Modern çağda kadınla ilgili ortaya çıkan problemlerden birisi de kadının çalışmasıdır. Özellikle Batıda sanayileşme ve insan hak ve özgürlüklerindeki gelişmelerle birlikte kadının içtimai konumu da ciddi değişikliğe uğramıştır. Kadın-erkek eşitliği gündeme gelmiş, kadını bütün haklarından mahrum eden, onun kiliseye girmesine ve İncil’e dokunmasına bile karşı çıkan zihniyete bir tepki olarak feminizm akımı doğmuş ve ardından kadın da ictimaî işbölümünde önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. Erkeklerin çalıştığı birçok meslekte kadınlar da çalışmaya başlamış ve çalışan kitlenin önemli bir kesimini kadınlar oluşturmuştur. Batıdaki bu gelişmelere mukabil İslâm dünyasında da kadınların çalışmasıyla ilgili önemli değişiklikler olmuştur.
Kadının sosyal mevkiinde bu gibi değişmeler yaşanırken daha başka yeni problemler ortaya çıkmıştır. Öncelikle kadının fizikî ve psikolojik yapısı göz önüne alınarak kendisine uygun işlerde çalışması temin edilmemiş hatta icra ettiği bazı meslekler itibarıyla o suiistimale maruz kalmış ve onun güzelliği tahrik unsuru hâline getirilmeye çalışılmıştır. Diğer yandan kadının aileden ayrılmasıyla birlikte aile düzeninde önemli aksamalar ortaya çıkmış ve çocuklar gereken ilgi ve terbiyeyi alamamıştır. Tabii ki kadının dış dünyadaki hayat şartlarının bu ölçüde değişmesi onun hayata, aileye ve kocasına bakışını da önemli ölçüde etkilemiştir. Aslında kadın hayatındaki bütün bu değişikliklerin, onun için faydalı olup olmadığını anlamanın en doğru yolu, yaşanan realitelere göz atmaktır. Yani aileye, boşanma oranlarına, yetişen gençliğe, akrabalık bağlarına, eşlerin birbiriyle geçimine vs. baktığımızda ortada önemli problemlerin olduğunu anlayabiliriz.
Biz burada İslâm hukukuna göre kadının çalışmasını ele alacak ardından da çalışma hayatında kadın için ideal olan hayat tarzını izah etmeye çalışacağız.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki kadın İslâm’da hiçbir zaman çalışmak zorunda bırakılmamıştır çünkü onun nafakası doğumundan vefat edeceği ana kadar hep yakınları tarafından karşılanır. Yeni doğan bir kız çocuğunun evleninceye kadar maddî bütün ihtiyaçlarını –imkânı yerinde olduğu sürece- babası karşılamak zorundadır. Evlendiği takdirde onun ve çocuklarının nafakasını tedarik etmek yani bir kadının normal şartlarda hayatını devam ettirebilmesi için ihtiyaç duyacağı giyecek, yiyecek, mesken gibi masraflarını karşılamak kocasının vazifesi ve sorumluluğu altındadır.
Bununla ilgili Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِهِ وَمَنْ قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنْفِقْ مِمَّٓا اٰتَاهُ اللّٰهُ “İmkânı geniş olan, imkânına göre nafakayı bol versin. Nasibi sınırlı olan ise Allah’ın kendisine verdiği imkân ölçüsünde nafaka versin.” (Talâk Sûresi, 65/7) Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu hususu: وَلَهُنَّ عَلَيْكُمْ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Eşlerinizin sizin üzerinizde, durumlarına uygun olarak yiyecek ve giyecek hakları vardır.” (Ebû Dâvud, menâsik 56; İbn Mâce, menâsik 84) şeklinde beyan etmektedir.
Eğer kadın boşanacak olursa tekrar onun geçimini sağlamak babasına, eğer o hayatta değilse en yakından başlayarak yakın erkek akrabalarına terettüp eder. Bizim burada izah etmek istediğimiz husus, İslâm, kadını hiçbir zaman çalışmak mecburiyetinde bırakmamış ve onun masraflarını durumuna göre yakınlarına yüklemiştir.
Bunun yanında kadın çalışmasa da evlenirken kocasıyla bir mehir üzerinde anlaşıp evlilikten önce veya sonra onu alabilir. Mehir ve nafaka yanında kadın miras, hibe, hediye gibi değişik yollardan mal sahibi olduğunda bu malları üzerinde istediği tasarrufta bulunabilir. Kocasının bu noktada ona bir baskı uygulama hakkı yoktur. Bütün bunların yanında kadın askerlikten de muaf tutulmuştur. Bütün bunlar kadının evi ve ailesiyle yakından ilgilenmesini kolaylaştıran, onun iyi bir anne olabilmesinin önünü açan ve toplumun en önemli yapı taşı olan aile kurumunda bir iş bölümüne fırsat veren uygulamalardır.
Diğer yandan hukukî şahsiyeti/kişiliği itibarıyla kadının erkekten hiçbir farkı yoktur. O, erkeğin yaptığı alım-satım, kiralama, vekâlet, kefalet, hibe, vasiyet vb. her türlü hukukî işlemi yapabilir. Yani ibadet ve Allah’a kulluk yönüyle erkekten bir farkı olmayan kadının hukukî şahsiyeti itibarıyla de bir farkı yoktur. Kadının çalışmasına da bu gözle bakabiliriz. Yani onun belli şartlar çerçevesinde çalışıp para kazanmasında, iş hayatında kocasına yardımcı olmasında, ticaret veya memuriyet gibi değişik görevlerde bulunmasında dinî ve hukukî bir engel yoktur. Burada dinî açıdan problem olabilecek husus, kadının çalışma ortamı, yaptığı iş, giyim kuşamı, aile ve çocuklarını ihmal edip etmemesi gibi harici faktörlerle ilgilidir.
Bu çerçevede meseleye bakacak olursak öncelikle kadının yaptığı işin onun fıtrat ve yaratılışına uygun olması gerekir. Kadını fizikî ve psikolojik yapısıyla uygun olmayan işlerde çalışmaya mecbur bırakmak ona bir nevi zulüm sayılır. Fıkıh kitaplarında kadınların hâkimlik, idarecilik gibi bazı görevleri yapmalarının câiz görülmemesine bu gözle bakılmalıdır. Çalışmak isteyen bir kadının dikkat etmesi gereken önemli bir nokta da tesettürüdür. Özellikle çalıştığı işyerinde erkekler tarafından da görülecek olan bir kadının giyim kuşamı İslâmî ölçülere uygun olmak zorundadır. Yani onun giydiği elbise öncelikle el ve yüzü dışındaki organlarını örtmeli, vücudunu gösterecek kadar ince, vücut hatlarını belli edecek kadar da dar olmamalıdır. Kadının giyim kuşamı mümkün olduğu kadar sade olmalı, tahrik unsuru olmamalı ve fitneye sebebiyet vermemelidir. Bunun yanında kadın süs ve makyajdan kaçınmalı, koku sürünmemeli, erkeklerle konuşurken sesini eğip bükmemeli kısaca kendisinin kadınsı özelliklerini ortaya koyacak her türlü hâl ve tavırdan uzak durmalıdır. Başkalarıyla münasebetlerinde vakar, ciddiyet ve iffet onun vazgeçilmez vasıfları olmalıdır. İnsanları günaha düşürmemesi bakımından bu hususun çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Diğer yandan çalışan bir kadın-erkeklerle ihtilattan kaçınmalı ve kesinlikle yanlarında üçüncü bir kişi olmadan bir erkekle baş başa kalmamalıdır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): لَا يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأَةٍ إِلَّا كَانَ ثَالِثَهُمَا الشَّيْطَانُ “Bir kadınla erkek yalnız başına kalırsa üçüncüsü şeytandır.” (Tirmizi, radâ 16) buyurmak suretiyle bu konuya dikkat çekmiştir.
Meselenin bir diğer yönü de aileyle ilgilidir. Öncelikle bir kadının çalışabilmesi için kocasının rızası bulunmalıdır. Kadın iş hayatına kendini kaptırmak suretiyle ailesini ve çocuklarını ihmal etmemeli ve mesai tanzimini çok iyi ayarlayarak çocuklarının eğitim ve terbiyesine de zaman ayırmalıdır. Hatta aslî görevinin annelik olduğunu unutmamalı, çocukların her türlü maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamada çok titiz davranmalıdır. Bir de kadının çalışma ortamı onun ibadetlerini rahat bir şekilde yerine getirmesine imkan sağlamalıdır.
Evet, görüldüğü gibi kadın gerekli şartları yerine getirdikten sonra çalışabilir. Hatta diyebiliriz ki toplumda belli vazifelerin yerine gelmesi için bazen kadının çalışması mecburi bile olabilir. Mesela kadın doğum doktorluğu gibi alanların boş bırakılmaması gerekir. Veya kadınların eğitim ve öğretiminde görev yapacak muallimeler de onların arasından çıkacaktır. Bu açıdan kadını tamamen eve hapsetme, ona sadece bulaşık, çamaşır ve yemek yapma gibi görevleri münasip görme gibi mülahazaların İslâmî bir yönü yoktur. Eğer tarihin belli dönemlerinde ve belli yerlerinde kadın eve hapsedilmişse bunu İslâm’a mal etmek doğru değildir.
Burada kadının çalışması derken, daha ziyade dışarıda belli bir mesai gerektiren işleri kastediyoruz. Yani bizim üzerinde durduğumuz, memuriyet, esnaflık, hizmetçilik ve yöneticilik gibi kadının vaktini ev dışında geçirdiği ve yerine getirilmesi ciddi bir zaman gerektiren işlerdir yoksa her kadın gerek ev işlerini yerine getirme, gerek işlerinde kocasına yardım etme, gerek çocukların bakımıyla ilgilenme, gerekse evde icra edilebilen bazı işleri yerine getirmek suretiyle bir şekilde çalışmaktadır. Bir ev hanımının yerine getirdiği vazifeleri çalışmanın dışında tutamayız. Aynı şekilde kırsal kesimlerde yaşayan kadınların, hayat şartlarının gerektirdiği bazı işleri yapmaları da bir nevi mesaidir. Özellikle çocukların geleceğe hazırlanmaları yönünde gayret sarf etmek belki en güzel bir çalışmadır. Dolayısıyla Kur’ân ve sünnette çalışana verileceği müjdelenen ecir ve mükâfattan bu nevi işleri yapan kadınların da faydalanacağını söylemek daha adil bir yaklaşım olsa gerek.
Son olarak kadın ve erkeğin aile içindeki görev paylaşımı üzerinde durmak istiyoruz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ali ve kızı Hz. Fâtıma (r.ha) için bir görev paylaşımı yapmış, Hz. Ali’nin dışarıda çalışmasını, Hz. Fâtıma’nın ise ev işlerini yapmasını tavsiye etmiştir. Ahzâb Sûresinde de Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımlarına hitaben şöyle buyruluyor:
وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولٰى
“Hem vakarla evinizde durun da daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın.” (Ahzâb Sûresi, 33/33.)
Bu âyete birinci derecede Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımları muhatap olsa da âyet-i kerîme aynı zamanda bütün mümin hanımlara yapılan bir hitaptır. Buradan kadınların hep evlerinde duracağı ve hiç dışarı çıkamayacakları gibi bir mana anlaşılmamalıdır zira Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Buhârî’de geçen bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Allah size, ihtiyacınız için çıkmanıza izin verdi.” (Buhârî, nikâh 115) Tarihimize baktığımızda da genellikle erkekler dışarıda çalışıp kazanıp evin ihtiyaçlarını görürken, kadınlar da ev işlerini yapmışlar ve en önemlisi vakitlerini çocukların geleceğe hazırlanmasına vakfetmişlerdir. Bu açıdan kadın için en uygun ve münasip yolun bu olduğunu söyleyebiliriz.
Böyle bir hayat tarzı çocukların talim ve terbiyesi açısından neredeyse zorunlu olduğu gibi ailenin mutluluğu açısından da oldukça önemlidir çünkü böyle bir hayatta eşler birbirlerine daha iyi zaman ayıracaklar, evde bir düzen olacak, kadın hayatın stres ve sıkıntılarından uzak olduğu için kocasıyla daha iyi ilgilenecektir. Evet, akşama kadar çalışıp akşam eve giren, her ikisi de çalışmaktan yorgun ve bitkin düşen, eve geldiklerinde birbiriyle ilgilenmeye fırsat bulamayan ve çocukların da kreşe emanet edildiği bir ailede huzur ve itminanın yaşanması zor görünüyor. Ailedeki böyle bir iş ayrımı, kadın ve erkeğin fıtrat ve yaratılışına da daha uygundur.
Cenâb-ı Hak, Nisâ Sûresinde kadın-erkek ilişkileriyle ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenme gibi malî yükümlülükleridir. O hâlde iyi kadınlar, itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise kocalarının yokluğunda, onların hukukunu koruyan kadınlardır.” (Nisâ Sûresi, 4/34).
Âyet-i kerîmede erkeğe ev reisliği görevinin verilmesinin gerekçesi olarak, ailenin nafakasını sağlama vazifesiyle mükellef olması gösteriliyor. Aslında âyet-i kerîme ev reisliğinin gerekçesini açıklamak üzere kocaların malî yükümlülüklerini zikretse de biz buradan yola çıkarak, ideal bir aile yapısının işaret buyrulduğunu da anlayabiliriz.
Ancak günümüz şartlarını da hesaba kattığımızda her zaman için kadının evinde durması zordur. Bu açıdan bazen maddî sebeplerin zorlamasıyla, bazen hizmet duygu düşüncesiyle, bazen toplumun buna ihtiyacı bulunduğundan, bazen de eğitim ve öğretimin bir neticesi olarak birçok kadının farklı iş kollarında yer aldığını görüyoruz. İşte değişik sebeplerden dolayı çalışan kadınların yukarıda zikrettiğimiz şartlara riayet etmeleri gerekir. Burada son olarak bir hususu daha vurgulamak istiyoruz. Bazen kadınlar da çalışıp para kazanmaya başladıklarında, kendi ayaklarının üzerinde durmanın verdiği güçle kocalarına karşı müstağni davrandıklarını, onların hukuklarına riayet etmediklerini ve aile içindeki bazı vazifelerini ihmal ettiklerini görüyoruz. Bu son derece hatalıdır. Tabii ki bir erkek, çalışan hanımına karşı bazı hususlarda daha müsamahakâr olmak zorundadır. Ancak bu durum çalışan kadınların karı-koca ahkâmına riayetsizliğini gerektirmez. Zira:
“Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır. Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır. Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara Sûresi, 2/228.)
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali