Her okuduğunu anlayamayacak seviyede olanların, öncelikle anlayabilecekleri bir kitap veya herhangi bir kitabın rahat anlaşılabilen bölümlerinden başlamaları isabetli olur. Bu şekilde bir ilk okumayla kitabın usûlü, üslûbu ve takdim şekline de vukufiyet kazanan okuyucu, daha sonra kitabı iyi anlayabilmek için baştan başlayarak bir kere daha okuması yararlı olur. Bu tür okumayla kişi okuduğunu bilir ve okuduğu malzemeyi rahatlıkla kullanabilir. Evet, insan bu şekilde bir okuma ile malzemeyi hafızasına iyice yerleştirmiş olur ve yerinde onları değerlendirebilir.
Bazen çok kitap okuyan biri, okuduğu kitapların farkında olmayabilir. Her kitap bir yönüyle onun kafasına dağınık bir şeyler bırakır ve gider. Bu bilgiler zihinde sistemli bir istife tâbi tutulmasa da, insan farkına varmadan herhangi bir zamanda bazı meseleleri değerlendirirken, değişik mülâhazalar, irade dışı olarak onun hafızasına uğrayan, dimağında kalan o düşüncelerle beslendiği olur.
Evet, çok okuyan kişinin beyninde gizli bir teyp varmış gibi hiç farkına varmadan pek çok şey kaydolmaktadır. Bu gizli disk ve diskteki malzemenin kullanılabilir hâle gelme meselesi çok okumakla doğrudan alâkalıdır.
Eskiler bir kitaba başlarken, üç şeyi bilmenin vacip, dört şeyi bilmenin de caiz olduğunu söylerlerdi. Vacip olan şeyler:
- Besmele (Bismillahirrahmanirrahim demek).
- Hamdele (Elhamdülillah demek)
- Salvele (sallallâhu aleyhi ve sellem vb. ifadelerle Peygamberimiz’e salât ü selâm okumak).
Caiz olan şeyler olarak da şunları söylerlerdi:
- İsm-i kitap: Burada isim ile müsemma arasında münasebet var mı? Yani kitabın ismi, muhteviyatını aksettiriyor mu, gibi konular üzerinde dururlardı.
- Fenn-i kitap: Kitap hangi daldan ve konudan bahsediyor? Veya o ilim dalının hangi yanından bahsediyor?
- Ta’dât-ı fusûl: Kitapta meselelere kaç fasılda yaklaşılmış?
- Tebyîn-i garaz: Bu kitabı yazmaktan maksat yani kitabın telifindeki gaye nedir?
Zannediyorum bu düşünceyi bugün de değerlendirmek mümkündür.. tabiî kitabın muhtevasında sistem söz konusu ise. Bu itibarla kitabı yukarıda ifade edilen dört bir yanıyla kavramak ve o mülâhazalar çerçevesinde anlamak, kitabı gerçekten okumak demektir. Yani isimle müsemma arasındaki münasebeti kavrama, ilgili olduğu fenne dair o kitabın yazılmasındaki espriyi anlama, sonra fasıl, mukaddime ve bölümlerinde eksik, gedik veya fazlalık olup olmadığını, nerelerde teferruata girildiğini öğrenme, kitap okumada esas olan unsurlardır. İfade ettiğimiz bu hususu Nur Risalelerini okuyan bazı ilk Nur talebelerinin gerçekleştirdiği söylenebilir.
Eskiden temkinli oturarak kitap okumak tavsiye edilirdi. Ben de bazı kitapları okurken öyle yapmışımdır. Fakat daha sonraları bende, yatarak okuma âdeti hâsıl oldu. Dört-beş saat üst üste kitap okuyacaksam, yatmak suretiyle okuma bana daha kolay geldi. Masada kitap okumanın bir müddet sonra beni sıktığını gördüm. Ama masa başında okuyamadığım kitaplarda önemli yerlerin altını çizerken çizgilerde kaymalar olduğunu da söylemeliyim. Hatta çizgilerin bazen satırın içine bazen de dışına çıktığı oluyordu. Bir dönemde, sadece kitabın önemli yerlerini çizmekle yetinmeyip, onun kenarlarına, “Bu mütalâa başka yerdeki şu zatın dediği ile uyum içinde veya şurada mantıkî bir boşluk var. Burada bir tenakuz söz konusu, şurada hissî bir boşluk var, burada demagoji yapılmış.” şeklinde kendi mütalâalarımı not ediyordum.
Bir de kitap okuma vakti çok önemlidir. İnsan dinç iken kitap okumalı. Sabah kalktığım zaman veya kaylûleden sonra kitap okumanın istifadeli olduğunu gördüm. Aslında kitap, gece vakti daha iyi okunur. Çok defa benim de gece okuduğum olurdu. Fakat benim genel kanaatim şu:
İnsan gece vakti biraz dinlenmeli, biraz da gecesini evrâd ü ezkârla ihya etmeye çalışmalıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilir:
“Muhakkak ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve Kur’ân da okuyuş adına daha düzgün, daha sağlam bir tilavet sağlar.” (Müzzemmil sûresi, 73/6.)
Geceler, insanın ne dediğini ve ne anladığını en iyi şekilde ifade edebileceği bir zaman dilimidir. Bu zaman diliminde insanoğlu, Rabbisiyle münasebete geçmeli ve O’nu duymaya çalışmalıdır. Bu açıdan, gecenin içinde insanın mutlaka Rabbisine ayıracağı bir zamanı olmalıdır.
Türkiye’de az sayıda da olsa çok ciddî kitap okuyan kimselerin bulunduğu da bir gerçek. Esasen okumak bir yönüyle bir kültür ve tiryakilik meselesidir. Meselâ, çantada sürekli kitap taşıma, durakta beklerken okuma, arabaya binerken okuma, hatta arabayı kullanan kişinin bile eğer onda da bir merak varsa bazı şeyleri bantlara okutturup seyahat esnasında banttan dinleme, hep okuma kültürü ile alâkalıdır. Şu da unutulmamalıdır ki, bizim insanımız büyük çoğunluğu itibarıyla okuma fakiri ve düşünce özürlüdür.
Yazar olmayı düşünen bir insanın mutlaka çok yazması gerekmektedir. İstidadı olan da olmayan da yazmalıdır. Zira istidat varsa, ancak yazmak suretiyle ortaya çıkar. İnsan yazmayınca istidadının da var olup olmadığı belli olmayabilir. Hatta –kanaat-i âcizanemce– insan her alanda bir şeyler yazmalı ve tashihe de açık olmalıdır. Bence bu işe gönül verenler roman, tiyatro veya küçük oyunlar türünden eserler yazmayı bile denemelidirler. İleride o işi devam ettirmeseler de mutlaka yazmalıdırlar.
Yazmanın yolu, değişik şeyler okumaktan geçer. Okunulan eserler, bazen birbirine yakın, bazen de birbirine zıt şeyleri çağrıştırır: Shakespeare okuma insana Jonben’i çağrıştırır; Nedim’i okuma da Bâki’yi hatıra getirebilir. Önemli olan eli alışıncaya kadar yazmaktır. Daha sonra yazılan şeyleri yırtıp atmakta bir zarar yoktur. Ömer Nasuhi Hoca’nın birkaç roman yazdığı ve sonra yırtıp attığı söylenir.
Bir kitabın, ondan bazı şeyler çıkarıp yazabileceğimiz mülâhazasıyla okunması çok iyi olur. O kitabın içinde önemli noktaları, önemli yerleri çizmek veya derkenar yapmak yahut bir haşiye koyarak belirtmek ve sonra bir kere daha gözden geçirmek çok faydalıdır. Anlaşılması zor ve ciddî olan ağır eserleri ise üç veya beş defa okumak az sayılır. Ben bunu bir ifrat olarak görmüyorum. İnsan, eseri her okuyuşunda aklına geleni derkenar etmeli, eğer gerekiyorsa veya isterse o istikamette bir şeyler karalayabilir.
Yazmanın önemli yanlarından bir diğeri de, eseri yazdıktan sonra ifadesinden, üslûbundan o türlü düşünceleri takdim keyfiyetinden alın da, muhteva zenginliğine kadar kemal-i dikkatle bir fikrî eseri okuyor gibi birkaç defa okumak.. tıpkı bir şiiri tashih ediyor ve onu gerçek yörüngesine oturtuyor, şiiriyetiyle buluşturuyor gibi beş on defa onu tenkitçi gözüyle okumaktır. İnsanoğlu hatalarla mâlul olduğundan ve söylediği sözlerin pek çoğunun uzun zaman hacaletini yaşadığından, bu hataların en asgarî seviyeye indirilmesi çok önemli olsa gerek…
Kaynak: Zihin Harmanı, “Kitap Okuma Üzerine“