İslam’dan önce de Araplar arasında evlat edinme anlayışı vardı. Bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Hz. Zeyd’i evlat edinmişti. Daha sonra Ahzab suresi 4 ve 5. âyetlerin nazil oldu ve bir insanın herhangi bir çocuğu kendi evladıymış gibi kabullenmesiyle ona gerçek evlat nazarıyla bakamayacağı beyan edildi. Yani evlatlığın gerçek evlat olamayacağı ifade edilerek, bir cahiliye adeti daha yıkılmış oldu.
Allah (c.c.) bu ayetlerde ayrıca, evlatlık birine evladım demenin, insanların kendi aralarında kullandıkları ifadeden öteye geçemeyeceğini, gerçek baba bilindiği takdirde, çocuğun babasının ismiyle çağrılması gerektiğini, aksi durumun adaletsizlik olacağını da beyan buyurmaktadır.
Evlat edinme konusuna Kur’ân’ın yanı sıra hadislerde de özel olarak değinilmiş ve bir kimsenin babasından başka birine nisbet edilmesi şiddetle kınanmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Her kim kendi nesebini babasından başkasına bağlar veya (köle olan bir kimse) efendilerinden başkasına mensup olduğunu iddia ederse, Allah’ın kıyamete kadar peşini takip eden laneti ona olsun.” (Buhârî, Fezâilü’l–Medîne 1, Cizye 10, 17, Ferâiz 21, İ’tisâm 5; Müslim, Hac 467, 468).
Çocuğu olmayan kimselerin, gerekli tedavi yollarına hatta dinen mahzurlu olmayan şekliyle sun’î metodlara başvurarak anne-baba olmaya çalışmaları makul olmakla birlikte, özellikle sosyal baskılar yüzünden kendilerini ya evlat edinme ya da yaşama sevincini yitirme gibi bir seçimin önünde görmeleri dinin ölçüleri ve hayatın gerçekleri ile bağdaşmaz. Gerçekte olmayan bir soy bağını var gibi farz edip bunun üzerine, çocuk ile anne-baba arasında söz konusu olan mahremiyet ve miras gibi bütün sonuçları bina etmek son derece tehlikelidir ve caiz değildir. Bu yüzden, Kur’an’ın evlatlık edinip ona evladım demeyi yasaklayan ayetiyle çocuk sahibi olmanın da Allah’ın dileği dışında olamayacağını beyan eden ayetini beraber değerlendirmek lazım.
Buna göre, çocuk sahibi olamayan kimselerin başkalarının özellikle bakıma muhtaç çocuklarını himayelerine almaları; gerçeği gizlememek ve dinî ölçüleri ihlal etmemek şartı ile caizdir ve bu yol, hem çocukların yetişmeleri, sahipsiz kalmamaları hem de çocuksuz insanların evlat sevgisini tatmaları açısından en uygun olanıdır.
Kur’an ve Sünnette evlat edinmenin gerçek neseb yerine geçmeyeceğinin ifade edilmesi ve bu konuda getirilen ölçüler; bakıma, korumaya ve topluma kazandırılmaya muhtaç kimselerin bir kenara itilmesi şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü yetimlerin korunup gözetilmesi, kimsesiz çocuklara sahip çıkılması, onların mallarına koruyuculuk yapılarak zayi olmaması, onlara ikramda bulunulması, hor ve hakir görülmemesi dinimizde tahşidatı çokça yapılan konulardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Yetimi görüp-gözetenle Ben cennette şöyleyiz.” Yetime yakınlığını belirtmek için işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak, gösterdi. (Buhârî, Talâk 25, Edeb 24)
Evet, Kur’ân ve sünnetteki bu konuyla ilgili olan ifadelerde üzerinde durulması gereken esas nokta, bir kimse neseben kime ait ise bu kimsenin nesebinin başkasına nisbet edilemeyeceğidir. Bu hakikati değiştirmenin imkânı da yoktur, zira Yaratan bunu böyle bildirmektedir.
Evlatlık alındığında dikkat edilecek ölçülerden biraz bahsedecek olursak şunları söyleyebiliriz:
Eğer alınan çocuk birinci-ikinci dereceden akraba değilse, bir zaman sonra, erkekse evin hanımına, kızsa evin erkeğine nâmahrem olacaktır. Dolayısıyla, mümkünse o çocuğa süt emzirtmek suretiyle bir mahremiyet tesis etmek gereklidir. Bir ç ocuk, süt emme döneminde iken, kendi annesinden başka bir kadından süt emerse, o çocukla süt emziren kadın ve o kadının yakınları arasında bir süt hısımlığı meydana gelir. Çoğunluğa göre, hısımlığa vesile olması için, sütün ilk iki yaş içerisinde emilmesi gerekir. Ebû Hanife’ye göre ise emme süresi otuz aydır. Bu süre zarfında süt hısımlığı tesis edilirse, hadisin ifadesiyle, “Nesepçe haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar.” (Müslim, Rada 2; Tirmizi, Rada 1).
Evet, imkan varsa, bakılıp görülecek çocuk daha emme çağındayken alınmalı; büyüdüğü zaman bir mahremiyet meselesi söz konusu olmaması için, kız ise baba tarafından, erkek ise de anne tarafından bir süt hısımlığı sağlanmalıdır.
Şayet, süt emme dönemini geride bırakmış bir çocuk almışsanız ya da bir süt hısımlığı hasıl edememişseniz, o zaman da, meseleye biraz daha temkinli yaklaşır, daha hassas davranırsınız. Hâl ve davranışlarınıza dikkat eder, belli bir yaşa kadar onu evinizde besler, büyütürsünüz. Daha sonra da, icabında bir okula koyar, okuyup yetişmesine vesile olursunuz; belli bir yaştan sonra biraz mesafeli durur ama yine de ona kimsesizlik yaşatmazsınız. Bu konuda da, eskiye nispetle şimdilerde çok daha avantajlı sayılırsınız. Bugün bir talebeyi gözünüz arkada kalmadan emanet edebileceğiniz evler, yurtlar, pansiyonlar ve okullar vardır. Onlardan birine yerleştirir, zaman zaman arar sorar, ara sıra gidip ziyaret edersiniz. Hafta sonları o da sizi ziyaret eder, gelir sizinle teselli olur. Hatta, zamanı gelince evlenmesi, yurt-yuva kurması hususunda da yardımda bulunursunuz. Böylece, hem onu muhtemel bir zulüm ve işkenceden kurtarmış, hem kendi vesayetinizle yetiştirip topluma yararlı bir insan haline getirmiş, hem de bakım evlerinin ve çocuk yuvalarının yükünü hafifletmiş olursunuz. Her anne-baba bunu hazmedebilir mi hazmedemez mi, bilemeyiz. Fakat, böyle hayırlı bir işin, pek önemli bir ahiret yatırımı olduğu ve insana çok sevap kazandıracağı kanaatini taşıyoruz.
Tabiî, toplum hesabına böyle önemli bir vazifenin eda edilebilmesi ancak devletin desteklemesiyle gerçekleşebilir. Devlet bu mevzuda bir kampanya başlatmalı, evine çocuk alan aileleri zaman zaman denetlemeli, hatta o ailelelere bazı maddî yardımlarda bulunmalı ve birkaç sene geçince, yanına aldığı çocuğu topluma kazandırabilen kimselere plaket vermeli, onları takdir etmeli ve ödüllendirmelidir. Evet, devlet bir yandan o çocukların durumunu kontrol etmeli, gittikleri yerlerde üvey evlât muamelesi görüp görmediklerine bakmalı; şayet, uygun şartlarda kalmıyorlarsa onlara daha elverişli bir çevre hazırlamalı; eğer, gereken i’zâz u ikrâmı görüyorlarsa, o zaman da onların bakımı ve görümü için yapılan bazı harcamaların külfetine katlanmalı ve o konuda samimi gayret gösteren kimseleri mükafatlandırarak başka aileleri de o işe teşvik etmelidir. Bu sayede, devlet hem yurtlara-yuvalara yaptığı masraftan çok daha az bir miktarla kimsesiz çocuklara bakmış ve hem de onların iyi yetişmelerini sağlayarak toplumun yarınlarını teminat altına almış olacaktır.
Benzer makalelerimiz için bkz.
- İslam Dininde Evlat Edinmek
- Kimsesiz çocuklar topluma nasıl kazandırılabilir, onları evlat edinme çözüm olur mu?