Kur’an’da kader kavramı sadece insanla değil, mikro alemdeki zerrelerden makro alemlere kadar bütün bir kainatla ilgilidir. Yani sebep ve sonuç çizgisi içinde varlık sahasına çıktığına şahit olduğumuz her bir mevcut, bir ilahi program (kader) içinde meydana getirilmektedir.
İlgili ayetler dikkatle incelendiğinde bu husus açık bir şekilde görülür. (Bkz. Kamer suresi, 54/49; Ra’d suresi, 13/8; Yunus suresi, 10/44; Neml suresi, 27/75.) Kur’an, insanla alakalı kader konusunu ele alırken meseleyi bazen Allah’ın iradesine bakan yönüyle ele alır bazen de insanların iradesine bakan yönüyle ele alır. Olaya bir bütünlük içinde bakılmazsa, iki ayrı açıdan dikkatlere arz edilen bu ayetlerin birbiriyle çeliştiği zannedilebilir. Fakat durum böyle değildir.
Şimdi bu ayetleri sırasıyla ele alalım.
İnsanın fiil ve hareketlerinde hür olduğunu belirten ayetler:
“Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan suresi, 76/3)
“De ki, (size gelen) gerçek/hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” (Kehf suresi, 18/29)
“Her kim iyi bir iş yaparsa lehine; her kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara asla zulmetmez.” (Fussilet suresi, 41/46)
“Her nefis kazandığı karşılığında rehindir. (Herkes yaptığı işlerin rehini ve esiridir.)” (Müddessir suresi, 74/39)
“De ki: Ey insanlar, Rabbinizden hak olan (Kur’an) gelmiştir; her kim ona uyarsa kendi için uymuş olur. Her kim de (ondan ayrılır) dalalete düşerse, (olan yine) kendisine olur.” (Yunus suresi, 10/108.)
Bir kısmını misal olarak aldığımız bu ayet-i kerimeler gösteriyor ki, insan fiil ve hareketlerinde hürdür. Bu sebeple de o, fiil ve hareketlerinden sorumludur.
İlahi Meşietin/İradenin esas olduğunu bildiren ayetler:
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan suresi, 76/30)
“Allah dileseydi, onu yapamazlardı.” (En’am suresi, 6/37)
“Allah dilemeyince iman edecek değillerdi.” (En’am suresi, 6/111)
Görüldüğü gibi birinci grup ayetlerde insanın hür bir varlık olduğu, ikincisinde ise, İlahi iradenin esas ve belirleyici olduğu vurgulanmaktadır. Bu iki grup ayet arasında telifi mümkün olmayan bir zorluk söz konusu değildir. Birinci gruptaki ayetlerde konu, insan iradesini ilgilendiren yönüyle ele alınmıştır, ikinci gruptaki ayetlerde ise mesele, Yüce Yaratıcı’nın iradesi cephesiyle ele alınmıştır.
Şu halde bu ayetleri şu ifade altında telif edebiliriz:
İlahi irade esas olmak üzere, insan dilediğini yapabilen bir varlıktır. Bu şu demektir: Cenab-ı Allah külli iradesinin taallukuna bizim irademizi bir şart-ı adi yapmıştır. İnsanın, olmasını istediği maddi veya manevi herhangi bir şeyin varlık sahasına çıkması, -tabir caiz ise- ilahi iradenin vizesine bağlıdır.
İlahi adet (adetullah) gereğince, insan dilemesinde hürdür, ancak onun dilediği şeyin olması da yine ilahi irade ve kudrete bağlıdır; kulun dilediğini Allah da dileyip onay vermedikçe onun dilemesi bir şey ifade etmez.
Diğer bir ifadeyle, kulun dilemesi ilahi iradenin izin ve kabulüne mazhar olmadıkça bir şey meydana gelmez. Olan her şey O’nun izni ve iradesi dahilinde olur; O’nun iradesine rağmen bir şey vuku bulmaz. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle denir:
“Allah ne dilerse o olur. O’nun dilemediği ise, asla olmaz.” (Ebu Davud, Edeb 106.)
Allah ( c.c. ), meselenin her iki yanını, yani hem ilahi iradeye bakan hem de kulun iradesine bakan yönüyle birlikte dikkatlerimize arz ettiği bir ayetinde ise, şöyle buyurur:
“O (Kur’an şuur sahibi) alemler için (halis) bir öğütten başkası değildir. (Bilhassa o) içinizden müstakim olmayı isteyenler için bir öğüttür. (Ama şunu da bilmiş olun ki,) alemlerin rabbi olan Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. (Sizin dilemenizle bir iş tamam olmaz.)” (Tekvir suresi, 81/27-29)
İnsan iradesinin ilahi irade karşısındaki konumunu anlama adına şu çok veciz ve enfes yorumunu nakletmek istiyoruz:
“Allah, bize ait emr-i itibari gibi bir şeyi, irade ve meşietine davetçi gibi kabul buyurmuş, ona önem vermiş, en büyük projeleri o plan üzerinde gerçekleştirmeyi va’detmiş ve gerçekleştirmiş .. ve bu itibari nesneyi günaha, sevaba bir vesile olarak yaratmış, onu ceza ve mükafata esas kılmış, hayır ve şerrin isnad edilmesine fail kabul etmiş..
Ve zatında hiçbir değer ifade etmeyen bu nisbi emre, ona terettüb eden neticeler itibarıyla, değerler üstü değer atfetmiş -ki eğer böyle olmasaydı, bütünüyle hayat durur, insan camidler derekesine düşer, teklif batıl olur ve her şey gider abese incirar ederdi- elbette ona, onun istek ve dileklerine fevkalade önem verecek.. onu dünya ve ukbanın imarına bir şart-ı adi, hatırı sayılır bir vesile ve dünyaları aydınlatacak bir elektrik mekanizmasının sihirli düğmesi haline getirerek, damlada derya, zerrede güneş, hiç ender hiç olan bir şeyde cihanları var etmek suretiyle kudretinin sırlı bir buudunu daha gösterecektir.” (Ruhumuzun Heykelini Dikerken, s.13 )