Aslında bu sorunun doğru cevabını anlayabilmek için dinimizde eşlerin birbirine karşı vazifelerini iyi bilmek gerekir. Kocanın hanımına karşı yerine getirmesi gereken vazifeler olduğu gibi kadının da kocasına karşı sorumlulukları vardır. Kocasının emanetlerine sahip çıkmak, ondan izinsiz evden ayrılmamak, kanaat sahibi olmak, kocası kendisini yatağa çağırdığında ona itaat etmek vs.
Öncelikle şunu belirtelim ki eğer kocası Allah’ın emirlerine zıt isteklerde bulunuyorsa, kadının kocasının bu isteklerini yerine getirme mecburiyeti yoktur çünkü Allah hakkının bulunduğu bir yerde kul hakkından söz edilemez. Mesela erkek eşinden başını açması, dışarı çıkarken koku sürünmesi, kaşlarını alması, makyaj yapması, açık saçık giyinmesi gibi dinin haram kıldığı fiilleri yapmasını istiyorsa, kadın bunların hiçbirini yapmak zorunda değildir. Yaparsa ikisi de günahkâr olurlar. Erkek bunları emrettiği, kadın da bu gayrimeşrû isteklere uyduğu ve onları yaptığı için. Aynı şekilde kocanın eşinden farz olan ibadetleri terk etmesini isteme gibi bir hakkı ve kadının da bunlara uyma mecburiyeti yoktur. Mesela erkek, kadına farz olan namaz, oruç gibi ibadetleri terk ettiremez.
Nafile ibadetlerde ise durum biraz daha farklıdır. Kocası yanında bulunan bir kadın nafile ibadet yapacağı zaman ondan müsaade istemelidir çünkü kocanın ona ihtiyacı olabilir. Kocanın hakkı nafile ve farz-ı kifaye ibadetlerden daha önce gelir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-u İslâmiyye, 2/166.) Mesela kadın kocasından müsaade almadan nafile oruca niyetlenecek olsa, kocası ona bu orucunu bozdurabilir zira Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: لَا يَحِلُّ لِلْمَرْأَةِ أَنْ تَصُومَ وَزَوْجُهَا شَاهِدٌ إِلَّا بِإِذْنِهِ وَلَا تَأْذَنَ في بَيْتِهِ إِلَّا بِإِذْنِهِ “Bir kadın için kocası yanında iken ondan izinsiz nafile oruç tutması ve evine ondan izinsiz bir yabancının girmesine izin vermesi helâl değildir” (Buhârî, nikâh 86.).
Bunun dışında kadının belli aralıklarla anne-babasını ve akrabalarını ziyaret etme hakkı, kocası evde öğretmiyor veya öğrenmesine fırsat vermiyorsa, zaruri dinî ilimleri öğrenmek için ilim meclislerine katılma hakkı, zengin bulunup da kendisine hac farz olduğunda yanında bir mahremi olmak kaydıyla hacca gitme hakkı gibi hakları vardır. Evet, normal şartlarda kocasından izinsiz dışarı çıkması câiz olmayan kadının bu durumlarda kocası izin vermese de dışarı çıkması câizdir. Tabii ki bunları hep müsamaha çerçevesinde hareket ederek karşılıklı anlaşmayla çözmek daha güzeldir.
Hiç şüphesiz kadın, yapmakla sorumlu olduğu konular dışında kalan meselelerde kocasının her istediğini yerine getirmek zorunda değildir. Ancak bu konuda gelen hadis-i şeriflere baktığımızda, kocanın hanımın meşru isteklerini karşılama, onun nafakasını sağlama, ona mülâyemetle, merhametle muamele etme vs. görevleri olduğu gibi kadının da kocasının rızasını kazanmaya çalışması, onun gönlünü hoş tutması ve ona itaat etmesi gibi vazifelerinin olduğu anlaşılır.
Bununla ilgili bazı hadislere bakalım:
- أَيُّمَا اِمْرَأَةٍ مَاتَتْ وَزَوْجُهَا رَاضٍ عَنْهَا دَخَلَتِ الْجَنَّةَ “Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.” (Tirmizî, radâ 10).
- Efendiler Efendisi’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) denildi ki: “Ey Allah’ın Resûlü, hangi kadın daha hayırlıdır?” Dünya-ahiret sultanı şöyle cevap verdi: “Kocası bakınca onu sürura gark eden, emredince itaat eden, nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!” (Nesâî, nikâh 14.)
- لَوْ كُنْتُ اٰمِرًا أَحَدًا أَنْ يَسْجُدَ لِأَحَدٍ لَأَمَرْتُ الْمَرْأَةَ أَنْ تَسْجُدَ لِزَوْجِهَا “Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim.” (Tirmizî, radâ 10).
- إِذَا دَعَا الرَّجُلُ امْرَأَتَهُ إِلٰى فِرَاشِهِ فَأَبَتْ فَبَاتَ غَضْبَانًا لَعَنَتْهَا الْمَلَائِكَةُ حَتّٰى تُصْبِحَ “Erkek hanımını yatağına çağırır, o da bunu (meşrû bir mazereti olmadığı halde) kabul etmez ve kocası ona kızmış bir hâlde gecelerse melekler o kadına sabah oluncaya kadar lanet okurlar.” (Buhârî, nikâh 85).
Diğer yandan Cenâb-ı Hak Nisâ Sûresinde, evin reisinin erkek olduğunu ifade ettikten sonra, فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ “Salih kadınlar itaatkârdılar.” (Nisâ Sûresi, 4/34) buyuruyor. Dolayısıyla aslında kocasına itaat eden bir kadın Cenâb-ı Hakk’ın emrine itaat etmiş oluyor. Yanlış anlaşılmasın, kadının kocasına itaati, onu mağdur etmek için değil, ailenin dirlik ve düzenini muhafaza etmek için vaz edilmiş bir hükümdür.
Bu konuda kadının kocasının belli eksik ve kusurlarını ileri sürerek dinin bu emrini ihlal etmesi de kabul edilemez çünkü evlilik devam ettiği sürece, karı-koca hukukuna riayet şarttır. Günümüzde eşler arasındaki mücadelenin körüklendiği ve eşitlik davasıyla kadınların isyana zorlandığı bir ortamda bu konuda kararlı olmak önemli bir husustur. Eğer modern dünyanın kadın ve erkeğe biçtiği roller doğru olsaydı, boşama oranları bu kadar artmaz ve aile içi mutsuzluk ve huzursuzluk bu kadar yüksek seviyelere tırmanmazdı. Unutmamalı ki günümüzde Müslüman dünyaya dayatılmaya çalışılan anlayışın aksine kocaya itaat etmek gericilik olmadığı gibi ona diklenip karşı gelmek de ilericilik/modernlik değildir zira bizim referanslarımız, modernitenin sakat neticeleri değil, dinimizin sarsılmaz ve yanıltmaz hükümleridir.
Fakat kocasına karşı gönlü kırılan, kalbi incinen bir kadına karşı da erkeğin: “Ailenin reisi benim. Sen bana itaat etmekle mesulsün!” diyerek baskı uygulaması doğru değildir çünkü kadınlara karşı güzel davranmak da Kur’ân’ın emridir. Hatta erkeklerin en hayırlısı, kadınlara karşı en güzel muamele eden kimse olarak gösterilmiştir (Tirmizî, radâ 11). Bu açıdan İslâm’ın emirlerini bir bütün olarak algılamalı ve kadınların hissîliklerinden kaynaklanan bir kısım olumsuzluklara karşı müsamaha ve sabırla hareket edilmelidir.
Diğer yandan itaat mevzuunu askerlikteki kurallar çerçevesinde astın üste itaati gibi algılamak da doğru değildir. Oturduğu yerden emirler yağdıran ve karısını köle gibi gören bir anlayış İslâm’a mâledilemez. Bilakis kadının kocasına itaat etmesi demek, başta ona saygı göstermesi, onun aile içindeki otoritesini kabul etmesi, evliliğin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmesi, olur olmaz işlerde onunla mücadeleye girmemesi, istişare ve görüşmelerden sonra son sözü ona bırakması demektir. Aslında kocasına karşı bu vazifelerini yerine getiren bir kadın, kocasının şefkat, merhamet ve ilgisini de daha fazla üzerine çekmiş olacaktır yoksa devamlı kocasına karşı diklenen, bağırıp çağıran, onunla inatlaşan bir kadın öncelikle kendine zarar vermiş olur çünkü hissî ve narin bir yapıda yaratılan kadın bu gibi durumlarda erkekten daha fazla yıpranır.
Fıkıh kitaplarında geçen eşlerin birbirlerine karşı olan haklarına gelince, esasen bütün bu haklar bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda mahkeme tarafından verilecek kararda göz önünde bulundurulması gereken haklardır ve haklardaki sınırları işaret ederler yoksa bunların, karı-kocanın birbirleriyle sürekli çekişip durmasına sebep olacak şekilde kullanılması doğru değildir. Evet, eşler birbirlerini tamamlayan, birbirlerine yardım eden, destek olan, huzur ve moral kaynağı oluşturan, bir bütünün iki yarım parçasıdırlar. Öyleyse, bir taraftan haklar göz önünde bulundurulurken, diğer taraftan aile; saygı, sevgi, anlayış, fedakârlık gibi ahlâkî esaslar üzerine oturtulmalıdır.
Netice olarak, tarafların güzel bir aile yuvası oluşturup birbirlerini mutlu edebilmeleri, karşılıklı haklarını gözetmelerinin yanında birbirlerine karşı güzel muamelede bulunmalarına bağlıdır.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali