Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) kader mevzuunda münakaşa ettiklerine şahit olduğu bir kısım sahabiye:
“Siz bunlarla mı emrolundunuz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim? Sizden öncekiler bu konuda tartışmaya başladıkları zaman helak olmuşlardır.” (Tirmizi, kader 3)
buyurarak, kader konusunun, münakaşa konusu edilmesinden, rahatsız olduğunu göstermiştir. Kaderle ilgili konuların Hz. Peygamber tarafından münakaşa tarzında ele alınmasının yasak kılınmasının hikmetini şu üç açıdan değerlendirmek mümkündür:
Birincisi; her şeyden önce kader meselesi, imanı bir meseledir; imanı meselelerin de münakaşa tarzında ele alınması doğru değildir. Zira iman, hadisi şeriflerde altı esasıyla beraber bir bütün olarak ele alınmıştır. Bu da imanın, hem bölünme kabul etmez, hem de her bir esasına teslimiyetin izhar edilmesi gereken bir husus olduğunu gösterir. Teslimiyet ise münakaşayla bağdaşmaz. Ancak, meselenin münakaşaya çekilmeden, öğrenme ve bilgilenme kastıyla bahis mevzuu edilmesinde bir mahzur söz konusu değildir. Nitekim, bu düşünceyle pek çok İslam filmi, eserlerinde kaderle ilgili bölümler, hatta müstakil eserler telif etmişlerdir.
İkincisi; insanın kendi iradesiyle ilgili kaderi, bir de iradesi dışında cereyan eden kaderi vardır. İradesi dışında meydana gelen kaderin sebepleri ise insanlarca bilinmemektedir. ‘Akıl yaratıktır, yaratanını kavrayamaz.’ kaidesince insan aklı, kaderin bu ikinci kısmına ait hikmet ve sırlara vakıf olamayabilir. İnsanın ‘dünyaya gözlerini açtığı asır ve belde, anne ve babasının kim olduğu, cinsiyeti, ırkı ve iradesi dışında ortaya çıkan musibetler ve hastalıklar’ gibi hususlar bu kısma misal olarak verilebilir. Bu ve benzeri durumlarda münakaşaya kalkışmak, kaderin sırrını anlamaya zorlanmak, insanı içinden çıkamayacağı sonuçlara götürebilir. Bu cümleden olarak, Hz. Peygamber’in bizi uğraşmaktan menettiği, kaderin bu boyutuna ait kısmı olduğu söylenebilir.
Üçüncüsü; insanın kaderle ilgili her bir hususu kesin bir biçimde çözmeye girişmesi, kapasitesini aşan bir şeye talip olması demektir. Çünkü kader, zihni zaman ve mekan mefhumlarıyla yoğrulmuş insanların ilmi ve nazari açıdan bütünüyle kavrayabilecekleri bir konu değildir. Bu itibarla, bir mü’min, kader meselesiyle ilgili anlayabildikleriyle yetinip, anlayamadığı hususları Cenab-ı Hakk’ a havale etmeli ve gereksiz münakaşalara girmemelidir.
Hikmet.net