Soru Detayı: Büyüklerin sohbet meclislerinden azamî derecede istifade edebilmek için ne tür kalbî ve ruhî hazırlıklar gerekir?
Bu mes’eleyi birkaç açıdan ele alabiliriz:
1. Soruda bahsi geçen kutlu zatların sohbetlerinden istifade edebilmek için önce o şahsa güven ve itimadın tam olması gerekir. Aksi halde büyüklük psikozlarıyla, kibir, gurur ve çalım içinde ve herkese, her şeye tepeden bakarak sohbete katılmakla insan hiçbir şey elde edemez. Hatta “vakit kaybı olacak ama ne yapayım, falanı kıramadım…” şeklindeki düşüncelerle iştirak edilen bir sohbetten insanın istifade etmesi mümkün değildir. Evet, Kur’ân bu küllî hakikatı anlatırken diyor ki: “Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım..” (A’râf sûresi, 7/146) Evet, yeryüzüne sağnak sağnak, Allah’ın varlığıyla, birliğiyle alâkalı âyetler akıverse, kibirlenen, böbürlenenlerin bunlardan istifade etmesine imkân yoktur. Bir yerde Allah Rasûlü (sav) de, “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez” (Müslim, îmân 147; Tirmizi, birr 61.) buyurarak bu hakikate parmak basar. Evet, kibir ve gururla âlûde bir insanın, yani Allah’a ait “izar” ve “ridayı” kendine aitmiş gibi kullanan bir kişinin imâna uyanması, imânî hakikatlardan istifade edebilmesi imkânsızdır. Zira Allah’a ait azamet ve kibriya gerçeği, asliyetinin gereği olarak, zıllıyet küstahlığını cezalandırır. Allah’ın cezalandırdığı birisi ise, imândan tam nasibini alamaz ve imânlıların yurdu cennete giremez.
2. Haddi tecavüz etme de sohbetten istifadeye mani hususlardandır. Ne var ki, haddi tecavüz, insanlara zulüm şeklinde olabileceği gibi, kendini has veliler şeklinde görme suretiyle de olabilir. Hatta bir adım daha ileri giderek kendisinde keşf ü keramet olmadığı veya ezvak ve mevâcidi bilmediği için, o velileri kendi seviyesine indirme şeklinde de tezahür edebilir. Yani “onlar da benim gibi insanlardır. Onların sık sık bahsettikleri keşf, keramet, zevk.. vs. şöyle şöyle de yorumlanabilecek türden şeylerdir” diyerek bunların inkârına gitme de mahrumiyet sebebidir. Aslında böyle bir anlayış günümüzde, AIDS ölçüsünde tehlikeli bir hastalıktır. İmam-ı Azam’ı, Şah-ı Geylanî’yi, İmam-ı Rabbanî’yi kendi seviyesine indiren bir insanın, onların fuyuzat, yümün ve bereketlerinden istifade etmesi mümkün değildir.
Ayrıca bu düşünce, insanın yol almasına ve belli bir seviyeye ulaşmasına da manidir. Zira böyle birinin önünde seviyeli örnek alınacak kutlu zatlar yoktur ki, onları yakalamak, onlara ulaşmak için gayret göstersin. Daha açık bir ifadeyle “İmam-ı Azam da kim? Bu dönemde olsaydı ben onu ikna ederdim” veya “İmam-ı Rabbanî, Şah-ı Geylanî de kim oluyor ki?” zihniyetinde olan insanlarda gaye-i hayal olmadığı için, bunlarda zihinler, benlik kesilir ve her şey enaniyet (ego) etrafında döner. Her şeyini kendi benliği etrafında örgüleyen bu tür insanlar, kendilerini aşamaz ve kendilerinden başka hiçbir şey göremezler. Artık isterseniz siz böyle bir insana, nefsinin altında kalıp ezilmiş “nefiszede“, enaniyetinin öldürücü yumrukları altında kalmış “enaniyetzede” diyebilirsiniz. Bu tür insanların, bırakın şunun-bunun sohbetinden istifade etmesini, Sultanlar Sultanı, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Muhammed Mustafa (sav)’dan istifade etmesi bile düşünülemez. Hatta böylelerine, Cenab-ı Hakk’ın envar-ı kudsiyesi bile açılmaz, muhal farz açılsa da, o bundan istifade edemez, hatta feyz-i akdese giden yol onun kalbine bağlansa dahi bir adım mesafe alamaz.
Evet, “herkesin istidadına vâbestedir âsâr-ı feyzi“, altın değerinde anonim bir sözdür bu. Herkesin âsâr-ı feyzden istifadesi, istidat ve kabiliyetine göredir.
3. İnhiraf da bu tür sohbetlerden istifadeyi engeller. İnhiraf, kenardan, köşeden bakma, çevreyi miyop görme, bir şeye takılıp kalma, köhneleşmiş zihniyetinin ya da şartlı bakışının tesirinden kurtulamama demektir. Bedîüzzaman’ın Mesnevi’sinde dediği gibi, tavus kuşu yumurtadan çıkıp, o elvan elvan göz kamaştırıcı haliyle salınıp durmasına rağmen, miyop bakışlılar, bu güzelliği görmez de, bu kuş şu yumurtadan çıktı derler. Yani yumurtaya takılıp kalırlar.[1]Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, Hubab.
Evet bu, çok ciddi bir inhiraf ve yanılmadır. İşte, İnsanlığın İftihar Tablosu (sav)’ndan gerek Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi muasırlarının, gerekse daha sonra gelenlerin istifade edememesinin en önemli sebebi bu olsa gerektir. O, bütün insanlığı nura boğacak bir mesajla gelmiş, bataklıkta çırpınan insanlığı hakiki mânâ ve mahiyetine uyarmış, varlığın yüzüne bir nur çalmış ve o nurla bize onun gerçek yaratılış sebebini öğretmiş, geleceğin -inançsızların dediği gibi- karanlıklar içinde olmadığını anlatmış… ve daha yüzlerce, binlerce hakikati gönüllerimize duyurmuş; ama gel gör ki, onlar bu küllî hakikatleri hiçbir zaman görmemiş, görememişler; görememişler de, “niye Velid b. Muğire, niye Urve b. Mes’ud değil de Ebu Talib’in yetimi” demişler. “Niye çok kadınla evlendi?” vs… ye takılıp kalmışlar. Halbuki
“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar. Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır..” (Zuhruf, 43/32)
âyetince peygamberlik taksimini yapan ve bunu Hz. Muhammed (sav)’e lütfeden Hz. Allah (cc)’tır.
Bedîüzzaman da bu inhiraflı bakışlardan nasibini almış zatlardandır. Ne var ki bunun zararı, Hz. Bedîüzzaman’a değil, ona bakan ve bu gözle değerlendiren kişilere dokunmuştur. O bir okka balı arkadaşları ile aralarında eşit olarak paylaşan ve ardından “Onlar kendi hisselerine düşen balı civanmertlik duygusu ile, iki-üç günde yiyip bitirdiler. Ben ise hisseme düşeni bütün Ramazan-ı Şerif’te, birer kaşık da onlara vermek suretiyle kullandım. Hem ben, hem onlar balsız kalmadı“[2]Bediüzzaman, Lem’alar s.179 (On Dokuzuncu Lem’a, Beşinci Nokta).diyen insan. O “Şu üstümdeki sakoyu (paltoyu), yedi sene evvel, eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i ilâhiye bana kâfi geldi.“[3]Bkz.: Bediüzzaman, Mektubat s.70 (On Altıncı Mektup). diyen insan. O, içinde üç-beş şehriyenin bulunduğu, sözde şehriye çorbasının suyunu içerek karnını doyuran ve tanelerini aç karıncalara veren insan.[4]Bediüzzaman, Şuâlar s.270 (On İkinci Şua). Evet “İktisatta bereket vardır. İsraf ise bereketin kesilmesine sebeptir“[5]Bediüzzaman, Lem’alar s.174 (On Dokuzuncu Lem’a, Birinci Nükte). diyerek bunu hayat düsturu olarak kabul eden insandır o.
O, böyle biri ama, bir gün miyop bakışlı bir gazete onun hakkında şunları yazıyor: “Bedîüzzaman’ın evine yapılan baskın neticesinde, bir torbanın içinde birçok yumurta kabukları çıktı.” Eğer haber doğruysa, Bedîüzzaman’ın tarz-ı telâkkisine göre gayet normaldir bu. Kendisine yumurta veren tavuğa ve verdiği yumurtaya saygısı sebebiyle yapmıştır bunu. Rica ederim o öyle bir insan ki; “Bana her gün yumurta veren tavuğun 5-6 aylık bir yavrusu vardı. Annesi yumurtadan kesilince, o yumurtlamaya başladı. Kış gününde beni yumurtasız bırakmadı. Öyle mübarek hayvanlardır bunlar..”[6]Bediüzzaman, Mektubat s.70 (On Altıncı Mektup). der tavuğa bile böyle bakar.
Ben hayatımda gerçekten mübarek olarak yaratılan insanların en mübareğine bile böyle yaklaşan az insan tanıdım. Ama, ona bakın ki, tavuklarını mübarek olarak nitelendiriyor. Ve yine o, “tavuğumun tüylerinden birini koparmaya gelseler, bana bir ay hapis cezası verin, fakat tavuğumun tüylerine dokunmayın” diyecek kadar incelerden ince bir zattır. İşte böylesi vasıflarla serfiraz bu insan, ihtimal o yumurta kabuklarını bir yere gömmek için küçük bir torbanın içinde saklıyordu. Ama gelin görün ki, miyop bakış, çarpık düşünce mes’eleyi şöyle değerlendiriyor: “Bu zahiren yemiyor gibi gözüküyor ama, bir okka balı olduğuna göre veya birçok yumurta kabuğu evinde çıktığına göre, demek ki bizi aldatıyor… vs.” Ve işte bu kabil bir inhiraf ve küçük şeylere takılıp kalma, onların Bedîüzzaman’dan ve eserlerinden istifade etmelerine mâni olmuştur.
Evet, bir kırık plak gibi duygu ve düşüncesi ile inhirafa açılmış insanların, İnsanlığın İftihar Tablosu (sav)’ndan istifade edemediği gibi, İmam Gazalî, İmam Rabbanî, Şah-ı Geylânî, Mevlânâ Halid, Bedîüzzaman… ve emsali şahsiyetlerden istifade etmeleri de imkânsızdır. Öyleyse bir insanın büyüklerden istifade edebilmesi ve anlatılanların onun kalp ve kafasında ma’kes bulması için eğri-büğrü duygulardan sıyrılması, şartlanmışlığı, kibiri, kendini beğenmişliği ve tecavüzün her çeşidini bırakması lâzımdır.
Bakınız Asr-ı Saadet’e Ebu Cehil, en azından Halid b. Velid kadar akıllı bir insandı. İkisi de Beni Mahzum oymağından ve amca torunları. Fakat biri kibirine, gururuna, inhirafına takılıp kalıyor ve bu surette kapının öbür tarafında kalarak esfel-i safilîne sukût ediyor. Diğeri ise tevazû ve mahviyetinin kanatlarında “evc-i kemal-i insaniyet”e çıkıyor, Raşid Halifeler arkasında yer alıyor ve A’lâ-yı İlliyyîn’e yükseliyor.
Netice itibariyle büyüklerin sohbetlerinden kâmil mânâda istifade, önce inanma, her türlü tecavüzden sakınma ve inhirafın her çeşidinden tecerrüt etmekle mümkündür.
Kaynak: Prizma 1, “Sohbetlerde İlk Hazırlık“
Dipnotlar
⇡1 | Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, Hubab. |
---|---|
⇡2 | Bediüzzaman, Lem’alar s.179 (On Dokuzuncu Lem’a, Beşinci Nokta). |
⇡3 | Bkz.: Bediüzzaman, Mektubat s.70 (On Altıncı Mektup). |
⇡4 | Bediüzzaman, Şuâlar s.270 (On İkinci Şua). |
⇡5 | Bediüzzaman, Lem’alar s.174 (On Dokuzuncu Lem’a, Birinci Nükte). |
⇡6 | Bediüzzaman, Mektubat s.70 (On Altıncı Mektup). |