İçindekiler
Haram ile ilgili genel bir malûmattan sonra özellikle hangi tür kazançların haram kazanç çerçevesine girdiğini açıklamaya çalışalım.
Genel itibariyle gayrimeşru kazanç yolları fıkıh kitaplarında belirtilmiştir. Buna göre, rüşvet alıp-vermek, faiz, karaborsacılık (ihtikâr), hileli ticaret, kumar ve hırsızlık gayrimeşru kazanç yolları arasında sayılmıştır. Haram kazanç yolları elbette burada sayılan maddelerle sınırlı değildir. Bunun içerisine dinin temelde yasakladığı ve salim aklın hoş görmediği şüpheli kazanç yolları da eklenebilir. Biz gayrimeşru kazanç yollarından önemli olanlarını açıklamaya çalışacağız.
1- Faiz
İki malın birbiriyle değişimi sırasında taraflardan birinin, akit gereği karşılığı olmaksızın verdiği fazlalığa faiz denir.[1] Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahât-ı Fıkhiye Kâmusu, 6/104. Kur’an-ı Kerim’de faiz yiyenlerin şeytan çarpmış gibi haşrolacakları ve faizden vazgeçmedikleri takdirde cehenneme girecekleri ifade edilmiştir.(Bakara Sûresi, 2/275.)
Allah Resûlü de (sallallâhu aleyhi ve sellem) fâiz yiyeni, yedireni, fâiz akdindeki şahitleri ve fâiz işlemini yazanı lânetlemiş, haramlık açısından bunların hepsinin eşit olduğunu söylemiştir.”[2] Bağavî, Şerhu’s-Sünne, 8/54 (2054).
2- İhtikâr (Karaborsa)
İhtikâr, ucuzken alıp pahalıyken satmak üzere piyasadan mal toplayıp stoklamak manasına gelir.[3] Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed b. Muhammed ez-Zebidî (1205), Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-kâmus, thk. Abdülhalim Tahâvî, Kuvety: et-Türâsü’l-Arabî, 2001.
Topluma verdiği büyük zarardan dolayı ihtikâr yapan kimse hakkında hadislerde ağır ifadeler kullanılmıştır. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Karaborsacılığı ancak günahkâr kimse yapar.”(Müslim, Müsâkât 130; Ebû Dâvud, Büyû’ 47; Tirmizî, Büyu’ 40.)[4] Hadis-i şerif, başka bir rivayette ise şu lafızlarla gelmiştir: مَنِ احْتَكَرَ فَهُوَ خَاطِئٌ “Her kim ihtikâr yaparsa, o günahkârdır.” (Müslim, Müsâkât 129) ifadeleriyle, muhtekirin günah ve isyan içinde bulunduğuna dikkat çekmiştir.
İhtikârın nasıl büyük bir günah olduğu başka bir hadiste şu çarpıcı ifadelerle dile getirilmiştir: “İhtikâr yapan bir kimse daha sonra kârıyla birlikte bütün malını infak etse bile, bu onun günahına kefaret olmaz.”[5] Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe, Musannef, thk. Muhammed Avvâme, Cidde: Şirketü dâri’l-kıble, 2006, X, 578; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali el-Beyhakî, … Okumaya devam et
İhtikâr yasağının sadece yiyecek maddelerinde geçerli olduğu söylense de onun, stoklanması halka zarar veren bütün maddelerde geçerli olduğu kabul edilmiştir.
3- Devlet Malını Yemek (Gulûl)
Umumî mânâsıyla gulûl, hakkı olmayan bir şeye el uzatma, ondan yararlanma, emanete hıyanet etme demektir. Daha hususî çerçevede ise, taksimat yapılmadan önce ganimet malından bir şeyler aşırma, kamu malından gizlice bir şeyler alma, devlet malında suistimalde bulunma mânâlarına gelir.
Bu büyük günahla alakalı olarak Kur’an’da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَغُلَّ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı iş değildir. Her kim hıyanet edip de ganimetten veya kamuya ait hâsılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse, kıyamet gününe o vebalini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir. Sonra her kişiye kazandığı şeylerin mükâfatı veya cezası eksiksiz verilir. Ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.”(Âl-i İmrân Sûresi, 3/161.)
Bir insanın, iş başına geçtiği zaman bir kısım spekülasyonlarla mal edinmesi, örtülü ödenekten kendi hesabına bir şeyler kaydırması ve bu tür haksızlıkları irtikâp ederken, bir de kılıf bularak, “Ben de burada çalışıp çabalıyorum. Ben olmasaydım bunca birikim yapılamazdı.” gibi ifadelerle gayr-i meşru fiilleri meşru gibi göstererek kendi hesabına bazı şeylerden istifade etmesi gibi hususların hepsi gulûl kategorisi içine girer. Hatta hakkı ve liyakati olmadığı hâlde milletin idaresine talip olan bir insan da milletin hukukunu gallediyor, onların hukukuna tecavüz ediyor demektir.[6] Gülen, Yenilenme Cehdi, s. 48.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sık sık ümmetini gulûlden sakındırmıştır. Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızda ayağa kalkarak gulûlü andı. Onun din nazarındaki ne kadar çirkin ve büyük bir günah olduğunu, ne kadar feci akıbetlere sebep olacağını anlattı. Sonra da şöyle buyurdu: ‘Sakın sizden biri, Kıyâmet günü boynunda böğüren bir deveyle gelip ‘Yâ Resûlallâh beni kurtar!’ demesin. Ben orada, ‘Senin için bir şeye mâlik değilim; ben sana teblîğ ettim! derim.’ Allah Resulü bu ifadelerini aynen tekrarlayarak beş şeyi daha saymıştır. Bunlar sırasıyla, at, koyun, çığlık atan bir kimse, elbise ve altın-gümüştür.”(Müslim, İmâre 24.)
Başka rivâyetlerde ayakkabı bağı, iğne, iplik ve hattâ bunlardan da değersiz devlete ait şeyleri çalmanın da aynı şekilde gulûl olduğu, ganimetten böyle değersiz bir şey çalmış olarak cephede ölen bir askerin şehitlik mertebesini kaybedeceği belirtilmiştir.
Başta Müslim’in Sahîh’i olmak üzere, hemen hemen bütün hadis kitaplarında rivâyet edilen şöyle bir hadise vardır: Adiyy b. Amîre el-Kindî anlatıyor: “Hz. Peygamber’in şöyle söylediğini işittim: ‘Sizden kimi bir iş için tâyin ettiğimizde, o bizden bir iğneyi veya iğneden daha değersiz bir şeyi gizleyecek olsa bu bir gulûldür (hıyânettir). Kıyâmet günü onunla gelecek ve onunla rezil olacak).’ Bu sözü işiten Ensâr’dan siyah bir adam, memuriyetin helâk edici mesuliyetinden korkarak ayağa kalkıp:
‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana verdiğin memuriyeti geri al.’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Bu da ne demek?’ diye sordu. Adam: ‘Senin şöyle şöyle söylediğini işittim.’ deyince Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) meselenin ehemmiyetini te’kîden şu cevabı verdi: ‘Ben aynı şeyleri şimdi bir kere daha tekrar ediyorum: Sizden kimi bir vazîfeye tâyin edersek, az çok ne elde etti ise getirsin. Ondan kendisine tarafımızdan verileni alsın, men edilenden kaçınsın.”(Müslim, İmâre 30.)
Bir başka hadiste bu manâ şöyle te’kîd edilir: “Bir iğne, bir parça iplik de olsa ganîmet malını getirin. Kim ganimetten bir iğne veya iplik çalacak olsa, kıyamet günü, o kimse getirecek durumda olmadığı halde onu getirmesi istenerek devamlı azâb edilir.”[7] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 7/406-408.
Devlet reisi ve idareci olarak çalışan kimselerin kendilerine gelen hediyeleri almaları, harama yakın mekruh olarak görülmüştür. Hâkimin hediye alması ise icma ile haramdır. Müftülerin hediye almalarının da haram olduğu söylenmiştir.[8] el-Mevsûatü’l-Fıkhiyyetü’l-Kuveytiyye, 22/223.
4- Hile
Kasten aldatma, meşru bir vesileyi gayr-i meşru bir neticeye ulaşmak için kullanma manasına gelen hile, dinimizde haram kılınmıştır. Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Bizi aldatan bizden değildir.”(İbn Mâce, Ticarât 36.) buyurmuştur.
Başka bir hadiste ise, مَنْ بَاعَ عَيْبًا لَمْ يُبَيِّنْهُ لَمْ يَزَلْ فِي مَقْتِ اللهِ وَلَمْ تَزَلِ الْمَلَائِكَةُ تَلْعَنُهُ “Kim bildirmeden ayıplı bir malı satarsa o, Allah’ın gazabı altındadır ve melekler ona devamlı lanet eder.” buyrulmuştur.(İbn Mâce, Ticarât 45.) Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) alışverişlerde aldandığından şikayet eden bir sahabeye de şu tavsiyede bulunmuştur: فَاِذَا بَايَعْتَ فَقُلْ لَا خِلَابَةَ “Alışveriş yaptığın zaman, ‘Hile yok.’ de.”(Buharî, Büyû’ 48; Müslim, Büyû’ 48.)
Fıkıh kitaplarında hile, fiilî, kavlî (sözlü) ve susarak olmak üzere üçe ayrılmış, fiilî hileye, hayvanı çok sütlü göstermek için memelerini bir torba ile bağladıktan sonra onu birkaç gün sağmadan bekleterek satmak misal olarak gösterilmiştir. Nitekim musarrah hadisi diye meşhur olan bir rivayette Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu tür bir muameleyi yasaklamıştır.(Buharî, Büyû’ 64; Müslim, Büyû’ 7; Ebû Dâvud, Büyû’ 48; Tirmizî, Büyû’ 29.)
Sözlü hile ise kendi içinde, neceş (müşteri kızıştırma) ve yalan beyan olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Neceş müstakil bir başlık altında ele alındığı için burada onun üzerinde durulmayacaktır. Yalan beyan ise, bazen maliyet bazen de piyasa fiyatları hakkında ortaya çıkar. Güven esasına dayanan satışlarda (murabaha, vadîa, tevliye) satıcının maliyet fiyatını doğru olarak söylemesi gerekir. Bu konuda söylenecek bir yalan, karşı tarafa yapılan bir hıyanet ve sözlü bir hile kabul edilmiş ve caiz görülmemiştir. Böyle bir alışverişin hükmüne gelince bu, sahih kabul edilmiş fakat zarar gören tarafa akdi fesh etme veya karşı tarafa zararı telafi ettirme hakkı verilmiştir.
Satıcının muhatabını aldatmak için alışverişe konu olan mal hakkında bildiği bir ayıbı gizlemesi de susma şeklindeki hileyi oluşturur. Zira bununla satıcı, malın ayıpsız olduğu yönünde karşı tarafta bulunan kanaati devam ettirmekte ve böylece onu aldatmaktadır. Hiç şüphesiz bir kişinin sattığı malın ayıplarını gizlemesi haramdır. Çünkü Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) konuyla ilgili bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Kardeşine ayıplı bir mal satan hiçbir Müslüman, aybı o kardeşine açıklamadıkça bu satış helâl olmaz.”(İbn Mâce, Ticârât 45.)
Hile yapan şahsın, tazir cezasına çarptırılacağı İslâm hukukçularınca kabul edilen bir hükümdür. Öte yandan alışverişte yapılan bir hile bazı durumlarda akdi batıl veya fasit kılmakta bazı durumlarda ise zarara uğrayan tarafa muhayyerlik veya uğradığı zararı tazmin hakkı vermektedir.
5- Hırsızlık
Bir malı korunmuş olduğu yerden gizlice almaya hırsızlık denir. Her hırsız çaldığı malı sahibine iade etmeli, ondan helâllik istemeli, ayrıca hak sahibinin elinden malın gitmesiyle oluşan somut bir zararı varsa, bunu da karşılamalıdır.[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahât-ı Fıkhiyye Kâmusu, 3/261.
Hırsızlık dinimizin çirkin gördüğü en büyük günahlardandır. Çalıp gasp etmenin çeşitlerinden biri olan arazi ihlaliyle alakalı olarak Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: مَنْ ظَلَمَ قِيدَ شِبْرٍ مِنَ الأرْضِ طُوِّقَهُ مِنْ سَبْعِ أَرَضِينَ “Kim bir karışlık yeri haksız olarak elde ederse, o yerin yedi katı onun boynuna geçirilir.”(Buhârî, Mezâlim 13.)
Hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracılık yapmak üzere kendisine müracaat eden bir sahabiye ise Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu ibretlik ikazda bulunmuştur: وَايْمُ اللَّهِ لَوْ أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ سَرَقَتْ لَقَطَعْتُ يَدَهَا “Allah’a yemin ederim ki, kızım Fatıma da çalsa, elini keserim.”(Buhârî, Enbiya 54.)
Hırsızlığın cezasıyla alakalı olarak da Kur’an’da şöyle buyrulur: وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesiniz! Allah azîz ve hâkimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.)”(Mâide Sûresi, 5/38.)
Hanefilere göre el kesme cezası, ancak korunmuş bir yerde bulunan ve değeri en az on dirhem olan bir şeyin çalınmasından dolayı gerekir. Miktarı, bahsedilen ölçüden az olan veya korumasız bir yerde bulunan malın ya da paranın alınmasıyla el kesilmez. Şafiî ve Malikîlere göre ise bu miktar, dinarın dörtte biri, yani 3 dirhemdir. 10 dirhemle, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında iki kurbanlık koyunun alınabildiği düşünülürse, Hanefilerin belirlediği bu miktar bugün yaklaşık olarak 1000, Şafiî ve Malikilerin tercih ettiği miktar ise 300 liradır.[10] Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’an, 4/64-65.
6- Rüşvet
Bir hakkın iptali veya haksızlığın ikamesi için yetkililere verilen mala denir. Diğer bir tabirle rüşvet, insanın hakkı olmadığı halde bir iş karşılığında elde ettiği menfaattir. Rüşvet, dinimiz tarafından büyük günahlardan sayılmış, İslâm hukukunda cezalandırılması gereken bir tazir suçu olarak kabul edilmiş, onu alanın da verenin de lanetlendiği bildirilmiştir.(Ebû Dâvud, Akdiye 4.)
Sahabenin büyüklerinden Abdullah b. Mes’ud (radiyallahu anh) rüşvetin ağır bir mesuliyet getirdiğini belirtmek üzere Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu hadisini rivayet etmiştir: “Bir hâkimin rüşvet alması, küfürdür.”[11]Taberânî, el-Mu’cemü’l Kebîr, 9/226.
Başka bir rivayete göre de Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Rüşvet veren ve rüşvet alan Cehennem’dedir.”(Bezzâr, Müsned, 3/247.)
Nebiyy-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir başka rivayette ise, “Bir toplumda faiz uygulanırsa kıtlıkla, eğer rüşvet yaygınlaşırsa korkuyla cezalandırılırlar.”(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 29/356 (17822).) buyurarak rüşvetin yaygınlaştığı toplumların maruz kalacağı musibete işaret etmiştir.
Ömer b. Abdülaziz (radiyallâhu anh) hediyeleri kabul etmezdi. Kendisine, “Ebû Bekir ve Ömer (radiyallâhu anhüma) onları kabul ederken, sen niye kabul etmiyorsun.” denilince, “Hediyeler o zaman hediyeydi, şimdi ise rüşvet oldu.” karşılığını vermiş, insanların karşılıklı muhabbeti artırmak için değil de maddî bir beklenti ile hediye vermesinden korkmuştur. Bu açıdan makam sahiplerinin işlerinin hakkını vermeleri, dünya menfaati için insanlardan hakkı olmayan şeyleri almamaları gerekir. Bu, hem onlar hem de rüşvet aldıkları kimseler için büyük bir vebali gerektirir.
Nitekim Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususu şu şekilde dile getirmiştir: “Bir kimse din kardeşine herhangi bir konuda aracılıkta bulunur da, o da (buna karşılık) kendisine bir hediye verir, hediye verilen de hediyeyi kabul ederse çok büyük bir faiz kapısı açmış olur.”(Ebû Dâvud, Büyû’, 82.)
Hadis-i şeriften, devlet makamları veya başka merciler nezdinde birinin işini takip ederek ona yardımcı olma karşılığında hediye almasının bir tür haram kazanç, riba veya rüşvet kapsamında olduğu, hediyenin veren veya alan açısından haksız kazanç yahut en azından sebepsiz iktisap vasıtası haline gelebileceği anlaşılmaktadır.[12] Ali Bardakoğlu, “Hediye”, DİA, 17/154.
Rüşvet ve rüşvete yakın sayılabilecek yolsuzluk, zimmet ve nüfuz ticareti gibi suçlar, hem dinimizin hem modern hukukun hem de demokratik ve insan haklarına dayalı rejimlerin en küçük şekilde dahi müsamaha gösteremeyeceği büyük günahlardan birisidir.[13] Musa Kazım Gülçür, Rüşvet ve Yolsuzluk, Yeni Ümit, S. 26.
İslâm âlimleri de rüşvetin haram olduğu hususunda icmâ etmiştir. Rüşvet suçunun topluma verdiği zarara göre rüşvetçiye verilecek ceza artar veya azalır. Dolayısı ile başta adliye teşkilâtındakiler olmak üzere üst düzey memurların aldığı rüşvetin dünyevî ve uhrevî cezasının daha büyük olması gerektiği belirtilmiştir.[14] Saffet Köse, “Rüşvet”, DİA, 35/304.
7- Kumar
Kumar; şans veya becerinin birlikte veya tek başına söz konusu olduğu bir olay ya da yarışmanın yahut belirsiz bir olayın sonucu üzerine bahse tutuşma ve bu yolla kazanç elde etme demektir. Dinimizin en temel yasaklarından birisi olan kumar, haksız kazanç, mal ve zaman israfı, içtimâî çözülmeler gibi pek çok menfî sonuçları olan bir fiildir. Bu sebeplerden dolayı da o, haram kabul edilmiştir.[15] Ali Bardakoğlu, Kumar, 26/364.
Kur’an-ı Kerim’de kumar kesin olarak yasaklanarak şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Onlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?”(Mâide Sûresi, 2/90-91.)
Günümüzde oynanan bütün şans oyunları, yapılan çekilişler ve yarış sonuçları üzerine girişilen bahisler kumar kapsamında değerlendirilebilir. Mahiyeti itibariyle caiz olan futbol, basketbol, yüzme ve güreş gibi spor dallarıyla, güvercin uçurma, at ve ok atma gibi yarışlar üzerine bahis tutuşma kumara girer ve haram olur. Bazı çeşitleri itibariyle biraz beceri gerektirse de kumar, temel anlamda şans ve tesadüfe bağlı kazanma veya kaybetme oyunudur.
Malların karşılıklı rıza ve meşru yolla paylaştırılması prensibinden hareketle kumarda zahiren bir rıza olsa bile taraflar kazanma hırsıyla karşısındakilere kin ve nefret beslerler ve onların kazançları batıl bir yolla başka bir kimsenin mülkiyetine geçmiş olur ki böyle bir kazanç gasp olarak nitelendirilmiştir.
8- Haram Malların Satışı
Son olarak yenilmesi, içilmesi ve kullanılması haram kılınan malların satışından elde edilen kârın da haram olduğunu ifade etmek gerekir. Buna göre bir Müslümanın domuz eti, içki, sigara satması caiz olmadığı gibi, erkekler için imal edilmiş olan altın, gümüş ve ipek mamulleri satması da caiz değildir.
Dipnotlar
⇡1 | Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahât-ı Fıkhiye Kâmusu, 6/104. |
---|---|
⇡2 | Bağavî, Şerhu’s-Sünne, 8/54 (2054). |
⇡3 | Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed b. Muhammed ez-Zebidî (1205), Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-kâmus, thk. Abdülhalim Tahâvî, Kuvety: et-Türâsü’l-Arabî, 2001. |
⇡4 | Hadis-i şerif, başka bir rivayette ise şu lafızlarla gelmiştir: مَنِ احْتَكَرَ فَهُوَ خَاطِئٌ “Her kim ihtikâr yaparsa, o günahkârdır.” (Müslim, Müsâkât 129 |
⇡5 | Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ebî Şeybe, Musannef, thk. Muhammed Avvâme, Cidde: Şirketü dâri’l-kıble, 2006, X, 578; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1410, VI, 103. |
⇡6 | Gülen, Yenilenme Cehdi, s. 48. |
⇡7 | İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 7/406-408. |
⇡8 | el-Mevsûatü’l-Fıkhiyyetü’l-Kuveytiyye, 22/223. |
⇡9 | Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahât-ı Fıkhiyye Kâmusu, 3/261. |
⇡10 | Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’an, 4/64-65. |
⇡11 | Taberânî, el-Mu’cemü’l Kebîr, 9/226. |
⇡12 | Ali Bardakoğlu, “Hediye”, DİA, 17/154. |
⇡13 | Musa Kazım Gülçür, Rüşvet ve Yolsuzluk, Yeni Ümit, S. 26. |
⇡14 | Saffet Köse, “Rüşvet”, DİA, 35/304. |
⇡15 | Ali Bardakoğlu, Kumar, 26/364. |