Bugüne kadar bilinen şeyler, seferilikte mesafenin yani mekanın esas alındığı ve dolayısıyla bu mesafe ne ile ve ne kadar zamanda alınırsa alınsın insanın seferi olacağı gerçeğiydi. Halbuki belki de Elmalılı Hamdi Yazır’dan başlayan bir çizgi ile günümüzde bazıları seferilîkte mesafenin değil zamanın ve meşakkatin esas alınması lazım geldiğini ve bunun için de hangi vasıta ile yolculuk yapılırsa yapılsın, ancak üç günlük bir yolculuktan sonra seferî olunacağını söylemektedirler. Bu açıdan tartışmalara bir son vermek ve bu konuda nihaî hükmü öğrenme hepimizin isteği ve arzusudur.
İşte bu gaye ve düşünce ile seferilik meselesinin sadece bu yönünü köşemizin sınırları içinde ele alıp incelemeye çalışacağız.
Fıkıh kitaplarımızda fukahanın meseleye bakış açısı şu şekildedir: Deve veya yaya yürüyüşü ile üç gündüz ve gecede alınan mesafe seferilik mesafesidir. Burada vasat yani orta bir yürüyüş esas alınarak, çok hızlı veya yavaş yürüyüşe itibar edilmeyecektir. Kara yolculuğu için ortaya konan bu ölçü, deniz yolculuğunda aynıyla geçerli değildir, Denizde, denizin şartları içinde yine üç gündüz ve gecede alınan mesafe esastır. Fukaha bu ölçüyü Efendimiz (s.a.s)’in şu hadisine dayanarak vermişlerdir. “Mukim kimse tam bir gün bir gece, seferi üç gün üç gece mesh eder.”[1]Nasbu’r-Raye, 2/183
Yalnız, yolculuklarda üç gün üç gece yürümek şart değildir. Hergün istirahatların da hesaba katıldığı sabahtan öğleye kadar olan orta bir yürüyüş esastır. Ayrıca sefer mesafesi hakkında bazı kaynaklarda zikredilen, “üç merhale, üç konak” tabiri buraya kadar söylediklerimize ters değildir. Zira o günkü ölçüler içinde bir insan günde ancak bir merhale yürüyebiliyor ve o konaklarda dinlenerek ertesi gün yolculuğuna devam ediyordu.
Son olarak Hanefi alimleri seferiliğin tahakkuk edeceği yolculuğu zaman olarak günde altı saatten on sekiz saat, mekan olarak da onbeş fersah olarak belirlemişlerdir. Ortalama bir fersah 5 km olduğuna göre, demek ki 90 km’lik bir yolculuğa çıkmak insanı seferi kılar. Hatta insan bu mesafeyi çok hızlı bir şekilde giderek üç günden kısa bir zamanda da olsa, yine seferidir.[2]Hidaye, Merginanî, 1/80; İhtiyar, Mevsılî, 1/79; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’1-İslâmî, 2/315; el-Mevsuatu’1-Fıkhıyye, 25/30.
Buraya kadar arzetmeye çalıştığımız bilgiler, sadece Hanefi mezhebince kabullenilmiş, fıkıh kitaplarımızda yer alan bilgilerdir. Sair mezheplerin bu konuda kabullendiği hükümler bazı noktalarda Hanefi mezhebi ile örtüşmekte, bazı noktalarda ise ayrılmaktadır.
Günümüze gelince; başta da belirttiğimiz gibi belki de Elmalılı Merhum ile başlayan bir çizgide bazı kimseler üç gün ve üç gece yapılacak olan yolculukta, “sevâd-ı âzam”denilen ümmetin çoğunluğunun yolculuklarında kullanmış olduğu vasıtanın esas alınması gerektiği, onun vasat bir seyirle 18 saatte alacağı mesafe ile ancak seferiliğin tahakkuk edebileceğini söylüyorlar. Onlara göre, bu hükmün tesbit edildiği dönemde ulaşım genelde ya yaya olarak yada deve ile yapılmaktaydı. Bu sebeple onlar ölçü olarak ele alındı. Günümüzde ise artık yolculuklar ne yaya ne de deve ile yapılmaktadır. Ayrıca nasıl dağda yolculuk yapıldığında inişi çıkışı daha fazla olduğu için o şartlar altında yapılan üç günlük yolculukta -ki bu kafiyen 90 km’yi bulmaz- seferilik tahakkuk ediyor veya deniz yolculuğunda denizin sakin, rüzgarın mutedil olduğu şartlar baz olarak alınıyorsa, şimdi de halkın çoğunluğunun yolculuklarını yaptığı vasıtalar bu meselede esas alınmalıdır. Meselâ bu tren ise, onunla 18 saat gidilmeli ve trenin 18 saat içinde vasat bir hızla alacağı mesafe veya otobüs ise yine onun 18 saat içinde alacağı mesafe, seferilik mesafesi olmalıdır.
Öte yandan İslam, üç gün üç gecelik yolculuğa çıkana yolcu demiş ve namazları kısaltma, orucu tutmama gibi bir takım kolaylıklar sağlamıştır. Bir iki günlük yolculuk yapacak olanlara yolcu, seferi dememiştir.[3]Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 10/235.
Elmalılı’nın 20 sayfayı bulan mevzu ile ilgili açıklamalarına bir bütün halinde baktığımızda karşımıza onun hareket noktası olan iki mühim unsur çıkıyor. Bunlardan birincisi, yukarıda bahsettiğimiz, Efendimiz ve daha sonra fıkıh ekollerinin ortaya çıktığı dönemlerde, yolculuğun genellikle yaya olarak veya deve ile yapılmasıdır. Onun için seferilik mesafesini tespitte bunların ölçü alınması kadar doğal bir şey yoktur. Günümüzde ise yolculuk hem şartları hem de vasıtalar itibarıyla değişmiştir. Öyleyse bu ölçünün günümüz vasıtalarına göre değiştirilmesi, İslâmı tağyir, fukahayı red vs. değil belki dinin ruhu ve ümmetin maslahatı adına yapılması gerekli olan bir şeydir.
Bu görüşü ortaya atan ve savunanların ikinci hareket noktaları, meşakkattir. Yani günümüz şartları içinde otobüs, tren, gemi, yada uçakla 90 km’lik mesafeyi alan insanların hemen hemen hiçbir meşakkat, sıkıntı ve zorluk ile karşılaşmamalarıdır. Bu konuda şöyle diyor merhum Elmalılı:
“…Bir gün akşama kadar ayakları patlayarak yaya yol giden bir adama bile verilmeyen kolaylığı, trenle üç-beş saatte gidenlere vermek gerekir, demek pek büyük haksızlık olmaz mı?” Ve üslûbunu biraz daha sertleştirerek “…tren yolcusuna İslâm öyle bir imtiyazı hangi kitapta vermiş de ona şer’î müsaade demeye kadar gidiyorsunuz? Ve fıkıh kitaplarında meşhur bir görüş varmış var sayıyorsunuz?”[4]Elmalık Hamdi Yazır, a.g.e., 10/248
Bizim ise bu mesele ile alâkalı arzettiğimiz çıkış noktasından daha farklı bir mülâhazamız olacak. İslamî emir ve yasaklarda illet (sebep) ayrıdır, hikmet ayrıdır. Bunların mutlaka birbirinden bağımsız olarak mütalâa edilmesi şarttır. Aksi halde önü alınmaz fikrî kargaşaların içine girme ihtimali vardır. Buna göre; mesela namaz kılmada illet, Cenâb-ı Hakk’ın emridir. Hikmet ise onun bizlere sağlayacağı dünyevî ve uhrevî sayılamayacak kadar çok olan faydalardır.
Yani namaz kılan insanın eklemlerinde kireçlenme olmaması, kan dolaşım seyrinin normal olması, beynin kan ile beslenmesinin rantabl olması vs. Şimdi namaz kılmada bu faydalar olmasaydı biz namaz kılmayacak mıydık? İşte bu misalde olduğu gibi seferilik mevzuunda da esas olan sefer mesafesinin alınması ve ardından Cenâb-ı Hakk’ın yolcuya tanımış olduğu kolaylıkların uygulanmasıdır. Yolculuğa çıkan şahsın Efendimiz (s.a.s)’in de bir hadislerinde beyan buyurdukları gibi “yolculuk, azaptan bir parçadır”( Buhari, umre 19; cihad 126) fehvasınca sıkıntı ve meşakkat içinde olması o kolaylaştırıcı hükümlerin ancak hikmetleri olabilir. Burada illet, sefer yani yolculuktur. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde bu mevzuya temas eder ve aynen şöyle der:
“Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise tercihe sebeptir; icaba ve icada medar değildir. İllet ise, vücuduna medardır. Mesela, seferde namaz kısaltılır, iki rekat kılınır. Şu şer’î ruhsatın illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kısaltılır. Çünkü illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa namazın kısaltılmasına illet olamaz. İşte şu hakikatin aksine olarak, şu zamanın nazarı ise maslahat ve hikmeti, illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihat arziyedir, semavî değildir.”[5]Said Nursî, Sözler, 468
Burada makâsıd-ı şeriayı arzederken, Şafiî mezhebine tâbi olmasına rağmen Bediüzzaman Hazretlerinin Hanefi mezhebi nokta-i nazarından tahlil yapması ayrıca üzerinde durulmaya değer bir husustur.
Seferilikte çekilen meşakkatin şahıstan şahısa değişeceği de muhakkaktır. Herkesin kendi istek, arzu, beklenti, yada karakterleri itibarıyla değişkenlik arzeden bu sosyo-psikolojik olay üzerinde, objektif kaideler vaz’etme doğru olmasa gerek. Bazısı vardır ki uçak yolculuğu yapar, sıkıntı üzerine sıkıntı çeker. Bazısı da vardır ki aynı mesafeyi otobüsle yada taksi ile alır, olabildiğine rahat eder. Bu açıdan ulaşım vasıtalarının lüks yada seri olmasına göre değil evinden, işinden, vatanından ayrı yolculuk yapan şahısların hallerine, düşüncelerine bakarak karar vermenin bu konuda daha isabetli olacağı kanaatini taşıyorum.
Ayrıca; seferiliğe taalluk eden hükümler açısından seferilik ayrı bir önem taşımaktadır. Namazların kısaltılması (Nisa, 101), kadının mahremi olmaksızın sefer mesafesi yolculuğa yalnız çıkmaması (Buhari, Taksir, 4; Müslim, Hac, 413-424), Ramazan’da oruç tutup-tutmama muhayyerliğinin yolcuya tanınması (Bakara, 184-185) gibi meseleler seferililikle içli-dışlı olan şeylerdir. Dolayısıyla baştan beri mütalâa ettiğimiz hususta ölçünün değişmesi, bu hükümlerin de değişmesini netice verecektir. Buna göre bir kadın trenle 18 saatlik bir yolculuğa yalnız çıkabilecek, bu kadar müddet yolculuk yapmayan bir insan Ramazan orucunu tutmak zorunda kalacak vs. Bu açıdan, bahis konusu yapılan meselenin toplum hayatımız, sosyal yaşantımız itibarıyla getireceği-götüreceği şeylerin de hesabının inceden inceye yapılması şarttır.
Sonuç olarak; beraberinde birçok hükümlerin de değişmesini netice verecek olan sefer mesafesi meselesi üzerinde ferdî ve indî yorumlardan ziyade, ehliyetli insanlardan teşekkül eden ilmî bir heyetin kararına şiddetle ihtiyaç vardır. Bu konuda ortaya konan ferdî yorumlar, ümmet-i Muhammed arasında fikir dağınıklığına sebebiyet verecektir. Nitekim merhum Elmalılı belki de bu hususu sezdiği için meşhur makalesini “Bir kitapta bir görüşün açıklanması ile herkesin ona uymaya mecbur olduğu iddia edilemez. Fetva sorumluluğu da bana ait değildir. Ben de bir görüş açıklamasında bulundum.”[6]Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., 10/255 diyerek bitirmiştir. Bizim bu konuda söyleyeceğimiz son söz Merhum Elmalılı’nın sarahaten ifade buyurduğu hususun -meşakkat meselesi hariç- İslam hukukunun temel öğretileri ile örtüştüğü, aklî ve mantıkî esaslar üzerine oturduğudur. Fakat son sözü, ilmî yeterliliğe sahip bir heyetin söylemesi gerektiği görüşünde ise ümmet-i Muhammed’in maslahatı ve dinin ruhu açısından ısrar etmekteyiz. (Kaynak: Ahmet Kurucan)
Dipnotlar
⇡1 | Nasbu’r-Raye, 2/183 |
---|---|
⇡2 | Hidaye, Merginanî, 1/80; İhtiyar, Mevsılî, 1/79; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’1-İslâmî, 2/315; el-Mevsuatu’1-Fıkhıyye, 25/30. |
⇡3 | Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 10/235. |
⇡4 | Elmalık Hamdi Yazır, a.g.e., 10/248 |
⇡5 | Said Nursî, Sözler, 468 |
⇡6 | Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., 10/255 |