Helâl şeylere aşırı muhabbet küfre sebebiyet vermez. Hatta helâlin çok fazlası ve suiistimali için bile küfre götürür demek doğru değildir. Ancak, insan bazı şeylere alışınca o yolla gelen suiistimalâtın açacağı başka kapılar olabilir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha’da “Mütrefin” diye bir zümreden bahsedilir. Bunlar yemesinde-içmesinde, yatmasında-kalkmasında aşırı aristokrat davranan insanlardır. Allah, bir beldeyi helâk etmek istediğinde o beldenin kaderine, mütrefini hakim kılar deniyor. Dolayısıyla yemeyi-içmeyi, yatmayı gâye-i hayal hâline getirmiş insanlar, ilâhî tehdide sebep teşkil ediyor olabilirler.
Aynı zamanda, bu kadar tenperver ve cesetperver olan insanların, hakperest olmaları da çok zordur. Onun için Üstad, ilk eserlerinden olan Mesnevi’de şöyle der: “Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına yüksel.” Zaten beden dünyası içinde çark edip dönen bir insanın da, ruh dünyasının âdâp ve erkanına riayet etmesi mümkün değildir.
Bu meseleye zühd açısından yaklaşılacak olunursa, yeme-içme gibi bedenî fonksiyonlarda yetecek kadar bir şeyle, iktifa edip sonra da Allah’ın bize olan ihsanlarını yine O’nun rızasını kazanma istikametinde sarf etmek önemli bir esastır. Bu itibarla da, mübahlardan, helâllerden bile fazla yararlanma peşinde olan bir insan, tehlike “sath-ı mailinde” dolaşıyor demektir. Hz. Resûlallah’ın, “Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.” sözü, günahların küfre atılan birer adım olduklarını ifade etmektedir.. evet bir kere yalan söyleme, küfre doğru atılmış bir adım ve aynı zamanda imandan da o miktar soğuma demektir. Keza, bir kere zinaya yaklaşma, küfre doğru bir adım, imana da o ölçüde yabancılaşma demektir.
Ayrıca her bir günah, emsaline bir çağrı ve davetiyedir. Bu da fasit bir dairenin oluşması demektir ki, işlenen her günah, yanında yeni bir günah ister ve derken insanı reyn’e götürür. Efendimizin hadis-i şeriflerde işaret buyurduğu “reyn”, günahlar karşısında kalbin paslanması demektir. Günahlar istiğfarla yıkanıp temizlenmezse kalb paslanır ve işte bu hâlin tekerrür etmesi kalbin ölümünü netice verir.
Günahın bu dezavantajının yanında, Allah’ın, bizim güzel işlerimiz hakkında, rahmetle, lütufla tecellisi de söz konusudur. Hatta Cenâb-ı Hakk’ın bize karşı muamelesi daha ziyade hep bu istikamettedir.
Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle rahmet, her şeyden daha geniş, daha engin ve her şeyi istiab edecek ölçüdedir. Onun için Allah, çok defa o fasit daire zincirini kırar ve bunun zıddı olan “velud döngü” -doğurgan döngü- de diyebileceğimiz hasenatın hasenatı doğurmasını temin buyurur.
İnsanın mahiyetinde fenalıklara karşı temayül daha şiddetli, daha azgın, daha amansızdır ama, beri tarafta Cenâb-ı Hakk’ın inayetinin, iyilikler istikametinde bizi desteklemesi de, o şer cephesine karşı, bizim için çok önemli bir avantaj teşkil etmektedir. Bunu şöyle ifade edebiliriz; şeytanın idlaline maruz kalan insan, onun gözünün içine baka baka şöyle der: “Evet sen güçlü görünüyorsun ve benim tabiatımı da yanına alıyorsun; şehvet, öfke, hiddet, şiddet dinamitlerini her zaman ateşleyebiliyorsun ama, unuttuğun bir şey oluyor; benim öyle bir yâr-ı vefadarım var ki, Kur’ân-ı Kerim’de kimbilir kaç yerde ‘Ni’me’l-Mevlâ ve ni’men-Nasîr ; O ne güzel yar ve yardımcı, O ne güzel destekçi’ diye bana hep kendisini anlatıyor.”
İşte bu mülâhaza ile çok defa kıtmirane ettiğim dualarımdan biri şudur: “Allahümme eyyidna biruhin min indik; Allah’ım! Kendi nezdi uluhiyetinden bir ruhla, bir mânâyla, bir güç kaynağıyla bizi teyit buyur, destekle.” Amin!
Kaynak: Fasıldan Fasıla 4, “Helal Şeylere Aşırı Muhabbet”