Allah Resulü’nün ve Sahabe Efendilerimizin insanlarla ilgilenme şekillerini, ehli kitapla diyaloglarını, hatta ehli kitap sayılmayan müşriklerle diyaloglarını, Sahabenin dinlerine sımsıkı sarılmalarının bugün, inanmayanlara karşı şiddet gösterme şeklinde örnek alındığını ve yanlış yapıldığını, Sahabe efendilerimizin değil sadece ehli kitaba, müşriklere karşı da yumuşak ve tebliğ boyutlu davrandıklarını, Efendimizin, Ebu Cehil’den de Ebu Leheb’den de çok kötülük gördüğü ve isteseydi onları öldürebilecek kudrette olduğu halde bu yolu tercih etmediğini, aksine ömürlerinin sonuna kadar onlara tebliğde bulunduğunu, üç yıl boykota maruz kaldıkları, bir kısım müslümanların orada açlıktan ölmelerine rağmen Efendimizin ve sahabenin sertleşmediklerini, yumuşak şekilde tebliğde bulunmanın esas olduğunu, kuvvete başvurmanın ikinci planda ve zaruri durumlarda söz konusu olacağını, Efendimizin durup dururken savaşa çıkmadığını, savaşların tamamının karşı taraftan gelen savaş hazırlıklarına ya da yapılan anlaşmayı bozmalarına karşı olduğunu, savaşta bile irşadın gözetildiğini, tebliğ ve irşad için savaşılmayacağını ama tebliğ ve irşad engellendiğinde gerekirse güce başvurulacağını, buna da devletin karar vereceğini vs. siyer ve sahabe hayatından örnekleriyle anlatmak icab eder.
Uzun cevaba gelince, kısa olanlara ilave olarak, halifeliğin asıl unsurlardan sayılan bir hedef olmadığını, ne Efendimiz ne de ondan sonraki 4 halifenin insanlara hilafet merkezli yönlendirme yapmadıklarını, aksine hep tevazu, mahviyet ve hacalet içinde yaşadıklarını, en büyük hedeflerinin Allah’ı hoşnut etmek ve insanlara Allah’ı sevdirmek olduğunu, siyasi bir mülahazaya girmediklerini, girecek olsalardı Efendimizin başta Mekke emirliğini kabul etmesi gerektiğini halbuki müşriklerin bu tekliflerini reddettiğini, halife/imam/idareci seçim ve tayininin İslam’da belli bir şeklinin olmadığını, bunların insanların arasındaki anlaşmaya bırakıldığını, ayrıca dünyada İslami kimlikle ortaya çıkan pek çok sert hareketin dış kaynaklı olduğunu, bunun alttaki insanlar tarafından fark edilmediğini, ancak dünya geneline bakıldığında en sert devletlerde dahi bu hareketlerin yer aldığını bunun da, İslam’ı bir şiddet dini olarak göstermek için o sert devletler tarafından bilerek yapıldığını ispat ettiğini, yani bir siyaset için kullandıklarını, bu hareketlerin içindeki samimi insanların da bu oyuna geldiklerini, İslam’ın son elli yılda yayıldığını ve bunu gören dünya güçlerinin, İslam’ı kötü göstermek için, bünyesinde şiddet barındıran ya da şiddete açık katı grupları desteklediklerini, halbuki yıllardır var olan ve bugüne kadar bir devlet kurma peşinde koşan bu hareketlerin bugüne kadar en ufak bir devlet kuramadıklarını ve kuramayacaklarını, çünkü hakim güçlerinin maksadının bunlara devlet kurdurmak değil, İslam’ın yayılışını durdurmak olduğunu, hasılı, bazı Müslümanların zayıf damarlarının ehli dünya ve hakim güçler tarafından kullanıldığını anlatabilirsiniz.
Evet, bu katı hareketler, tarihin de şehadetiyle ne ölüyorlar ne de oluyorlar. Ölmezler çünkü yanlış ve felç halde yaşamaları, hâkim güçlerin işine geliyor. Olmazlar çünkü hâkim güçler onların ileri gitmelerini istemezler. Böylece yem olup gidiyorlar birilerine.. Bu arada tabi olan, İslam âlemine, Müslümanlara, Müslüman imajına ve ışığa muhtaç insanlara oluyor. Belki de böylece hâkim güçler, maksatlarına ulaşmış bulunuyorlar.
Ayrıca şunları da söyleyebiliriz:
Hilafet ile ilgili hadisleri ve ayetleri değerlendirip siyasi manada bir hilafetin anlaşılmasının mümkün olduğunu da olmadığını da düşünenler vardır. Mesela İmam Tirmizi, Peygamberimiz aleyhissalatü vesselam’ın halifelikle alakalı bir tayinde bulunmadığını, dolayısıyla hadislerden siyasi manada bir halifeliğin anlaşılamayacağını söyler. Ebu Ya’la ise, siyasi manada hilafetin hadislerde ifade edildiğini belirtir. Biz halifeliğin hadislerde ifade edildiğini kabul edelim, bir zararımız olmaz. Ancak bugün halifeliğin ispatından ziyade önemli başka meseleler var:
Birinci mesele, halifeliğin tayinidir. Yani bugün halifelik olsun, halife tayin edilsin denilirse bunu kim organize edecek, kim yönlendirecek. Arabistan mı, Türkiye mi, Malezya mı ya da Avrupadaki Amerikadaki müslümanlar mı? Bir ülkenin kendi kendine ilan ettiği halifeliği öbür taraf kabul etmek zorunda mıdır, değil midir? Zorundaysa bu zorunluluğu kim belirleyecek. Halifenin halifeliğini kabul etmeyen öldürülecek mi? Mesela Malezya Suudi Arabistanın halifeliğini kabul etmediğinde bütün Malezyalılar öldürülecek mi? Bu fetvayı kim verecek. Mesela OSmanlı halifeliğin temsilciliğini yaptı ama kimseyi bana uyacaksınız diye zorlamadı. Halife olduğunu kabul edenler de oldu etmeyenler de. Ama OSmanlı hiç bir milleti halifeye tabi olmadığı için öldürmedi. Karamanoğulları mesela biraz pürüz çıkardı, Fatih aldı onları Balkanlara yerleştirdi. Yani demek istediğimiz şudur: Ayet ve hadislerdeki ifadelerden siyasi manada halifelik manası çıkarılsa bile bu halifeliğin tayin ve tesbiti, halifelik diye yola çıkmayla olmaz/olmamıştır. Aksine bu tür gayretler her zaman fitneye açıktır, tarihte halifelik iddiaları yüzünden fitne çıkmıştır. Halifelik deyip, bazı iddialarda bulunarak yola çıkmak mı önemli yoksa fitneye sebebiyet vermemek mi? Ayrıca, hadislerde ifade edilen imamlık ya da halifelik, hemen birini başınıza koyun, bütün müslümanlar da ona tabi olsunlar şeklinde anlaşılabilir mi? Diyelimki asrı saadette bu böyle oldu, başa bir büyük insan seçildi ve herkes ona tabi oldu. Peki bugün herkes sahabe ayarında ve tebaiyeti kuvvetli toplumlar mı ki hemen toparlanacaklar ve bir insana tabi olacaklar. Bunun imkansızlığı da ortada, zorluğu da.. Öyleyse mesele hilafet meselesi değildir ve olmamalıdır da.. Mesele insan yetiştirmedir, eğer olacaksa hilafet vs. işler onlar bizi şu an alakadar etmemektedir. Sonraki dönemlerde bunlar gerçekleşecekse bunu sonraki insanlar düşünsünler.
İkinci meseleye gelince şu an mümkün olmayan, gerek de duyulmayan bir hususu sanki birinci meseleymiş gibi öne almak ve tartışmak, imanın zaafa uğradığı, imansızlık probleminin yaşandığı, müslümanların kıvamlı müslüman olamadığı, büyük perişanlıkların vaki olduğu bir dönemde gündeme getirmek ve böylece müslümanlar arasında fitneye yol açmak büyük bir vebali gerektirir. Halifelik önemli olabilir ama fitne çıkarmamak daha da önemlidir. Fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir. (Bakara Suresi, 2/191,217)
Üçüncü bir mesele de, halifelik bir kıvam işidir. Bazı insanlar daha insanların kıvamı gerçekleşmeden halifelikten bahsetmeye başlıyorlar. Kıvam kalite, evrensellik, bütün insanları kucaklayıcılık vs. gerçekleşmeden halifeliğin bir manası yoktur. Hazreti Ömer halifeyken bütün inanan inanmayan herkese bağrını açıyordu. Bilhassa dört halifeden, Hazreti Hasan’la beraber beş halifeden sonra belki Ömer b. Abdülazizi de ekleyerek altı halifenin dışında hilafeti tam manasıyla kendisinde cem edip icra eden halife gelmemiştir. Buna, Osmanlı padişahları da dâhildir. Kaldı ki halifeliği temsil eden Padişahlar çoğu itibariyle kabiliyet, ilim, mahviyet itibariyle kaliteli insanlardı. Koca ülkeyi idare etmişler, çeşitli din ve ırktan insanları idareleri altında asırlarca gül gibi geçindirmişlerdi. Ona rağmen halifeliği ilk dört halife oranında temsil edemedikleri de ehl-i tahkikin genel kanaatidir. Şimdi bazıları daha demokrasiyi bile hazmedemiyorlar, halife olunca Hıristiyanları nasıl kucaklayacaklar, Budistleri nasıl müsamahayla karşılayacaklar. Böyle bir tavır ortaya koyacaklarını hiç zannetmiyoruz. Belki şiddet kullanacaklar ve İslam’a daha fazla zarar verecekler. Bırakalım, başka dindekileri kucaklamayı, Müslümanlar arasındaki görüş ayrılıklarına dahi tahammül edebileceklerini sanmıyoruz. Bunun emaresi, bugün halifeliği hedef olarak ortaya koyan kesimlerin, başka görüşte olanları çok şiddetli tahkir, tezyif ve hatta tekfir etmeleridir.
Dördüncüsü, hilafet, siyasi bir meseledir. İmanın ve İslam’ın şartları arasında sayılmamaktadır. Dolayısıyla dinimizin ana unsurları arasında değildir. Böyle ana unsurlar arasında olmayan bir konu, ana meseleymiş gibi öne çekilirse, hem dine zarar gelir hem Müslümanlara, hem de Müslümanlıktan istifade edebilecek durumda olanlara.. Fıkıh kitaplarına bakıldığında bile, siyasi mevzulardan sayılan hususlar, yaklaşık % 2-2,5 gibi çok az bir yer tutar. Oysaki bir komşuluk, bir itikaf hakkında bile uzun uzun bahisler açılmıştır. Demek ki esas olan imandır, ameldir, inanıp amel edecek olan insandır, insanın kalitesidir. Diğer meseleler ise zamana bırakılır ve onu geleceğin insanları takdir eder. Merhum Kutup da ömrünün sonunda bunun böyle olduğunu hatıralarında ikrar ve ispat ediyor.. Öyleyse etrafınızdaki insanlara, hadis ve ayetlerde hilafetle alakalı kavramların olduğunu kabul ettiğinizi ama bunları tartışmanın ve öne çekmenin yeri ve zamanı olmadığını, gerek de olmadığını anlatmaya çalışırsınız…