Kıyametin vukû bulacağı hususunda hiç kimsenin tereddüdü yoktur. Hattâ günümüzün müspet ilmi ve ilim adamları da bu mevzuda ittifak halindedirler. Ancak onlar bu gerçeği çok uzun bir zaman sonra beklemektedirler. Halbuki fevkalâde hâdiseler o kadar çoktur ki, bunlardan birisiyle kıyamet kopabilir.
Meselâ bidayette dünyadan koptuğu kabul edilen “ay” neticede anasının sinesine dönmek istese işte dünya, atomik kanunlar içinde müthiş bir infilaka maruz kalır… Ve kıyamet kopuverir.
Bir hadis-i şerifte وَمِنْ شَرِّغَاسِقٍ اِذَاوَقَبَ “Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden..” (Felak/113/4) âyetinin tefsiri münasebetiyle “غَاسِقٍ” i “Ay” ile anlatan Allah Rasulü (sav) Hz. Âişe’ye (ra) “Ay”ı göstermiş ve: يَا عَائِشَةُ اسْتَعِيذِي بِاللهِ مِنْ شَرِّ هَذَا فَإِنَّ هَذَا الْغَاسِقُ إِذَا وَقَبَ ‘Ya Âişe! Şu zulmetle bürüyen ayın şerrinden Allah’a sığın!’ buyurmuştur”. (Tirmizî, tefsîru sûre (113, 114) 1; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/215, 237, 252)
Ondandır ki, ehlullah rüyada ay görmeyi şerre; güneş görmeyi ise hayra alâmet sayar ve öyle tâbir ederler.
Bir kuyruklu yıldız gelip küre-i arza çarpıp kıyameti koparabilir. Veya yanlış bir atom denemesi bu kıyametin kopmasına sebep olabilir. Zahirî sebep ne olursa olsun bütün bunların ardında sebepleri elinde tutan Zât, sûra üfleme emrini verecek ve kıyameti koparacaktır.
Kur’ân-ı Kerim, bizim tespit edebildiğimize göre, öldükten sonra dirilme hakikatini iki grupta toplamıştır.
- Birincisi: Kıyâs-ı temsilî,
- İkincisi: Nazîrini gösterme metodu.
Kur’ân bu iki şıkkı ele alırken bir makro âlemden, âfâkî delillerle haşrin meydana geleceğini, bir de normo (enfüsî) dediğimiz âlemden bunu anlatırken mikro âleme de inerek haşri ispat ediyor. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim makro ve mikro âlemi birden ele alarak meseleyi anlatır ki, biz buna ‘âlemşümul delil’ de diyebiliriz. Bu son kısımda ise mutlak yaratılış nazara verilir.
Şimdi bütün bu kısımları sırasıyla arz etmeye çalışalım:
Kur’ân-ı Kerim, kıyâs-ı temsilî usulüyle makro âlemden misaller vermek suretiyle haşri ispat ediyor:
“Allah odur ki gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti, sonra Arş üzerine istivâ etti (bütün mülkünün, bütün yaratıklarının yâni tahtına, yönetimine hâkim oldu, her şeyi düzenleyip yönetti), güneşi ve ayı irâdesine boyun eğdirdi. Hepsi belli bir süre için akıp gitmektedir. (Yaratma) iş(ini) düzenler, âyetleri açıklar ki, Rabb’inizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Ra’d, 13/2)
Haşirle insanları yeniden diriltecek olan Cenâb-ı Hakk semayı direksiz olarak tutmakta, koyduğu nizam ve intizam sayesinde de yıldızlar seyr ve seyahatlerine devam edebilmektedir. Siz bu muhteşem semânın direksiz bir şekilde hareket halinde olduğunu ve kendisinde hiçbir füturun müşâhede edilmediğini görüyorsunuz. Semayı böyle direksiz yükselttikten sonra Allah, Arşa istiva buyuruyor ve hükmünü oradan infâz ediyor. Sonra da güneş ve ayı teshir edip âdeta istifade etme, faydalanma zimamlarını sizin elinize veriyor. her şeyi bir hesapla yapıyor ve böylece size sonsuz ilminden hikmet pırıltıları gösteriyor.
Evet, gökte ve yerde olan bütün işleri düzenleyen, her şeyin alnında kudret mührünü gösteren Allah size haşri vaad ediyor; tafsil ettiği ayetleriyle size güç ve kuvvetini gösteriyor. Belki bütün bunları düşünür, tedebbür eder ve bir gün O’na kavuşacağınıza hakkalyakîn inanırsınız.
Gerçekte, biz âhirete inanırken, bütün rubûbiyet ve şuûnatıyla kendisini gösteren ve hissettiren bir Allah’ın haşri dilediği şekilde var edeceğine inanıyoruz:
“O gün göğü, kitapları dürer gibi (toplarız). İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu, yine öyle çevirir (yok eder)iz. Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız.” (Enbiyâ, 21/104)
Semâyı bir kitap gibi dürer ve bugünkü mahiyetinden uzaklaştırırız. Hareket ve hararet kalmaz, bir duraklama ve bir donma baş gösterir. Mahfazasından çıkarıp enzârınıza arz ettiğimiz kâinat kitabını kapatıp, evvelce olduğu gibi yine mahfazasına koyarız. Bütün mükevvenat bidâyette nasılsa o hale döner. İlkinde sebeplerin sukut etmesi gibi bu ikinci yaratılışta da sebepler sukut edecek ve kitabı dürdüğümüz gibi tekrar açacak ve zerratı yeniden yaratacağız.
“Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeğe de kâdir olduğunu görmüyorlar mı? Evet O, her şeye kâdirdir.” (Ahkâf, 46/33)
Gökleri ve yeri yaratıp bir sistem içinde vaz’ eden ve bundan asla yorulup usanmayan bir Allah, ölüleri tekrar diriltmeye kâdir değil mi? Nazar-ı ibretle baksanız, her hâdisenin verâsında ‘Allah!’ diyeceksiniz. O Allah ki asla yorulmaz ve dinlenme ihtiyacı duymaz. Başka bir ayette bu husus şu şekilde anlatılır:
“Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, bize hiçbir yorgunluk dokunmadı” (Kâf, 50/38)
İşte böyle bir Allah ölüleri yeniden diriltmeye muktedir değil midir?
Kıyas-ı temsilî Kurân’ın bir istidlâl metodudur. Bu içinde yaşadığımız âlemi nazara vererek, Allah’ın hallakiyetini göstermek suretiyle, yeniden böyle bir âlemi yaratacağına zihinleri kabule hazırlamaktır. Bu metot sayesinde insanın haşre olan inancı kat kat pekişir.
“Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmağa kâdir değil midir? Elbette kâdirdir! O, çok bilen yaratıcıdır.” (Yâsin, 36/81)
“Sizi yaratmak mı zor, göğü yaratmak mı? Ki onu Allah, bina edip yükseltmiştir.” (Nâizat, 36/27)
Sizin yaratılmanız mı, yoksa cin ve insi hâvi bütün sistemlerin yaratılması mı zor? Kâinat sarayını kuran Allah, cennette sizin için daha küçük saraylar inşâ ve icat edemez mi?
“Onun âyetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kâdirdir.” (Fussilet, 41/39)
Siz yeri; haşyet içinde, bitmiş tükenmiş; saygıyla Allah’a boyun bükmüş bir insan gibi, O’ndan meded ister gördüğünüz bir anda, semâdan yağmur indirdik. Sonra bir ihtizaz ve hareket başladı. Yerin altındaki tohumcuklar, rüşeymler başlarını çıkardı. Yeryüzü bir yeşillik ve çemen-zâr haline geldi. İşte her baharda yeri böyle dirilten Allah, ölüleri de aynı şekilde diriltecektir. Şu kadar nebatâtın haşrini her baharda size gösteren Allah ölüleri ihyâ edip diriltecektir.
Evet, Allah ölüm uykusuna yatan bir sürü havâmm ve haşarâtı, ölmüş kupkuru ağaçları bahar mevsiminde yeniden dirilttiği gibi sizi de, hazan mevsiminiz olan ölümle toprağa düştükten sonra bir gün gelecek tekrar diriltecektir.
“Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma)dan, sonra alaka (embriyo)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güç ve kabiliyetinize ermeniz için (sizi büyütüyoruz). İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hâle gelsin (çocukluğundaki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş ölmüş görürsün. Fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir.” (Hac, 22/5)
Ayetin son kısmında da belirtildiği üzere siz yeryüzünü hiçbir şey bitirmesi mümkün olmayan, yanmış kül gibi görürsünüz. Semâdan yağmuru sağnak sağnak indirdiğimizde bir ihtizaz, bir hareket başlar. Ve derken bitkiler boy atar. Allah, içinizi açacak manzaraları, her şeyden çift çift yaratmak suretiyle nazarınıza takdim buyurur.
“Bu böyledir. Çünkü Allah, tek gerçektir. (her şey O’nunla varlık kazanır) ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeyi yapabilir.” (Hac, 22/6)
Bütün bu gördüğünüz şeyler doğrudur. Çünkü Allah’tandır. İşte ölüleri diriltecek olan da O’dur. Ve O, her şeye kâdirdir. Başınızın üzerinde dönüp duran binlerce hâdiseyi tedbir ve idare eden Allah (cc) tecellileriyle size, her şeye kâdir olduğunu göstermiş oluyor.
“Ve (çünkü) o (kıyamet) saat(i) mutlaka gelecektir, onda şüphe yoktur. Ve Allah, kabirlerde olanları diriltecektir.” (Hac, 22/7)
Görüldüğü gibi kıyamet mutlaka gelecek, bunda şüphe yoktur. Ve Allah, bütün ölüleri diriltecektir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Cenâb-ı Hakk bütün bu âyetlerde haşrin nazîrini evvela yeryüzünde gösterdi. Bütün bu bahar hâk ile yeksân olduktan ve toprağa gömülen tohumlar çürüdükten sonra, Cenâb-ı Hakk onları ikinci bir baharda yeniden nasıl diriltiyor; aynen öyle de kabirlerde çürüyen insanı da ikinci bir bahar olan haşir günü tekrar diriltecektir.
Bu açıdan mesele ister bir filozof isterse bir çoban zaviyesinden ele alınsın; Kurân’ın bu ikna metodundan daha üstünü gösterilemez. Efendimiz’in (s.a.s) mevzu ile alâkalı hadisleri de dahil, bütün söylenenler sadece Kur’ân-ı Kerim’in anlattıklarının tafsil ve tefsirinden ibarettir.
Kur’ân-ı Kerim haşr-i âzamı enfüsî delillerle ispat ederken nazarlarımızı normo âleme çevirerek meseleye şu misallerle açıklık kazandırmaktadır:
“İlkin sizi yarattığı gibi yine O’na döneceksiniz.” (A’râf, 7/29)
Başta sizi topraktan, nutfeden, kan pıhtısından ve bir çiğnem etten yarattığı gibi, tekrar sizin aslî atomlarınızı bir araya getirip terkip yapacak ve sizi yeniden yaratacaktır.
‘İnsan, Bizim kendisini bir nutfe (sperma)’dan yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışını unutarak Bize bir mesel verdi: “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” dedi. De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yâsin, 36/77-79)
İlk devrin kâfiri de yirminci asrın müntehi kâfiri de aynı şeyi söylüyor: Kül haline gelmiş bu kemikleri kim diriltecek?
Kur’ân onlara cevap veriyor:
“Hayatı bidâyette kim vermişse, yine o diriltecektir.” “O ki size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz.” (Yâsin, 36/80)
O Allah ki (cc) damla damla içinden su damlayan ağaçtan ateş çıkarıyor. Halbuki “iki zıt yan yana gelmez, bir arada toplanmaz” prensibi muhkem bir kaidedir. Kudreti Sonsuz iki zıddı bir arada cem ediyor. Arabın bildiği Merh ve Afar ağaçlarından damla damla su damlarken sürtüldüğünde ateş çıkıverir. İşte böylece kudretini gösteren Allah (cc) hayata zıt gibi görünen çürümüş kemiklerle hayatı cem eder ve insanı ikinci bir hayatla diriltir, ihyâ eder.
Kur’ân-ı Kerim aynı usulle en küçük atom parça ve parçacıklarından müteşekkil mikro âlemi de nazarımıza verip haşri ispat eder:
“Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) Biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma)dan, sonra alaka (embriyo)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güç (ve kabiliyetler)inize ermeniz için(sizi büyütüyoruz.) İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hâle gelsin (çocukluğundaki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir.” (Hac, 22/5)
Eğer haşirden şüpheniz varsa, mahiyetinizde cereyan eden hadiseye bakıp, şu enfüsî delili tetkik edin:
Allah (cc) başlangıçta sizi topraktan yarattı. Mâhiyet-i aslîniz yeryüzünden alınan birtakım elementlerden ibarettir. Sonra karıştırılarak bir protein çorbası yapılmıştır. Bir kademe sonra yani canlılık seviyesine gelince mahiyetiniz bir damla su oldu. Hem de hor ve hakir bir su… Daha sonra bir kan pıhtısı ve derken şekilli veya şekilsiz bir çiğnem et… Bu hale geldikten sonra artık ya yaratılır veya yaratılmazsınız. Ya bir düşük olarak düşer gider ya da ahsen-i takvim sırrına mazhar bir insan olmanız için mahiyetinizde bulunan tohumunuza göre bir hüviyete irca olunursunuz. Sonra onları dilediğimiz kadar ana rahminde tutarız. Bazen çocuk 3-4 aylıkken düşer; bazen altı, bazen dokuz aylıkken dünyaya gelir.
Ter ü taze bir çocuk haline getirdiğimiz sizler, daha sonra da tam kıvamına, işe yarar hale gelebilmeniz için belli bir noktaya varmaya çalışırsınız. Kiminiz vefat eder müntehaya ulaşamaz. Kiminiz de erzel-i ömre gider dayanırsınız. Belinizin, ayaklarınızın ağrıyıp başınızın büküleceği; ihtiyarlığın sizleri mağlup edip saçlarınızın ağaracağı erzel bir hayata maruz bırakılırsınız. O hale getirilirsiniz ki; her şey olduktan sonra hiçbir şey olmadığınızı anlayasınız. Çocukluktan başlar ve nihayet sakallı bir çocuk olarak göçüp gidersiniz.
“İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanır? Kendisi dökülen meniden bir nutfe (sperma) değil miydi? Sonra kan pıhtısı oldu da (Rabb’i onu) yarattı, ona şekil verdi. Ondan iki çifti; erkeği ve dişiyi var etti. Şimdi bun(ları yapan Allah)ın, ölüleri diriltmeğe gücü yetmez mi?” (Kıyâme, 75/36-40)
Sizi belli kademelerden ve merhalelerden geçirip bu hale irca eden Allah, ölüleri diriltmeye kâdir değil mi? Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim Haşir meselesini başka hiçbir delile ihtiyaç bırakmayacak şekilde, kendine has aklîlik ve mantıkîlikle ispat etmiş oluyor. Kur’ân ayetlerinin hemen hemen üçte birisi bu hakikatlerden bahseder. Biz yukarıda zikrettiklerimizle bu mevzuda sadece bir fikir vermiş oluyoruz. Zaten bundan sonra söyleyeceklerimiz de, bu âyetlerin tefsir ve tafsilinden ibaret olacaktır.
Fikir, düşünce, his, duygu, insan, insanlık ve bütün bunlara bağlı niyet amel ve aksiyonlar; bu dünyadan sel gibi akar. Ve nihayet akış mecrasının mahiyetine göre bir havuzda toplanıverir. Burada bizler herhangi bir mükâfat ve mücazât görmüyoruz. Nice zalimler, cebbârlar ve firavunlara taş çıkartacak kimseler bu dünyada hiçbir cezaya, ikâba maruz kalmadan; başı, beli, dişi ağrımadan; ceberutu, hodfuruşluğu yanına âdeta kâr kalarak öbür âleme gitmiştir. Aynen bunlar gibi binbir musibete maruz binbir belanın cenderesinden geçmiş, binbir musibet başında değirmen taşı gibi çevrilmiş kimseler de bu dünyadan oldukça mazlum, mağdur olarak diğer âleme göçmüşlerdir.
Zâlimin, kendine göre düşünce ve hesapları, mazlumun da yine kendine göre büyük farklılık arz eden niyet ve düşünceleri vardır.
İşte bir çağlayan gibi akan birbirine tamamen zıt bu iki mecrâ diğer dünyada bir havuza dolan sular misâli temerküz edecek, bu dünyadaki hâl ve hareketlerinin muhasebesi için Cenâb-ı Celle ve A’lâ’nın karşısında sıraya dizileceklerdir. Yapılan muhasebe neticesinde mazlum dünyada iken varlığına kendi varlığı gibi inanmış olduğu cennete, zâlim ise içinde bulunmayı aklının ucundan bile geçirmemiş olduğu cehenneme bir çöp yığını gibi atılacaktır.
Bu dünyada yapılmamış olan ebrâr ve eşrârın temyizini öte tarafta Adil-i Mutlak olan Allah yapacak, eşrar ve zalimler güruhuna: “Ey suçlular, bugün şöyle ayrılın (bakayım!)” (Yâsin, 36/59) şeklinde hitap edecektir. İşte bu mahiyetteki tefrik ve temyiz, muamele yönüyle bu dünyada yapılmamaktadır. Halbuki, diğer eşya arasında, iyi kötüden, güzel çirkinden; kemâl noksandan; burada ayrılmaktadır. İnsan gibi, kâinatın enmuzeci ve özü olan bir varlığın kaideden istisna edilmesi düşünülemez. Burada olmuyor, demek başka bir âlemde olacaktır.
Tohum yere atılıyor çürüyor ve bittiği yerde yeni bir hayat başlıyor. Ağaç dal budak salıp semalara ser çekiyor. Yapraklarla süslenip, meyvelerle donatılıyor. Daha sonra da her şeyini döküp kupkuru bir kemik haline geliyor. Fakat yeni bir baharda tekrar süslenip kendisini sizin nazarınıza arz ediyor. Bütün hevâmm ve haşerat sonbaharda kış uykusuna girip, ölüm gibi bir hale maruz kalıyor. İkinci bir baharda yeniden haşr ve neşre tâbi tutuluyor. Bütün varlıklarda cereyan eden bu kanundan insanın müstesna tutulmasına nasıl ihtimal verilebilir? Onun da bir baharı, bir kışı ve ikinci bir baharı vardır. Zira o da bir tohumdan meydana gelmiş; bir ağaç gibi olgunlaşmış; fikir, sır, hafî gibi meyveler vermiştir. Daha sonra da hiçbir şeye yaramaz hale gelmiştir. Bir tohum gibi yeniden toprağa düşmüştür. Ve şimdi ikinci bir baharını beklemektedir. Mevsim geldiği ve sûr’a üflendiğinde o da tahakkuk edecektir.
Kaynak: Ölüm Ötesi Hayat