Charles Darwin’in 1859’da Türlerin Kökeni isimli kitabını yazmasıyla başlayan evrim tartışması, günümüze kadar şiddetini artırarak devam etmiştir. Bu tartışma sadece bilim çevreleriyle de sınırlı kalmamış, felsefecilerden teologlara, mütefekkirlerden gazetecilere kadar toplumun hemen her kesimini meşgul etmiştir. Hiç şüphesiz tartışmanın en yoğun yaşandığı ülke Amerika’dır.
Tartışmanın bir tarafında “yaratılışçılar” ve “tasarımcılar”, diğer yanında ise “evrimciler” vardır. Okullarda okutulan biyoloji derslerinin müfredatı bile defalarca mahkemeye taşınmıştır. Ülkemizde de Osmanlı Devleti’nin son döneminden itibaren konu etrafında büyük fırtınalar kopmuştur. Evrim teorisine dair yapılan televizyon programlarından birkaçını izlemek bile bu konudaki kutuplaşma ve çatışmanın şiddetini anlamaya yetecektir.
Peki, bilimin diğer meselelerinde görülmeyen tartışma ve çatışmalar, konu evrime gelince niçin bu kadar şiddetleniyor? Çünkü Darwin’in ileri sürdüğü iddialar belirli bir bilime ait basit bir ilmî meseleden ibaret değildir; biyolojiden kimyaya, antropolojiden zoolojiye, paleontolojiden jeolojiye, genetikten embriyolojiye, felsefeden teolojiye kadar pek çok disiplini ilgilendiriyor. Daha da önemlisi bu teori, semavî dinlerin ortaya koyduğu ve insanlığın da büyük çoğunluğu itibarıyla kabul edegeldiği yaratılış hakikatine ve canlı varlıkların dünya sahnesine geliş keyfiyetine dair bilinenden bambaşka bir hikâye anlatıyor.
Kısacası, mesele sadece bilimle sınırlı kalmıyor, işin içine ideolojiler ve dünya görüşleri de giriyor. Bunun da birinci sebebi bizzat teorinin mahiyet ve hakikatiyle, ikinci sebebi de bu teoriyi kabul veya reddeden insanların din karşısındaki tutumlarıyla ilgilidir.
Evrim teorisi ortaya çıkışından günümüze kadar güncelliğini ve sıcaklığını hiç kaybetmemiş olsa da açıkçası şimdiye kadar beni çok ilgilendirmemişti. Çünkü henüz üniversite yıllarında yaptığım sınırlı okumalar bende evrimin altı boş asılsız bir iddiadan ibaret olduğu intibaı bırakmıştı. Darwin’in ortaya attığı iddiaların gerçekliğine ihtimal dahi vermemiştim. Çünkü bu teori bana oldukça tutarsız ve mantıksız görünüyordu. Etrafımda gözlemlediğim gerçekliğe uymuyordu. Muhtemelen ilahiyatçı altyapısına sahip olmam ve bu teoriyi Kur’ân’da anlatılan yaratılış âyetlerine aykırı bulmam da bunda etkiliydi. Bu yüzden uzun yıllar bu konunun bir daha kapağını kaldırmadım; ne öne sürülen evrimleşmenin mekanizmalarını öğrenmeyi düşündüm, ne de sağlam kanıtlarının bulunup bulunmadığını.
Ne var ki son yıllarda “teistik evrim” tartışmaları çerçevesinde birçok ilahiyatçının, evrimi Kur’ân âyetleriyle uzlaştırmaya çalıştığına, dindarlığından şüphe etmediğim insanların evrimi savunduklarına ve Batıda eğitim gören çoğu bilim adamının evrime dair fikirlerini değiştirdiğine şahit olunca, bu konuyu yeniden gündemime almam gerektiğine kanaat getirdim.
Evrim, son yıllarda muazzam bir ilerleme kat eden bilimsel gelişmeler sayesinde gerçekten bilimsel kanıtlarına kavuşmuş muydu? Bilim dünyasının, özellikle de biyologların yüzde doksanından fazlasını evrime ikna eden gerekçeler nelerdi? Nasıl oluyordu da Batılı üniversitelerde okuyan insanlar bu konuda ciddi bir zihnî dönüşüm geçiriyordu? Gerçekten Kur’ân’dan evrimi destekleyen deliller çıkarılabilir miydi? Veya bugüne kadar evrime geçit vermeyen âyetlere getirilen tevil ve yorumların meşru temelleri var mıydı? İşte bütün bu sorulara zihnimde tatminkâr cevaplar bulabilmek için yeniden evrim konusuna eğildim.
Esasında bir ilahiyatçı olmam hasebiyle asıl maksadım evrim teorisinin ne ölçüde Kur’ân’a uygun olup olmadığını ele almaktı. Farklı bir tabirle Kur’ân’da yaratılışla ilgili âyetler açısından konuyu irdelemekti. Ne var ki bilimsel yönü anlaşılmadan ve izah edilmeden evrimin doğrudan dinle ilişkisini ele almanın birçok handikapı vardır. Özellikle evrimin “tartışmasız bir bilimsel gerçek” olduğunu zanneden insanlara konuyla ilgili bütüncül bir bakış açısı vermeden, dinî perspektiften yapılacak her bir itirazın, faydadan çok zarar getireceği unutulmamalıdır.
Bu sebeple biz de evrime dair uzun bir yazı dizisi kaleme alacak, din-evrim ilişkisine girmeden önce, konuyu farklı boyutlarıyla ele almaya çalışacağız. Konuya giriş mahiyetinde verdiğimiz bilgilerden sonra tek tek evrim teorisinin mekanizmalarını ve kanıtlarını ele alacak ve bunların, evrim adı altında ortaya atılan iddiaları ispat etmek için yeterli olup olmadığı üzerinde duracağız. Daha doğrusu evrim teorisinin bilimsel gücünü masaya yatıracağız.
Arkasından evrim teorisine yöneltilen eleştirileri ve bu teoriyi çürüttüğü öne sürülen bilimsel kanıtları değerlendireceğiz. En sonunda da konu etrafındaki ulemanın görüşlerini özetledikten sonra; Kur’ân’dan bir evrim teorisi çıkarmanın mümkün olup olmadığı, Allah’ın canlıları evrimle yaratıp yaratmadığı, Hz. Âdem’in atalarının bulunup bulunmadığı, Kur’ân âyetlerinin evrim teorisine geçit verip vermediği gibi konuları ele alacağız.
Biz, konunun bilimsel ve teknik yönünü işin uzmanlarına bırakarak burada felsefi ve teolojik bir değerlendirmesini yapmaya çalışacağız. Esasında asıl problem de evrimin bilimsel yönünden çok felsefi ve metafizik yönüyle ilgilidir. Çünkü aklı başında hiç kimse mutasyonun, doğal seçilimin, coğrafi yalıtımın, gen akışının, nedensellik ilkesinin, adaptasyonun, canlı bünyelerde meydana gelen değişim ve dönüşümlerin varlığını inkâr etmez. Önemli olan evrim konusu mevzubahis olduğunda, bunların ne tür etkilerinin ve sınırlarının olduğu veya bunlara nasıl bir rol biçildiğidir. Yani bunlara birer “yaratıcı” gibi rol verip canlıların oluşumunu kör ve gayesiz süreçlere mi bağlayacağız, yoksa bunların canlı yapılar üzerinde sadece sınırlı bir etkiye sahip olduğunu söyleyerek Yaratıcı üzerinde mi duracağız.[1]Recep Alpyağıl, Evrim ve Tasarım, s. 23
Evrim Teorisinin Tanım ve Mahiyeti
Evrim teorisi etrafında kopartılan kızıl kıyametin, tarafların birbirine yönelttikleri ağır hakaret ve suçlamaların başlıca sebeplerinden biri, kavram kargaşasıdır. Yani evrim teorisinin mahiyet ve hakikatinin iyi anlaşılmamasıdır. Aslında ortada iki bütüncül blok yoktur. Evrim teorisi etrafında dile getirilen fikirlere bakılacak olursa, birbirinden farklı onlarca, yüzlerce yaklaşım olduğu görülür. Ne evrimciler kendi içerisinde bir bütündür, ne de evrime karşı çıkanlar. Her iki grubun içerisinde de çok çeşitli yaklaşımlar ve fikir akımları vardır. Bununla birlikte meselenin asıl odak noktası “kabul” veya “red”de düğümlenir. Kabul edenler de reddedenler de kendi içlerindeki farklılıklara karşı genelde müsamahakârdırlar; fakat söz konusu zıt kutup olduğunda çoğu zaman bu müsamahadan eser kalmaz.
Hâlbuki reddedenin neyi reddettiği, kabul edenin de neyi kabul ettiği çoğu durumda açık ve belirgin değildir. Özellikle de evrim teorisini kabul etmeyenler doğrudan bilimi ve bilimsel gerçekleri reddetmekle veya en azından evrimi anlamamakla itham edilirler. Evrim teorisinin birçok tabiat yasasını ifade etmek için kullanıldığı, içerisinde farklı iddiaları barındırdığı, “mikroevrim” ve “makro evrim” olmak üzere iki farklı çeşidinin olduğu, “evrim” ile “evrim teorisinin” farklı anlamları ifade eden iki kavram olduğu gibi gerçekler göz ardı edilir. Dolayısıyla konu hakkında detaylı bilgisi olmayan kimselerin sapla samanı ayırması hiç de kolay değildir.
En basit ifadesiyle evrim kelimesinin manası “değişim” demektir. Fakat biyologlar ona, “bir popülasyonun yapısındaki gen oranlarında/frekanslarında meydana gelen değişiklik” anlamını yükler. Dolayısıyla yeni bir genin ortaya çıkışı veya eskisinin yok oluşu ya da genlerin bileşiminin değişmesi durumunda popülasyonun evrimleştiği söylenir. Tür içerisinde meydana gelen değişimler (varyasyonlarla alttürlerin veya ırkların meydana gelmesi) mikro evrim kavramıyla ifade edilirken, tür üstü kategorilerin (cins, familya, takım, sınıf, filum) meydana gelmesi (türleşme) ise makro evrim kavramıyla ifade edilir.[2]Elliott Sober, Biyoloji Felsefesi, s. 28-29
Evrim teorisi birtakım iddialar bütünüdür. Teknik anlamda evrim kavramı ele alınırken bu iddiaların hepsi kastedilmese de, biz konu etrafında yapılan çalışmalardan hareketle bunları şu şekilde özetleyebiliriz:
- Dünyanın oluşumu (yaklaşık 5 milyar yıl önce) ve hayatın başlangıcı (yaklaşık 3,5 milyar yıl önce) çok eskilere dayanır,
- İlk canlı (biyogenez) farkı atom ve moleküllerin bir araya gelmesiyle kendiliğinden ortaya çıkmıştır,
- Türler zamanla kendi içinde değişime uğrayarak alttürleri oluşturur,
- Bir tür başka bir türe dönüşebilir,
- Bütün türler tek bir ortak atadan gelir (evrim ağacı),
- Türlerin meydana gelmesindeki en temel iki mekanizma doğal seçilimle birlikte çalışan adaptasyon ve mutasyonlardır.
Evrimciler, yeryüzündeki canlılığın ortaya çıkışını, gelişimini ve çeşitlenmesini, Yaratıcıya hiçbir şekilde atıfta bulunmaksızın tamamıyla madde, tabiat yasaları ve tesadüfî oluşumlarla açıklamaya çalışır. Evrimcilere göre ilk canlı varlık, tabiat güçlerinin etkisiyle tesadüfler sonucu farklı atomların bir araya gelmesiyle oluştuğu gibi, bu evrensel ortak atanın farklı türleri, cinsleri, familyaları, takımları, sınıfları, filumları ve nihayet bütün canlı âlemini (bitki, alg, mantar, bakteri ve hayvanlar) oluşturması da aynı şekilde tesadüfen meydana gelen mutasyonlarla ve tabii seleksiyon, adaptasyon ve izolasyon gibi tabiat yasalarıyla izah edilir.
Görüldüğü üzere evrim, karmaşık organizmaların basit organizmalardan nasıl meydana geldiklerinin izahıyla meşgul olur. Organizmada meydana gelen ufak değişimlerin milyonlarca yıl boyunca birikerek daha büyük değişimleri meydana getirebileceği iddiası üzerine kuruludur. Evrimsel mekanizmalar ile bir türde meydana gelen küçük değişimlerin nesilden nesile aktarılarak yavaş yavaş başka bir türü ortaya çıkarabileceğini öne sürer. Böylece dünyada görülen milyonlarca tür canlının (10-12 milyon olduğu tahmin ediliyor) nasıl olup da ortaya çıktığının cevabını vermeye, canlılar âleminde müşahede edilen muazzam çeşitliliğin kaynağını bulmaya çalışır.
Günümüz biliminin verilerine göre ilk canlı varlığın ve tek hücreli basit canlıların ortaya çıkışı 3,5 milyar yıl öncesine gider. Daha kompleks tek hücreli canlılar ise 2 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır. Evrimcilere göre ardından sırasıyla 670 milyon yıl önce çok hücreli canlılar, 540 milyon yıl önce kabuklular, 490 milyon yıl önce omurgalılar (ilkel balıklar), 350 milyon yıl önce amfibiler, 310 milyon yıl önce sürüngenler, 200 milyon yıl önce memeliler, 60 milyon yıl önce primatlar (maymunsu hayvanlar), 25 milyon yıl önce insansı maymunlar, 5 milyon yıl önce ilk ataları ve nihayet 150 bin yıl önce de modern insanlar dünya sahnesindeki yerlerini almışlardır.[3]Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi, Bilim ve Yaratılışçılık, s. 13
Evrim teorisine göre yeryüzündeki bütün canlılar, insanın farklı derecelerde kuzenleridir. Onun en yakın kuzeni de maymunlardır. İnsan, maymundan gelmese de onunla aynı ortak atadan gelir. Evrim teorisini en fazla tartışmalı hâle getiren konu da “insanın maymundan geldiği” yönündeki söylentidir.
Evrimciler, günümüz insanına Homo sapiens der. Onun, maymunla farklı kollara ayrıldıktan sonra modern insan oluncaya kadar geçirdiği safhalara da Homo habilis, Homo erectus, Homo rudolfensis, Homo neanderthalensis gibi isimler verirler.
Evrimcilere göre canlılar, basit yapılardan daha kompleks yapılara doğru evrilmiş olsalar da, bu kompleks yapıların mükemmel olduğunu söylemeye imkân yoktur. Zira bu takdirde ereksellik (bir gaye ve maksada göre yaratma) devreye girecektir. Hâlbuki bizzat evrimcilerin de belirttiği üzere evrimin bir amacı yoktur, olamaz da. Mesela Darwin, canlılar arasındaki benzerliği ereksel nedenlerle açıklamaya çalışmaktan daha umutsuz hiçbir şey olmadığını söyler. Çünkü bu bilimsel bir açıklama değildir. Canlılardaki değişim, aklı ve şuuru olmayan mekanizmalar tarafından gerçekleştirilir.[4]Darwin, Türlerin Kökeni, s. 529
Dolayısıyla evrim, mutlaka daha mükemmel varlıklara doğru ilerlemek zorunda değildir. Organizmaların yaptığı sadece bulundukları ortama uyum sağlamaktır. Hatta evrimciler, varlık âleminde bir nizam ve intizamın, ince ayarların, düzen ve ahengin bulunduğunu da kabul etmezler. Çünkü bunların tamamı “tasarımı” ve dolayısıyla da “akıl sahibi bir tasarımcıyı” zorunlu kılar. Hâlbuki Darwincilere göre her şey tabiat içinde olup bitmektedir. Varlık âlemindeki nedensellik ilişkisi, tabiat yasaları, nisbî düzen ise madde tarafından tesadüfi oluşumlarla meydana gelen şeylerdir.
Evrim Teorisinin Ortaya Çıkışı
Evrim teorisi denildiğinde ilk akla gelen kişi Charles Darwin’dir (1809-1882). Çünkü daha önce birçok kişi evrimin farklı yönleri üzerinde durmuş olsa da, canlılardaki değişim ve türleşmenin mekanizmalarını tespit etmek suretiyle onu bilimsel bir teori şeklinde ortaya koyan kişi odur. Darwin’in evrim teorisinin merkezinde tabii seleksiyon (doğal ayıklanma) kavramı vardır. Onun ortaya koyduğu görüşler, genel hatlarıyla günümüzde bile geçerliliğini sürdürmektedir. Bu yüzden evrim teorisinin diğer bir adı da Darwinizm’dir.

Charles Darwin
Darwin’in, Türlerin Kökeni isimli eserini yazmasında, Beagle gemisiyle çıktığı yolculuğun (1831-1836) ve Galapagos adalarında yaptığı incelemelerin etkisi büyüktür. Bu yolculuğunda bulduğu fosil kalıntıları, gördüğü jeolojik tabakalar ve incelediği hayvan çeşitleri evrim teorisini geliştirmesinde oldukça önemli birer veri olmuştur. Bunun yanı sıra Darwin, üyesi olduğu üretim derneklerinde kültürleme yoluyla hayvanlardan nasıl farklı ırkların elde edildiğini, üretimin nasıl daha verimli hâle getirildiğini incelemiş ve suni seçilimden yola çıkarak doğal seçilim görüşüne ulaşmıştır. Kısacası Darwin’in çıktığı bilimsel yolculukta elde ettiği bulgular ve yaptığı keşifler ile; hayvanlar üzerinde yapılan melezleme ve kültürleme çalışmalarından edindiği bilgiler, evrim teorisini geliştirmesinde temel dayanakları olmuştur.
Bununla birlikte evrim teorisini bütünüyle Darwin’in bir ürünü olarak görmek yanlış olur. Zira Darwin’den önce ve sonra evrim üzerinde duran ve konu etrafında farklı fikirler ortaya koyan birçok bilim adamı olmuştur. Darwin’den önce farklı bilim adamlarının konu etrafında ortaya koydukları görüş ve değerlendirmelerin, Darwin’e ilham kaynağı olduğu açıktır.
Hiç şüphesiz bunların en önemlilerinden biri Fransız biyoloğu Jean-Baptiste Lamarck’tır (1744-1829). Lamarck, 1809 yılında yayınladığı Philosophie Zoologique(Zooloji Felsefesi) isimli eserinde türlerin sabit olmadığını, merdiven basamaklarında olduğu gibi basitten karmaşığa doğru sıralanan canlıların, evrimleşme neticesinde basitten daha kompleks yapılara dönüştüğünü savunmuştur. Lamarck, canlılardaki bu değişmeyi transformizm (dönüşüm) kavramıyla tanımlamıştır.
Lamarck’a göre değişimin ana motoru, sonradan kazanılan özelliklerin yeni nesillere devredilebilmesidir. O, farklı çevre şartlarında yaşayan hayvan türlerinin hayvan bünyelerinde değişime ve yeni alışkanlıklara sebep olacağını, bunların da yavrulara geçeceğini, uzun asırlar boyunca bu işlemin tekrarlanmasıyla da yeni türlerin ortaya çıkacağını iddia etmiştir. Ona göre vücudun fazla kullanılan organları gelişip büyürken, kullanılmayan organları ise körelecek ve zamanla ortadan kalkacaktır. Mesela o, zürafaların boyunun uzun olmasını, onların ağaç yapraklarını yemek için sürekli boyunlarını uzatmalarına, yılanların ayaksız olmasını ise onların ayaklarını kullanmaya kullanmaya ayaksız hâle gelmelerine bağlamıştır.
Sonradan kazanılan özelliklerin kalıtım ile gelecek kuşaklara aktarılamayacağı ispat edildikten sonra Lamarck’ın görüşleri bilimsel değerini kaybetmiş olsa da, değişme neticesinde türlerin birbirinden oluştuğunu detaylı bir teori şeklinde ilk olarak ortaya koyma ayrıcalığını elde eden kişi olması sebebiyle evrimci çevrelerde hâlâ ona ayrı bir önem atfedilir. Darwin’den önce, insanın maymunsu hayvanlardan evrimleştiğini dile getiren kimse de o idi. Lamarck’ın, uzun yıllar türlerin sabitliği fikrini savunduğunu, ancak ömrünün sonlarına doğru evrimci fikirlere yöneldiğini de belirtmek gerekir. Başlangıçta dindar bir insan olan Darwin’in, daha sonra agnostik veya ateist olmasına karşılık, Lamarck inançlı bir insan olarak yaşamıştır.
Alfred R. Wallace da (1823-1913) Darwin’le eş zamanlı olarak evrim teorisi üzerinde çalışma yapan ve Darwin’e önemli tesiri olan bilim adamlarından biridir. Hatta Darwin, Türlerin Kökeni isimli eserini bitirdikten sonra alacağı tepkilerden korktuğu için onu hemen neşredememişti. Fakat 1858 yılında Wallace’tan aldığı bir mektup onu bu konuda cesaretlendirmiştir. Çünkü Wallace, bu uzun mektubunda canlılar arası hayat mücadelesinden, çevreye en iyi uyum sağlayan canlıların varlıklarını devam ettirmelerinden, yani doğal seleksiyondan bahsediyordu.
Darwin, yakın arkadaşının da kendisiyle aynı fikirleri paylaştığını fark edince ya onun kendisinin önüne geçeceğinden endişe ettiği ya da ondan cesaret aldığı için meşhur evrim teorisini ortaya koymuştur. Yakın arkadaşları olan Joseph Hooker ile Charles Lyell’in teşvikleri de onun bu kararında etkili olmuştur. Wallace, Tanrı’ya inanması, ruhun varlığını kabul etmesi, zihinsel aktivitelerin tabii seleksiyonla açıklanamayacağını öne sürmesi gibi noktalarda Darwin’den ayrılır.
Darwin’in dedesi Erasmus Darwin de (1731-1802) eserlerinde canlıların evrim geçirdiğini belirten bilim adamlarından bir diğeridir. Lamarck ile aynı dönemde yaşayan Erasmus Darwin, onun görüşlerine oldukça benzer görüşler ileri sürmüştür. Özellikle canlıların ortak bir atadan gelmiş olabileceklerini dile getirmesi, maymunla insan arasındaki “akrabalığa” dikkat çekmesi önemli görülmüştür.
Dedesinin kitaplarını okuyan Darwin’in onun görüşlerinden etkilenmemesi düşünülemez. Muhtemelen gözlem ve araştırmalarına başlamadan önce Darwin’in zihninin bir köşesinde, evrim fikrine dair test edilmesi gereken bir kısım bilgiler vardı.[5]Caner Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı, s. 85
Darwin’in etkilendiği ve istifade ettiği kişilerden bir diğeri olarak da Thomas R. Malthus (1766-1834) gösterilir. Esasında o, nüfus bilimci ve iktisat teorisyenidir. Fakat An Essay on the Principle of Population (Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme) isimli eserinde insan nüfusu ile doğal kaynaklar arasındaki ilişkiyi ele alırken “Güçlü olanlar ayakta kalır.” şeklinde ifade edilen meşhur teorisini geliştirmişti. Gıda üretimi aritmetik artarken, nüfusun geometrik arttığını savunan Malthus’a göre, mevcut kaynaklar hiçbir zaman nüfusu beslemeye yetmeyecekti.
Dolayısıyla bu konuda dengenin sağlanması ancak zayıf, yeteneksiz ve yoksulların; açlık, kıtlık, hastalık ve sefalet gibi felaketlerde elenmesiyle gerçekleşecekti. Yani hayatta kalma mücadelesinde tabiat, güçlülerin yanında yer alacak, zayıflar ise yok olup gidecekti. Söz konusu teorinin ahlakî değerlendirmesini bir yana bırakacak olursak, bunun Darwin’in doğal seleksiyon düşüncesini geliştirmesinde önemli etkisi olduğu ifade edilmiştir. Hakikaten iki teori arasındaki benzerlik izahtan varestedir.
Aslında buraya kadar zikredilen isimlerden daha önce evrim teorisini gündeme getiren kişi Buffon (1707-1788) olmuştur. O, kaleme aldığı Natural History of Animals isimli eserinde çevrenin türler üzerindeki değiştirici etkisine vurgu yapmış ve canlıların ortak atadan gelmesi fikrinden ilk bahseden kişi olmuştur. Ne var ki o, bu fikri sadece bir faraziye olarak öne sürmüş ve ardından bunun neden mümkün olmadığının delillerini sıralamıştır. Bu meyanda, tarihte hiçbir yeni türün oluşumunun gözlenmediğini, melezlerin yeni döller vermediğini, türler arasında ara formların mevcut olmadığını ve insanla hayvan arasında mahiyet farkı bulunduğunu söylemiştir. Buffon, reddetmek maksadıyla da olsa evrim görüşünü ilk ortaya koyan kişi olmuş ve başta Darwin olmak üzere kendinden sonra gelen bilim adamlarını etkilemiştir.
Son olarak Herbert Spencer’in de (1820-1903) evrim teorisinin gelişmesinde önemli katkılarının olduğunu ifade edelim. O, 1852 yılında yayınladığı The Development Hypothesis (Gelişim Hipotezi) isimli makalesinde, Darwin’den 7 yıl önce bütün canlıların ortak bir formdan uzun bir zaman içinde geliştiklerinden bahsetmiştir. Hatta o, evrimi sadece biyoloji ile sınırlamayarak fizikî dünyayı, kültürü, toplumları ve dilleri de kapsayacak şekilde bütün bilim dallarına uygulamaya çalışmıştır. Spencer, evrim teorisinin kavramlarını üretmekte ve onu popüler hâle getirmekte önemli rol oynamıştır. Sosyal darwinizm kuramını ilk geliştiren kişilerden biri de Spencer olmuştur.
Bunların yanı sıra Hobbes (1588-1679), Schelling (1775-1854), Hegel (1770-1831), Adam Smith (1723-1790), Chambers (1802-1871), Charles Lyell (1797/1875), Robert E. Grant (1793-1874), Henri Milne-Edwards (1800-1885) gibi kişilerin felsefe, ekonomi, jeoloji ve biyoloji sahalarında ortaya koydukları görüşlerin de evrim teorisinin oluşumunda farklı derecelerde etkileri olmuştur. Ernst Haeckel (1834-1919) ve Henry Huxley (1825-1895) ise doğrudan Darwin’in görüşlerini savunmuş ve geliştirmişlerdir.
19. yüzyılda Comte’un pozitivist felsefesinin bilime hâkim olması, bilimsel materyalizmin yükselmesi, din-bilim çatışmasının tavan yapması, her tür başarısızlığın faturasının dine kesilmesi, ideolojilerin dinin yerini alması, deist anlayışların yayılması gibi olguları da burada zikretmek gerekir. Zira Darwin’in, içinde yaşadığı zamana hâkim olan dinî, ilmî, fikrî ve felsefi perspektiften etkilenmemesi mümkün değildir. Bilimin mutlaka bir paradigma içinde yapıldığını savunan Thomas S. Kuhn da aynı noktaya işaret eder.[6]Bkz. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı
Nitekim evrim teorisinin her tür metafizik izahı baştan reddederek bütünüyle natüralist bir açıklama modeli sunmasının temelinde de yaşadığı asra damgasını vuran pozitivist paradigma vardır.
Görüldüğü üzere Darwin’den önce birçok bilim insanı evrim üzerinde durmuştur. Fakat onu en sistemli bir şekilde ele alan kişi Darwin olduğu için kendisine “evrimin babası” denilmiştir.
1900’lü yılların başından itibaren genetikte yapılan çalışmalarla ve özellikle de 1953’de James Watson ve Fransis Crick’in DNA molekülünün yapısını keşfetmeleriyle birlikte mutasyonlar da evrimin önemli bir mekanizması olarak kabul edilmiş ve genetik benzerlikler evrimi açıklamada önemli bir veri olarak kullanılmaya başlanmıştır.
*Bu yazı tr724.com sayfasından alınmıştır.
İlave bilgi için
Dipnotlar
⇡1 | Recep Alpyağıl, Evrim ve Tasarım, s. 23 |
---|---|
⇡2 | Elliott Sober, Biyoloji Felsefesi, s. 28-29 |
⇡3 | Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi, Bilim ve Yaratılışçılık, s. 13 |
⇡4 | Darwin, Türlerin Kökeni, s. 529 |
⇡5 | Caner Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı, s. 85 |
⇡6 | Bkz. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı |