Değerli kardeşimiz,
İmanda yakine ulaşmak, onu içimizde hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde duymak çok önemli, çok güzel bir şey. Ama şunu da bilmek gerekiyor, insanın buna ulaşması çoğu zaman bir anda olmaz. Öte yandan, “yakin”in (iman kuvveti, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma) de dereceleri var. Herkesin yakini aynı seviyede olmadığı gibi, kişinin yakini de her zaman aynı seviyede olmaz. Yakini kuvvetlendirecek şeylerle meşgul olduğunda artar, kendini gaflete saldığında azalır.
Görünen itibariyle okuma adına yapmanız gerekeni yapmışsınız. Bu tabii ki okumanın sonu olduğu anlamına gelmiyor. İnsan devamlı okumalı, bilgisini marifetini artırmalı. Ancak iman ve yakin konusuna gelince bunun sadece okumakla ilgili olmadığını belirtmek gerekiyor. Çünkü insan sadece akıldan, zihinden ibaret değildir. Onun bir de kalbi ve ruhu vardır. Okuma, bir konuyu birileriyle müzakere etme, kişinin “aklen” ikna olmasını belki bazen sadece “ilzam” olmasını (ikna olmasa da diyecek bir şey bulamaması) netice verebilir. Ancak kalbin ve ruhun da yakinde önemli rolü vardır. Hatta aslan payı bunlara aittir. Aslen iman, kalbin amelidir. Akli izahlar, kalbin iman etmesini, sonra da imanda yakine ulaşmasını sağlar.
İmanda yakine ulaşma, sonra da o yakini koruma ve güçlendirme adına, okumanın dışında şunların da mutlaka yapılması gerekir:
1. Tefekkür: Sistemli ve disiplinli düşünme diye tarif edebileceğimiz tefekkür, insanın gözünü hakikatlere açan çok önemli bir ameliyedir.
Tefekkür, kitap okurken sathi okumayı engeller. Kişi, okuduğu şeyin üzerinde tefekkür ettiğinde, satırlarda yazılanla, satırlara yansımamış olsa bile kastedilenin, hatta yazarın ihmal ettiği şeylerin de farkına varır, o satırlardan, ulaşması gereken hakikatlere kendisi ulaşabilir.
Tefekkür, insanın kâinata yani dış âleme ve kendi benliğine bakabilmesini sağlar. Biz aslında bunlara sürekli olarak bakmaktayız, bakmak da ne kelime, içinde yaşamaktayız. Ancak bunları sonradan bulmadığımız için onlarda neler olduğunu çoğu zaman fark edemiyoruz. Göz alışkanlığı diyebileceğimiz bir durum yaşıyoruz. İşte tefekkür, kendimize, kendi benliğimize, hislerimize, potansiyelimize daha yakından bakma, hislerimizin, kalbimizin bize ne söylediğini duymaya çalışmayı netice vermesinin yanında, uzak yakın çevremizdeki varlıklara alıcı gözle bakmamızı da sağlar. Bunu yapabilen biri için artık hiçbir şey, göz alışkanlığına hapsolmuş adiyattan bir şey değildir. Her birindeki inceliği, sanatı görme imkânına sahip olur.
Bunları yaptıktan sonra insanın onları yaratıcıya bağlaması çok kolay olur hatta doğal olarak gerçekleşir. Hayatta karşılaştığımız çok küçük şeyler vardır ki onların tesadüfen oluştuğunu düşünmeyiz. Mesela ayağımıza giydiğimiz bir ayakkabı, belki en basit şeydir ama onun bir fabrikadan ya da bir ustanın elinden çıktığı gerçeğini kimse bize inkâr ettiremez. İşte tefekkür sayesinde tanımaya, keşfetmeye başladığımız benliğimiz ve kâinatı, normal hayatımızda yaşadığımız tecrübelerle birleştirdiğimizde bu bize çok şey söyleyecektir.
2. İbadet: İbadetler, insanın iman ettiği esasları sadece teorik düzeyde bırakmamasını sağlayan, onu Rabbiyle irtibata geçiren çok önemli esaslardır. Tabii ibadeti sadece şeklen yapmayı kastetmiyoruz. Zaten sırf şekil olarak yapılan ibadet, ibadetten alınacak faydayı çok düşük seviyelere indirir. Hiç faydası olmaz değil, zira bu kadarlık bile olsa insanın Rabbiyle irtibatı yine de önemlidir. Ancak ibadetlerin maksadına baktığımızda onların, insanın Rabbiyle münasebet kurması, onu devam ettirmesi, O’nun varlığını içinin derinliklerinde hissetmesi… ve bunun neticesi olarak da O’nun bizden istediği gibi bir hayat yaşaması, gerçek insanlık ufkuna yükselmesi için çok önemli vesileler olduğunu görürüz.
Duyarak, hissederek, kalbini vererek ibadet eden insan belki hemen ilk planda değil ama zamanla Cenab-ı Hakk’ın varlığını hissetmeye başlar. Bu seviyede ufku açılan biri artık Allah’ı aklıyla, akli delillerle bildiğinin çok ötesinde O’nu içinin derinliklerinde hisseder. Nasıl ki biri bize, sevgi diye bir şeyin olmadığını söylese bizi buna inandıramaz. Zira sevdiğimiz şeylere ve kişilere karşı duyduğumuz o his nasıl bir şey olursa olsun, onu biz içimizde hissederiz. Onun varlığını bilmemiz, hissetmemiz için birinin bize bir şey söylemesine, aklen izah ve bizi ikna etmesine gerek yoktur. Hatta bütün dünya onu inkâr etse biz yine de kimseyi dinlemeyiz, zira biz onu kalbimizin derinliklerinde hissetmekteyizdir, onu yaşamaktayızdır. Aynen öyle de insan zamanla, Allah’ın varlığını, O’nun bize çok yakın olduğunu gönlünde hissedebilir. Ama bunun için gayret göstermesi, bunu düşünmesi, kalbinin ve duygularının sesini dinlemesi ve bunda ısrarlı olması gerekir. İbadetler bunu yapma adına çok güzel zeminlerdir.
3. Kur’an okuma ve evrad ü ezkâr: Kur’ân-ı Kerim bize Rabbimizi tanıtan, O’nun bizden isteklerini bize bildiren, Rabbimizin kelâmıdır. Onu tefekkür ederek okuma, okurken üzerinde düşünme, kelâmın ardındaki manalara, hikmetlere nüfuz etmeye çalışma, insanın kalbinde Rabbini bulması adına çok önemli bir husustur.
Evrad ü ezkârda bulunma yani Allah’ı dilimizle ve kalbimizle yad etme de çok önemlidir. Tabii bunları da yine sadece şekilde, dilde bırakmamak şartıyla. Manalarını düşünmek ve bu sözleri neden söylediğimizi bilerek yapmak şartıyla.
Evrad ü ezkâr; “Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber” mübarek sözleri gibi Cenab-ı Hakk’ın azametini dile getirmek, O’na hamd ü şükretmek kabilinden olabileceği gibi.. Allahü Teâlâ’ya sığınma, O’ndan bir şeyler talep etme şeklinde de olabilir. Aynı zamanda gerek Kur’ân ve Sünnet’te geçen dualarla, gerek başta peygamberler olmak üzere büyüklerin yaptıklarını bildiğimiz dualarla gerekse de kendi içimizden gelen herhangi bir talebi kalbimizle isterken dilimizle de telaffuz etme şeklinde de olabilir.
Kur’ân ve Sünnet’te geçen dualar, Allah’tan istenebilecek en güzel istekleri içinde barındırır. Aynı zamanda bize, Rabbimize nasıl sığınacağımızı, O’dan neyi nasıl isteyeceğimizi, O’na karşı edebi de öğretir. İslam büyüklerinin duaları da, O’na yalvarırken neyi talep edeceğimizle ilgili çok önemli öğreticilerdir. İnsanın ufku ne kadar büyükse, istekleri, ihtiyaçları, Cenab-ı Hak’tan talepleri de ona göre olur. Dolayısıyla bunlar, muhtaç olduğumuz halde ihtiyacını hissetmediğimiz şeylere karşı ihtiyacımızın farkına varmamız, onları Rabbimizden istememiz adına çok öğretici, çok teşvik edici sözlerdir.
Dua ve zikirle Allah’a sığınan kişi şunu bilir ki, biri var, onu işitir, ona karşı çok merhametlidir, anne-babanın evladına karşı duyduğu şefkatin çok çok üstünde kuluna karşı şefkat sahibidir. Aynı zamanda her şeye gücü yeter, her şeyin dizginleri onun elindedir. Dolayısıyla en küçük isteklerimden en büyük ihtiyaçlarıma kadar her şeyi ondan isteyebilirim. Darda kaldığımda bilirim ki, hikmetinin gereğine göre darlığı kaldıracak, beni esenliğe ulaştırabilecek biri var. Hem de bana uzak biri değil ki ondan istemekte çekingenlik göstereyim ya da bana karşı cimrilik yapacağından endişe edeyim. O benim Rabbim. Beni yaratan, benim sahibim. Anneme babama karşı nasıl yakınlık hissederim, O bana herkesten daha yakın olandır. Annemi babamı yaratan da O’dur, beni, onları vesile kılarak yaratan da O’dur.
Bu ve benzeri duygular, insanın kalbinde Allah inancının oluşmasını ve oturmasını sağlar. Böyle olunca iman sadece bir akli faaliyet olmaktan kurtulmuş, aklın yanında kalp ile de desteklenmiş olur. Böyle bir iman, çok büyük fırtınalar karşısında bile sarsılmaz bir imandır.
Özetle; yaptığınız okumalar çok kıymetli. Okuma, aklı doyuran bir faaliyet. Bunun yanına, yukarıda zikrettiğimiz şekliyle kalbinizi de işin içine katacak faaliyetleri de ekleyin. Büyük ihtimalle, okuduğunuz halde tam gönül oturaklaşmasına ulaşamamanızın sebebi bunun eksikliğidir. Söylediğimiz gibi, iman aslen kalbin amelidir, akıl bu hususta kalbe yardımcıdır.
Allah’a emanet olun…