Açıklama: Son yıllarda iç ve dış dünyada her kesime karşı yeni bir diyalog ve hoşgörü ortamı oluştu. Dış dünyaya karşı başlatılan bu hoşgörü, kendi dünyamızda, bilhassa problemlerle karşı karşıya kaldığımızda nasıl ve hangi ölçülerde olmalıdır?
Hoşgörüde esas olan, bir gayeye baş koymuş insanlar olarak -hatta mümkün olsa bu bütün millet fertlerinin iştirakiyle gerçekleştirilebilse- kendi içimizde meydana gelen problemleri anlayışla karşılayabilsek ve dışarıya karşı göstermiş olduğumuz hoşgörüyü ewelâ yakın çevremize gösterebilsek ki bu, haddizatında gerçek hoşgörü kahramanı olmanın da temel özelliğidir.
Bir kere böyle davranmak, herkese karşı ilan ettiğimiz hoşgörüyü dar bir daireye hapsetmek demek değildir; bu hoşgörünün devam ettirilebilmesi, yakınlarımızdan başlayarak, dalga dalga, daire daire çevremize açılmamızın mantıkî yoludur. Çünkü, gelecekte uzaklar yakın olacak ve dünya küreselleşerek, bir köy haline gelecektir. Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi, Budist ve ateist demeden her kesimden insanla münasebet kurmak ve onlarla bir diyalog ve anlaşma zemini aramak şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. Ama böyle bir sürecin devamı herşeyden ewel aynı prensibi, aynı düşünceyi benimsemiş olanlarla anlaşma ve uzlaşmaya bağlıdır. Zira yakın dairede meydana gelebilecek problemler önlenmeden ve mevcut problemler de çözülmeden, muhit hattında müessir olmak imkansızdır. Aslında Sahabe-i Kiram arasında da yer yer değişik problemler yaşanmıştır; ama önemli olan, o şok hadise anında olumsuz neticeler doğuracak tepkilere yol açmadan o problemleri çözebilmektir.
Bir Arap şairinin, “Ben şimdiye kadar sizinle yakındım. Bundan sonra evimin uzak olmasını arzu ediyorum ki, size yakınlığımı koruyayım” manâsında güzel bir sözü vardır. Bu, “öyle anlaşılıyor ki, evim yakın olduğu sürece size yakın olamayacağım. Her zaman yüz yüze geleceğiz ama, içimde devamlı bir uzaklık olacak. Onun için evimi biraz uzağa götüreyim de, yakınlığımızı koruyayım’ demektir. Bu biraz evvel arzettiğim düşünce ile yakından alâkalıdır. Nitekim, uzakta olanlarla aramızda her ne kadar belli mesafeler bulunsa da, karşımızdakinin tafralarına, hiddet ve şiddetine ve o şiddetin getirdiği risklere muhatap olunulmadığı için, onunla her zaman bir yakınlık kurmak mümkündür. Bu sebeple önemli olan, aynı çatı altında, her türlü probleme rağmen o yakınlığı koruyabilmektir ki, bence gerçek hoşgörü kahramanlığı da işte budur.
Müsaadenizle burada Asr-ı Saadet’ten bir örnek arzetmek istiyorum: Bir gün Hz. Ebu Bekir (r.a) ile Hz. Ömer (r.a) arasında bir tartışma olur. Hz. Ebu Bekir, Hz Ömer’i kızdırır. Hz. Ömer de kızgın bir vaziyette oradan çekip gider. Bu defa Hz. Ebu Bekir kalkıp gider ve kendisine hakkını helâl etmesini ister ise de Hz. Ömer ona cevab-ı savab vermez. Derken Hz. Ebu Bekir, Efendimiz (s.a.s)’in yanına gelir ve Hz. Ömer’le arasında geçenleri anlatır. Bir müddet sonra da Hz. Ömer gelir. O da kısaca olup biteni nakleder. Bu sırada Hz. Ebu Bekir, “Vallahi ya Rasûlallah, ben çok suçluyum. Ömer haklı idi” der. Ama Allah Rasulü Hz. Ömer’e dönerek, “Arkadaşımı bana bırakmanız gerekmez mi? Ben, “Ey insanlar, şüphesiz ben, Allah’ın hepinize gönderdiği elçiyim” dediğimde beni yalanladınız.. evet, herkes yalanlarken Ebu Bekir, “Sen doğru söyledin” dedi” buyururlar.
Evet, sahabî dahi olsa, fıtratın gereği olarak insanlar arasında her zaman bazı problemlerin yaşanması gayet tabiîdir. Ama, yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi önemli olan, bu problemleri büyütmeden sineye çekmek ve hoşgörünün öğütücü ikliminde eritmektir.
M. Fethullah Gülen