Zaman gülistanına ruhları okşayan, cana can katan nice baharlar gelmiş, insanı hayrete düşüren yapısıyla bu sonsuz feza, zaman zaman şu zümrüt parçası yeryüzünü, bakanları şaşırtacak derecede güzelliklerle bezemiştir. Fakat bugünkü gün öyle bir gündür ki, ona kavuşmak için üzerinden sayısız yıllar geçen zaman, milyonlarca yıl harcamıştır. Gökyüzünün derinliklerindeki gezegenler bugünü görme özlemi ile gözlerini dikmiş, beklemekteydiler. Yaşlı dünya ve köhne felek, uzun, çok uzun zamandan beri bu cana can katan, ruhları dirilten sabahı, gece gündüz, durmaksızın bir yandan öbür yanına dönerek gün doğumunu bekleyen insan gibi bu kutlu doğumun sabahını bekliyordu. İlahî fermanın, kaza ve kaderin süregiden tecellileri, uzaydaki zerrelerin her gün yenilenmesi, ay ve güneşin ışıklar saçarak her tarafı aydınlatmaları, rüzgâr ve bulutların hayat veren yağmurlar taşımaları, mübarek insanların yuvası olan Cennet’in pâk nefesleri, İbrahim’in tevhid çığlığı, Yusuf’un güzelliği, Musa’nın haşmeti, İsa Mesih’in ruh okşayan yumuşaklığı, hepsi işte bu değeri ölçülemeyen, paha biçilemeyen iki cihan sultanının hizmetinde kullanılmak içindi.
Kutlu doğumun sabahı, işte o cana can katan sabah, işte o mutlu ve kutlu saat, işte o mesut andır.
Abdullah’ın yetimi, Âmine’nin ciğerparesi, Kâbe’nin sultanı, âlemin manevî sultanı, yeryüzünün imamı, iki cihan sultanı, kutsal âlemden geçici âleme şeref vererek, azamet ve ihtişamla geldi.
Kâinatın Medarı İftiharı Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliği kâinat çapında bir icraat olduğundan dolayı, doğmadan önce ve doğumu esnasında birtakım harikulâde olaylar cereyan etmiştir. Zaten her peygamber O’nu haber vermiş, Hz. Musa ve Hz. İsa (aleyhimesselâm) kitaplarında O’na ait pek çok özellikten bahsetmişlerdir. O beklenen bir peygamberdir. Kâinat çapındaki bu önemli hadiseden dolayı, bazı önemli olayların olması hiç de yadırganmamalıdır. Bu anlamda siyer ve tarih kitaplarında doğum öncesi ve doğum sonrası şu hadiselerin vaki olduğu rivayet edilir:
Resûlullah dünyaya teşrif buyurduklarında, Kâbe’de bulunan putlar, yere düşmüşlerdir. Tevhidin kaynağı Kâbe, zamanın geçmesiyle puthaneye dönmüş, yakın bir gelecekte bundan temizleneceklerine bir işaret olarak Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) doğduğu gece yerle bir olmuşlardır.
Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) doğumu esnasında bir nur zuhur etmiştir. O nur, Şam saraylarını ve köşklerini aydınlatmıştır. Mekke’de ikâmet edip ticaretle uğraşan bir yahudi vardı. Resûlullah’ın doğduğu gece, Kureyşlilerin toplandığı bir mecliste şöyle demişti:
“Ey Kureyş topluluğu! Bu gece sizin mahallenizde bir çocuk doğdu mu?” Kureyşliler, vallahi bilmiyoruz, dediler. Yahudi şöyle cevap verdi: “Allahu Ekber. Sizin bir yanlışınız var! Bakın size söylediklerimi zihninize iyice yerleştirin. Bu gece, bu ümmetin son peygamberi doğmuştur. Onun iki omzu arasında bir işaret vardır. O işaretin üzerinde sık tüyler vardır .”
Hassan bin Sabit’ten de şöyle bir rivayet vardır:
“Ben yedi ya da sekiz yaşlarında bir çocuktum. Gördüklerimi ve duyduklarımı aklımda nakşedebiliyordum. Yesrib’deki bir yahudi, Peygamber Efendimizin doğacağı gecenin bir gün önceki sabahında: “Ey yahudi topluluğu!..” diye bağırmaya başladı. Yahudiler de onun etrafına toplandılar. Söylediklerini ben de duydum. Yahudiler ona: “Yazıklar olsun, sana ne oldu?” dediler. O da şöyle cevap verdi: “Bu gece doğacak olan Ahmed’in yıldızı doğdu!”
Başka bir rivayette Peygamber Efendimizin doğduğu gecede, Kisrâ’nın sarayı sarsılmış ve sarayındaki 14 oda yıkılmıştı. Mecusilerin tapmakta oldukları ateş sönmüştü. Hâlbuki daha önce o ateş Peygamber Efendimizin doğumuna kadar bin yıl süreyle sönmeden yanmıştı.
Bazı siyer yorumcuları da meydana gelen bu hadiseleri şöyle yorumlamışlardır: Yıkılan Kisra’nın sarayı değil, İran’ın saltanat ve ihtişamı, Bizans’ın ihtişamı, Çin’in göklere yükselen saraylarının kuleleriydi. Sönen ateş, Mecusilerin mabedlerinde parlayan alevler değil, bütün dünyadaki küfür ve dinsizlik ateşiydi. Kuruyan göl Sava gölü değil, putperestliğin zulmü, Zerdüştlüğün güç ve kuvveti, Hristiyanlığın tahakkümüydü. Abdullah’ın yetimi, Âmine’nin ciğerparesi, Kâbe’nin sultanı, âlemin manevî sultanı, yeryüzünün imamı, iki cihan sultanı, kutsal âlemden geçici âleme şeref vererek, azamet ve ihtişamla geldi.
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz