Hased, bir nimeti hakkıyla elde etmiş bir insandan o nimetin kopup gitmesini arzu etmektir. İleri derecede hased bazen nimetin, sahibinden uzaklaşması için gayret gösterme şekline dönüşür. Hased bazen gıbta ile karıştırılabilir, oysa gıbta insanın makbul yanlarından biridir. Gıbta hastalık seviyesine yükselir ve kinle karışırsa hasedi doğurur. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) gıbta ile hasedin bu farkına dikkat çekmek için olacak, şöyle buyuruyor: “Mü’min gıbta eder, münafık hased eder.” (Ragıb, Müfredât, hsd.md.)
Kur’ân, hasedi, kendisinden Allah’a sığınılan zararlı bir tavır ve bir şer kaynağı olarak tanıtmıştır (bk. Felak suresi) Bir ayette şöyle buyruluyor:
“Yoksa onlar Allah’ın lutfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere hased mi ediyorlar? Evet, biz Al-i İbrahim’e de kitap ve hikmet verdik; hem de büyük bir hâkimiyet ve mülk verdik.” (Nisa, 4/54).
Hased, Allah’ın hazinesinden istemek yerine kulun elindekinin zevaliyle tatmin olan sefil ruhların tavrıdır. İnsanlık tarihinin harp, darp, iftira, fitne, cinayet, yıpratma vs. gibi menfiliklerinin hemen hepsinin ardında hased vardır. Peygamberlere karşı çıkışın temel nedenlerinden birinin de hased olduğunu Kur’ân bize bildiriyor: (Bakara, 2/109; Nisa, 4/54)
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) de şöyle buyuruyor: “Sizi hasedden sakınmaya çağırıyorum. Zira hased, ateşin odunu yediği gibi, kişinin amellerini yiyip bitirir.” (Ebû Davud, edeb, 44; İbn Mace, zühd, 66.) “Bir kalpte iman ve hased bir arada bulunamaz.” (Nesai, cihad, 8.) Peygamber Efendimizin “haktır” dediği nazar (göz değmesi) tahribatının arkasında da hased vardır. Kur’ân’ın “gözün hainlik ve zulmü” (Mu’min, 40/19) dediği bela, öyle anlaşılıyor ki, hasedle bakan gözün kötülüğüdür.
Üstad Bediüzzaman hased konusunda özetle şu ifadeleri kullanıyor:
“Kardeşlerim, enaniyetin işimizde en tehlikeli ciheti, kıskançlıktır. Eğer sırf lillah için olmazsa, kıskançlık müdahale eder, bozar. Nasıl ki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü, kulağına hased etmez ve kalbi aklına rekabet etmez. Öyle de: Bu heyetimizin şahs-ı manevîsinde her biriniz bir duygu, bir âza hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilakis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.” (Bediüzzaman, Mektubat.)
Cennette Hased
Ahirette, cennet ehlinin gözünün görmediği, kulağının işitmediği, insanoğlunun hayaline bile misafir olmamış nimetlerle donatacak olan Allah’ın, bir diğer önemli ihsan ve lütfu da, cennet ehlinin kalblerinden kin ve hased (kıskançlık) duygusunu kökünden söküp çıkarmasıdır. Kur’ân bu hakikati şöyle ifade eder:
“(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalblerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız.” (A’raf Sûresi, 7/43)
“Mükâfat, amelin cinsindendir.” kaidesince, nasıl dünya hayatında, iman uğrunda çekilen sıkıntı ve meşakkatler, sıkıntısız, meşakkatsiz ebedî bir hayatla bedellendiriliyor; nasıl burada yaşanan açlık ve susuzluk ahirette açlık ve susuzluğun çekilmemesini netice veriyor, aynen öyle de insanın, dünyada eskilerin “emraz-ı kalbiye” dedikleri kin, nefret, öfke, hased, gayz, hırs vb. duygu ve tutkular veya hastalıklarla mücadele ederek kendini aşması; ahirette, bunların onun kalbinden sökülüp atılması ile mükâfatlandırılacaktır.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası