Kur’ân-ı Kerim’in Arapça olması, farklı âyetlerde açıkça beyan edilmiştir. Mesela şu ayetler bunlardan bazısıdır:
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ۠ اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
“Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hakkı açıklayan, Hak’tan geldiği aşikâr olan kitabın âyetleridir. Düşünüp manasını anlamanız için Biz, onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (Yûsuf, 12/1-2).
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Biz her Peygamber’i, kendi milletinin lisanı ile gönderdik, ta ki onlara hakikatleri iyice açıklasın. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. O azizdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).” (İbrahim, 14/4.)
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَمِينُۙ عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرِينَۙ
“Onu Rûhu’l-emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.” (Şu’ara, 26/193-195).
Allah Teâlâ’nın, insanlar arasından elçi seçip onlara Kitap indirmesinin hikmeti, o elçiler ve kitaplar vasıtasıyla kullarını doğru yola iletmektir. Her millete, kendi içinden, kendi diliyle konuşan bir insan, peygamber olarak görevlendirilmiş, o peygambere, konuştuğu dilde kitabı oluşturan vahiy indirilmiştir.
Hz. Musa ve Hz. İsâ’ya İbranî diliyle indirilmiş olan kitaplar, Araplar arasından seçilen Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) Arapça olarak vahyedilmiştir. Kur’ân’ın Arapça indirilmesindeki hikmet de Arapça konuşan insanların, Allah’ın emir ve yasaklarını daha iyi anlamaları ve ona göre kendilerine yön vermeleridir. Şayet peygamber Arap olduğu hâlde kendisine başka bir dilde vahiy gelseydi, insanlar bu sözlerden hiçbir şey anlayamayacakları için şaşırıp kalacaklar ve “Bunun âyetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olan peygambere yabancı dilde sözler mi indiriliyor” diyeceklerdi. Bu takdirde de peygamber göndermenin asıl amacı olan insanların hidayeti gerçekleşmeyecekti. İşte bunun için her millete kendi diliyle peygamber gönderilip, kendi diliyle Kitap indirildiği gibi, Araplar içinde yetişmiş olan Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) de Arapça vahiy verilmiştir. Fakat Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliği evrenseldir. Kur’ân-ı Kerim’in prensipleri de bütün insanlık için geçerlidir.
Kur’ân-ı Kerim’in Arapça olması, onun yalnızca Araplara indirildiği anlamına gelmez. Kur’ân’ın Arapça olduğuna vurgunun yapılmasındaki maksat şudur: “Ey Arap topluluğu, Kur’ân’ın mükemmelliğini anlamalısınız, bu mükemmellik onun ilahi vahiy olduğunun apaçık delilidir; sizin dilinizle indirildi ve artık anlamadığınıza, yabancı bir dille indirildiğine dair hiçbir mazeret ileri süremezsiniz.”
Gayet açıktır ki, bir kitap evrensel bir kılavuz olması durumunda bile belli bir dilin kelimelerini kullanmak durumundadır. Böyle olmalı ki, o dili konuşan insanlar kitabın öğretilerini anlayabilsinler ve mesajı diğer insanlara iletebilsinler. Bir harekete dair mesajın evrensel ölçüde yaygınlaşmasının tek doğal biçimi budur.
Âyetteki “Anlayabilmeniz için Kur’ân’ı Arapça bir dille indirdik.” ifadesi iki anlama gelebilir: Birincisi: “Bu kitap sizin kendi dilinizde nazil olmuştur. Dolayısıyla “Yabancı bir dilde nazil olduğu için, biz bu kitabın doğru olup olmadığına. karar veremeyiz.” diye bir mazeret öne süremezsiniz. Bu kitabın lafızları, konuları, üslûbu ve dili apaçıktır. Binaenaleyh bunu Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) veya herhangi bir Arab’ın yazdığı düşünülemez.” İkincisi: “Biz bu Kitabı, muhatap bir Arab kavmi olduğu ve Arapça anladığı için Arapça indirdik.” şeklindedir. “Biz gerek özel gerek genel bir din veya kitap getiren hiçbir peygamberi başka türlü göndermedik. Ancak kavminin dili ile gönderdik.” (İbrahim, 14/4). Yani Allah’ın âdeti böyledir.
Öteden beri her peygamber, gönderildiği ümmetin ve özellikle içinde oturduğu topluluğun dili ile gönderilmiştir ki onlara vahyi açıklasın. Tebliğine emredilmiş olduğu şeyleri kavmine anlatsın, anlattırsın. Bilenin bilmeyene, hazır bulunanın bulunmayana anlayacağı bir dille açıklaması ve tebliğ etmesinin bir vazife olduğunu anlatsın. Çünkü bir peygamberin peygamberliği, gerek kavmine ait olsun ve gerek daha başkalarını da kapsasın ve bu kapsamlılık gerek Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliğinde olduğu gibi bütün insanları ve hatta cinleri gerekse birkaç toplumu içine alsın mutlaka o peygamber, kavmini davet edecek ve ilk işi onlara peygamberliğini anlatmak olacaktır. Bu ise onların en iyi, en kolay anlayabilecekleri kendi dilleri, kendi lehçeleri ile açıklamaya bağlıdır. Her şeyden önce “Önce en yakın akrabalarını uyar.” (Şuârâ Sûresi, 26/214.) gereğince en yakından başlayarak peygamber, kavmine bu açıklamayı yapar, Allah’ın emirlerini açıklar ve ilan eder. Bunun için bir taraftan Arapça bilenler, bilmeyenlere bildikleri dillerle nakil ve tercüme ederek Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) açıklamalarını tebliğ ederler ve açıklarlar. Elçisinin elçisi, peygamberlerin varisleri olmak şerefine erişirler. Diğer taraftan bu şerefe erişmek için bazıları da Arapçayı öğrenir ve bu şekilde Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dilini esas alarak anlatırlar ve onunla davet dilden dile ve bir topluluktan diğer topluluğa yayılıp genelleşir.
Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliği ile gönderilen bu kitabın, bu apaçık Kur’ân’ın Arapça olarak indirilmesinde ve indiği gibi Arapçanın hâkim kılınmasında da nice ilâhî hikmetler vardır. Kur’ân, başka bir dil ile indirilseydi, Peygamberin içinde bulunduğu ve ilk olarak hitap edeceği kendi kavmi anlamayacak; “Ayetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya, Arap’a yabancı dil mi?” demeye hakları olacaktır. Diğer kavimlere tebliğ etmek ve umumîleştirmek için ilk neşredenler yetişmeyecek ve bundan dolayı hiçbir topluluk hakkında Allah’ın kesin delili gerçekleşmeyecekti. Eğer bütün dillerle indirilseydi Arapçası gibi birçok Kur’ân bulunsaydı böyle bir mucize büsbütün zararlı ve tevhid hikmetine aykırı olurdu. Kur’ân, kavimler arasında kavga ve anlaşmazlığı azaltacak yerde çoğaltır, birleştirecek yerde dağıtırdı. Çünkü her biri yalnız kendi dilini esas alacak ve onu hakim tanıtması gerekecek; aralarında hakim ve doğruyu yanlıştan ayıran bir kitap bulunmamış olacaktı.
Peygamberler, kendilerine dinlerini apaçık anlatabilsinler, onlardan Allah’ın kanunlarını kolaylıkla ve çabucak öğrenip, başkalarına nakledebilsinler diye Allah’ın her peygamberi, milletine kendi dilleriyle göndermesi, O’nun bir ihsanı olup, hidayet yolunu kolaylaştırmasından başka bir şey değildir.
“Biz bütün peygamberleri kavimlerinin diliyle gönderdik ki, onlara Allah’ın buyruğunu açıkça anlatabilsinler.” (İbrahim, 14/4)
İşte bu, bütün insanlığı kapsayan ve gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin getirdiği mesajlarda somutlaşan evrensel bir nimettir. Peygamberlerin insanları Rabb’lerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarabilmesi için onların dili ile gönderilmesi kaçınılmazdır. Onlara Allah’ın buyruğunu açıkça anlatması, onların da anlatılanları anlaması için bu zorunludur. Böylece peygamberin gönderilmesi ile öngörülen hedefe ulaşılabilir.
Bu âyet-i kerîmede Arap olmayanların lehine delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdikleri, kendisine anlayıp kavrayacağı bir şekilde tercüme edilen herkes için, bağlayıcı delil ortaya koymuştur. Nitekim yüce Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.” (Sebe’, 34/28). Allah Resûlü de şöyle buyurmaktadır: “Her peygamber kendi üm metine, ümmetinin diliyle gönderilmiştir. Yüce Allah Beni de yarattıkları ara sından kırmızı tenliye de, siyah tenliye de göndermiştir.” Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki; bu ümmetten (ümmet-i davetten) Yahudi olsun, Hristiyan olsun kim benim peygamberliğimi işitip de sonra benimle gönderilene iman etmeyecek olursa, muhakkak cehennemliklerden olur.” Başka bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Bana, Benden önce hiçbir kimseye verilmeyen beş özellik verilmiştir: Ben, bir aylık mesafeden, düşmanımın kalbine korku salınmasıyla yardım olundum. Yeryüzü bana Mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden kime namaz vakti kavuşursa onu kılsın. Ganimetler bana helal kılındı. Benden önce hiçbir kimseye helal kılınmamıştı. Bana, şefaat etme verildi. Önceki peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderiliyordu ben ise bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim.” (Buhari, Teyemmüm 3, Salât 56; Müslim, Mesâcid 3)
Kaynak: Kuran’ın İklimine Seyahat, Muhittin Akgül