İffet, aslı Arapça olup, dilimizde de ahlâklı, namuslu ve edepli olmak anlamlarında kullanılmaktadır. İffeti, her türlü çirkin söz ve fiillerden uzak kalma, hayâ ve edep dairesinde bir hayat yaşama, ahlâkî değerlerle sıkı sıkıya bağlı olma ve kişinin bedenî ve maddî hazlara karşı itidal içinde bulunması şeklinde tanımlayabiliriz.
Aslında iffetin, Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde kullanımına baktığımızda, dil, göz, kulak, el, ayak gibi uzuvların günahlardan korunmasından, müstağni davranarak başkalarına el açmamaya; helâl dairesindeki zevkleri yeterli görerek harama el uzatmamaktan, meslek ahlâkına riayet etmeye kadar geniş bir yelpazesinin olduğunu söyleyebiliriz. Binaenaleyh Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) dualarında hidayet, takva ve gönül tokluğunun yanında iffetli olmayı da Allah Teâlâ’dan istemiştir.
İffet, kadınlar için çok hayati bir öneme haiz olduğu gibi erkekler için de en önemli değerlerden biridir. Nitekim Kur’ân’da bir iffet âbidesi olarak Hz. Meryem örnek olarak verilirken, diğer taraftan da Hz. Yûsuf’un (aleyhisselam) iffetini muhafaza adına hapsi göze alması nazarımıza arz edilmektedir fakat kadının toplumdaki genel konumunu ve onun fıtrî özelliklerini düşündüğümüzde, iffetin kadınla âdeta bütünleştiğini veya öyle olması lazım geldiğini söyleyebiliriz.
İslâm ahlâkçıları temelde insanda üç duygunun mevcut olduğunu ve bunların da her birinin ifrat ve tefrit hallerinin bulunduğunu ifade etmişlerdir. Bu duygulardan biri olan “kuvve-i şeheviye”nin ifrat hâline “fısk u fücûr” denir ki kişinin hayâ hissinden tamamen sıyrılarak her türlü günahı işleyecek hâle gelmesidir. İnsanın helâl nimet ve lezzetlere karşı hissiz ve hareketsiz kalması sonucu oluşan tefrit durumuna da “humûdet” demişlerdir. Meselenin sırat-ı müstakimi yani orta yolu ise “iffet” ve “hayâ”dır. Yani bu yöndeki ihtiyaçları tatminde helâl daireyi yeterli görerek, harama adım atmamaktır.
Bir kadının iffetini muhafaza edebilmesi ve meşru dairede hareket ederek her türlü fuhşiyattan uzak kalabilmesi adına tesettüre riayet etmesi son derece önemlidir. Haram kılınan pek çok şeyin haramlığının, dinimizin temel prensiplerinden biri olan “sedd-i zerâi” (günahlara ve fenalıklara götüren yolları önceden tıkama) gerçeğine dayandığını görüyoruz. Bu prensip açısından bakınca, bir kadın için tesettür, onun ırz ve namusuna gelebilecek her türlü taarruza karşı bir kalkan durumundadır. Tesettür, onun pis nazarlara ve kötü emellere âlet edilmesinin önünde bir engel olması yönüyle kadının iffet ve namusunun âdeta bir sembolü olmuştur.
İffette İç-Dış Bütünlüğü
Burada önemli bir husus üzerinde durulması icap etmektedir. Aslında iffet esas olarak duygu ve düşünce safiyetiyle başlar. Bir kadının iffetli olması öncelikle onun tasavvur ve hayal planında, her türlü uygunsuz söz ve fiillerden uzak kalmaya ve bütün hâl ve hareketlerinde edep ve hayâyı elden bırakmama konusunda göstereceği azim ve kararlılığıyla ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle iffet, uzuvların ahlâka aykırı davranışlardan korunmasından önce kalbte ortaya çıkar ki bu da bedenî hazlara ve nefsanî aşırılıklara karşı tavır almakla gerçekleşir. Bunun da yolu kadının dış ziyneti olan giyim kuşamına önem verdiği kadar iç ziyneti diyebileceğimiz namus, iffet ve fazilete de değer vermesiyle anlaşılır yoksa kendisini meleklerden ulvî hâle getiren bu iç derinliği ile iffet ve vakardan mahrum olan bir kadının, dış giyimine verdiği önem, sadece insanların gözünü boyayan yalancı bir elbise olacaktır çünkü iffeti hakkında söz söylenen bir kadın değersiz bir para gibidir ki onun atmosferinde sağlıklı nesillerin yetişmesinden söz edilemez.
İşte kadında esas olması gereken; giyim kuşamına önem verdiği gibi duygu, düşünce, söz ve fiillerinde de kendisine yakışan iffet ve nezaheti gösterebilmesidir. O oturuşunda, kalkışında, yürüyüşünde ve konuşmasında hep afif ve hayâ sahibi olmalıdır. Bir taraftan tesettür mevzuunda İslâm’ın emirlerini titizlikle yerine getirirken diğer yandan bütün söz ve fiilleriyle iffetin temsilcisi olmaya çalışmalıdır.
Cenâb-ı Hak Yüce Kitabında toplum ve ailenin sıhhati için birçok yerde ırz ve namusların korunmasını istemiş ve her türlü fuhşiyattan uzak durmamızı emretmiştir. Mesela bir yerde:
“Irzlarını koruyan erkek ve kadınlar… Allah bunlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb Sûresi, 33/35).
“Onlar ki namuslarını korurlar… İşte bunlar, cennetlerde ikram olunanlardır.” (Meâric Sûresi, 70/29-35)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir hadis-i şeriflerinde iffetli insanları şöyle müjdelemiştir:
مَنْ تَوَكَّلَ لي مَا بَيْنَ رِجْلَيْهِ وَمَا بَيْنَ لَحْيَيْهِ تَوَكَّلْتُ لَهُ بِالْجَنَّةِ “Her kim diline ve şehevî arzularına hâkim olacağına dair bana söz verirse ben de onun cennete girmesine kefil olurum.” (Buhârî, hudûd 19)
Son olarak şunu da hatırlatmak gerekir ki bütün faziletlerin kaynağı iman olduğu gibi iffet ve hayâ duygusunun da kâmil manada temsil edilebilmesi imana bağlıdır. Bu duygu, iman ve marifetle geliştirilmez, ihsan duygusuyla takviye edilmez ve nefse muhalefetle fısk u fücûrun önü alınmazsa, gerçek manada faziletten, iffetten ve erdemden bahsetmek de mümkün olmayacaktır. Sözlerimizi Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tâhâyâ) şu mübarek beyanlarıyla noktalayalım:
إِنَّ لِكُلِّ دينٍ خُلَقاً وَخُلُقُ الْإِسْلَامِ الْحَيَاءُ “Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.” (İbn Mâce, zühd 17)
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali