Herkes kendi sorumluluk alanının mesulu ve çobanıdır. Her çoban da güttüğünden sorumludur. Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine, bütün olumsuzluklar da seyyiat hanesine yazılacaktır.
Nebiler Serveri (sav) Buhârî Müslim’de yer alan bir hadis’i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Hepimiz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz.” Sonra da şunları sıralar: “Devlet reisi çobandır; bütün raiyyetinden mesuldür. Efendi çobandır; aile etrafından mesuldür. Kadın bir çobandır, beyinin emanet ettiği nesnelerden mesuldür. Herkes çoban ve herkes güttüğünden mesuldür.” (Buhari, Cuma, 11; Cenaiz, 32; İstikraz, 20,. Vasâyâ, 9; Itk, 17,19; Nikah, 81,90; Ahkam, 1; Müslim, İmâre, 20).
Mevzu, çocukların birer emanet kabul edilmesiyle alakalı olunca şu hadisin de konumuzla irtibatlı olduğu söylenebilir:
“Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya mecusileştirir.” (Buhari, Cenâiz, 80; Tefsiru sûre (30) 1; Kader, 3; Müslim, Kader, 22,23,24).
Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait temiz bir fıtratla doğar, doğra ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere size teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Sonra o çocuklar anne-babasına tabi olarak ya Yahudi, ya Nasrani, ya da Mecusi olurlar. Tabii burada şu hususu ilave etmek de mümkündür: Kimisi de anne-babaya veya içinde bulunduğu ortama göre mürted ve dinsiz olur. Öyleyse neslin yetişmesi hususunda, anne-babanın din ve diyaneti çok mühim olduğu gibi, terbiye mevzuunda da din ve diyanetin esas alınması o kadar önemlidir.
Şu bir gerçek ki, her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mana köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmemeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla da hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü, üsâresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz. Bağ ve bahçenizdeki ağaçlara aşı yapıyor, ilmin ve tekniğin gereklerine göre varlığa müdahale hakkımızı kullanarak daha iyi semere almaya çalışıyoruz. Odundan, taştan, ağaçtan, topraktan daha aşağı olmayan çocuklarımıza bu kadar olsun, kendi esaslarımız çerçevesinde ihtimam göstermemiz gerekmez mi? Onlar, alakasızlığın bodurlaştırması ve bozma gayretlerinin azgınlaştırması gibi iki dezavantaja karşılık, ebeveynin vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. Evet, olumlu müdahale olmazsa kokuşurlar, başkalarının elinde de fesada uğrarlar. Her iki halde de bize rağmen bir çizgi takip ederler. Hususiyle günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlatlarını tamamen ihmal etmişlerdir. Hatta bu asır ölçüsünde çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir.
Yine İmamiye menşeli bir hadiste[1]Zeynü’l-Abidin’e atfedilen hadisler hususiyle kütüb-ü sitte’de bulunmadığından her defasında böyle bir açıklamada bulunmayı tenkitçilere karşı fayda mülahaza … Okumaya devam et, Allah Rasulü (sav) şöyle ferman ediyor:
“Ahir zamanda babalarından ötürü evlatların vay haline!”
Bu söz üzerine sahabe şaşkınlık içinde sorar:
– “Müşrik babalardan ötürü mü onlara kıyıldı da heder oldular?”
– “Hayat mümin babaları onlara kıydı.”
– “Nasıl oldu ya Rasulallah?”
– “Babaları onlara ferâiz-i dini, yani dinin temel rükünlerini öğretmediler.”
Bu hadis-i şerifi biraz tasarrufla şöyle açabiliriz: Şu küçük dünya hayatı adına ferâiz-i din terk edildi. Sorumlular, din öğretimini bütün bütün ihmal edip sadece maddi hayatı nazara verip himmetlerini o noktada yoğunlaştırdılar. Küçük bir dünya menfaati uğrunda kalbî ve rûhî hayatlarını ihmal ettiler.
Kur’ân okumak, onun ruhunu öğretmek, din ve diyaneti talim etmek vaktini alır diye, dini bilgileri öğretmeyi önemsemediler.
Yukarıdaki hadisin manası şu ayetle de tam bir uyum arz etmektedir. “Yoo yoo siz ücreti ve lezzeti peşin olanı çok seviyor, ahiret (veya neticeyi) umursamıyor (görmezlikten geliyor)sunuz.” (Kıyâme/20)
Allah Rasulü (sav) sözlerini şöyle devam ettiriyor: “Ben onlardan berîyim, onlar da benden berî olsunlar.“
Yani, “evladını ihmal eden, çocuğunun heder olup gitmesine göz yuman, dahası bir neslin mahvolması karşısında titremeyen anne-babalardan ben uzağım; onlar da benden uzak olsunlar”. Ruhen ölmemiş bütün babalar zannediyorum bu sert uyarı ve tembih karşısında ürperir ve tirtir titrerler; titremelidirler de. Böyle önemli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömerli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömer bin Abdülaziz bayılıyor ve yirmi dört saat kendine gelemiyordu. Hatta vefat edecek diye oturup başında Kur’an okuyorlardı. Kendine geldiğinde de hıçkırarak Allah’tan korktuğunu söylüyordu. Evet o, elinin altında bulunanların mesuliyetini omuzlarında hissediyor ve hukuklarına tecavüz ettim endişesiyle sarsılıyordu.
Ya biz? Şu şahsi zevklerini esas alarak kurduğu yuvada vücutlarına sebebiyet verdiği yavruların ruh ve kalplerini ihmal eden anne-baba şeklindeki merhametsizler… Acaba, ne kadar ayılıp- bayılmalı ve ne kadar titremeliyiz!?
Gerçi bu mevzudaki bütün hadisler, terğib ve terhib nevinden olup; sevdiren ve ürküten prensipler türünden irad buyurulmuştur. Biz de konuya bu açıdan yaklaşıyoruz. Ama bu mevcuda tabii ki yapacağımız bir kısım şeyler de var; çocuklarımızı yetiştirme, şekillendirme konusunda İslâm’ın ve Kurân’ın bize yüklediği sorumluluklar var. Daha önce prensipler halinde sıraladığımız ve ileride arz etmeyi düşündüğümüz hususlar ki, çocuklarımızın hisli, derin, ahlaklı ve dindar olmaları ve bizim de o hanede, azizler bir peder, azize bir valide olarak duyulup hissedilmemiz, kabul edilip saygı görmemiz; hatta her halimizle bir bilge gibi “algılan”mamız gelir ki; daha sonra sıralayacağımız hususlar bunlara nispeten tâli konular mesabesindedir.
Kaynak: Çekirdekten Çınara, Anne-Baba Sorumluluğu
Dipnotlar
⇡1 | Zeynü’l-Abidin’e atfedilen hadisler hususiyle kütüb-ü sitte’de bulunmadığından her defasında böyle bir açıklamada bulunmayı tenkitçilere karşı fayda mülahaza etmekteyiz. |
---|