Mûsıkî de bir yol, bir sanat ve bir ihtiyaçtır. Bediüzzaman bir yerde radyo programları içinde ona beşte birlik bir yer veriyor. Bunu başka mânâlarının yanı sıra toplumun en az beşte biri dinler şeklinde de anlayabiliriz. Halbuki şimdilerde toplumun onda dokuzu müzikle içli-dışlı. Öyleyse ihtiyaç diye nitelendirdiğimiz ve zaten toplumun içinde sürüklenip gittiği bu saha kendi düşünce çizgimiz içinde ele alınmalı ve kat’iyen ihmal edilmemelidir. Bunun için mesaj yüklü, mânâ yüklü, hisleriyle, düşünceleriyle insanı zenginleştiren eserler bestelenmeli ve yine Üstad’ın mahzursuz dediği insanı mâaliyata götüren, iştiyakını coşturan eserler meydana getirilmelidir. (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası II)
Bu konuda ölçü nedir denecek olursa? Mesela, dinlediğiniz bir eser, sizde Kur’ân okuma, Kur’ân dinleme iştiyakını coşturuyor, Allah’a karşı vuslat arzusunu köpürtüyor.. sizi Emrah gibi bağrı yanık hale getirip secdeye zorluyor, millî, dinî değerlerinize karşı alâkalarınızı kanatlandırıyor.. size kendi romantizminizi fısıldıyor, bunları yaparken de, müstehcenliğe, bâtılı tasvire vs. kapalı kalınabiliyorsa.. evet işte bu eser gayet güzeldir. Bünyesinde gıybeti barındıran, fuhşu tasvir eden, şehevanî hisleri tahrik eden, insanın ye’s yani ümitsizlik duygularını kabartan eserlere gelince, onların caiz olduğunu, olabileceğini söylemek mümkün değildir.
Bizim bazı şarkı ve türkülerimiz Allah’a iman, ahirete iman, kadere iman ile te’lif edilemeyecek sözlerle dopdoludur. Mesela, gelin gencecik yaşında ölmüş, tipide birisi kaybolmuş, kurt dağın başında bir çocuğu öldürmüş vs. Hemen oturup bir destan yazmış ve bir ağıt kesmişizdir. Şimdi eğer, her felâket karşısında, felâket dellallarının yaptığı gibi ağıtlar dizecek olursak Allah’tan şikayet adına destanlar tanzim etmiş oluruz. Aslında, böyle bir duygunun kaynağı, insanın zayıf yanlarının bulunuşu, Allah’a, ahirete, kadere imanının olmayışıdır. Halbuki bu zaaf noktalarının mutlaka imanın unsurları ile yok edilmesi ve çeşitli hadiseler münasebetiyle de olsa yeniden hortlamaması için devamlı imanın takviye edilmesi ve payandalanması şarttır, elzemdir.
İster sanat, isterse halk müziği olsun, söylenen şarkı ve türkülerde, mânânın güçlü olmasına da dikkat edilmesi çok önemlidir. Dolayısıyla o şarkı veya türkünün icrası anında bir taraftan his tufanı yaşanırken, diğer taraftan mânânın güçlülüğü, düşündürücülüğü ile insanın birşeyler duyması, anlaması mümkün olacaktır. Yani mûsıkînin esas unsurları olan ses, enstrüman ve söz (tema) bir bütün halinde olunca insan üzerinde tam müteessir olsa da, tema-ses-saz bütünlüğü sağlanamadığı takdirde, insan his dünyasında boşluklardan kurtulamaz. Öyle ki bazen birtakım eserlerde söz ahenge, muhteva ritme isyan eder.. Halbuki, mutlaka ahenk bütünlüğünü sağlayabilecek, muhteva derinliğini aksettirecek sözler bulunmalı ve sözler, sebep-sonuç münasebeti içinde bir tamamiyet arzetmelidir. Bir mısra birinden, bir mısra başkasından alınarak yapılmış güftelerde ise bunu sağlamak çok zor olsa gerek.
Bugün Türkiye’de, değişik alanlarda kendi çizgimize dönüşün yaşandığı gibi, mûsıkîde de böyle bir dönüşün yaşanması üzerinde mutlaka durulmalıdır. Üzerinde durulmak bir yana, bu mevzuda olabildiğine ısrarlı olunması gerekir. Pop müziğinin gençler arasında çok yaygın olması ve medyanın sürekli ona destek vermesi, stadyumların popla inim inim inlemesi, onun Michael Jackson gibi şarkıcılarla daha büyülü bir hâl alması vs. gibi oldukça yoğun ve organizeli faaliyetler yanında, mûsıkîmize sahip çıkmanın zorluğu meydandadır. Ama bütün bu zorluklara göğüs gererek bu uğurda mutlaka olağan üstü bir gayret gösterilmelidir. Öyle inanıyorum ki, yakın bir gelecekte bu ülkede, genç-ihtiyar bizim insanımız, mutlaka kendi mûsıkî anlayışımız, mûsıkî zevkimizle bütünleşecek ve kendi mûsikî deryamız içinde eriyip gidecektir, eriyip gidecektir ama, bizim sistemli gayretlerimizle.. ihtimal işte o zaman, ülkemiz bu alandaki işgalden kurtulmuş olacak ve tekrar Itrî, Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Sadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk gibi dâhi mûsıkîşinaslara kavuşacaktır.
Unutmayalım, bu bir ihtiyaçtır. Ve siz bunu meşrû bir çizgi içinde ele alıp, düzenlemez iseniz, millet gider gayr-i meşru bir çizgiye kayar.. kayar ve müzik diyerek çılgınlıklara ve hezeyanlara girer. Aslında böyle bir anlayışın psikiyatri açısından tahlilinin yapılması yararlı olur zannediyorum. Zira, böylesi çılgın şeylere müzik deyip, onunla tatmin olan, olabilen veya olduğunu zanneden insanların tavır ve davranışlarını normal kabul etmek oldukça zordur.
Yalnız şimdilerde bu düşünce birden bire hüsn-ü kabul görmeyebilir. Ama unutmayalım; her yeni düşüncenin topluma mâl edilmesinde böyle bir süreç yaşanmıştır. Dün bu ülkede ilim ve irfan yuvaları açan, ehl-i himmet, ehl-i gayret insanlar, senelerce bir-iki insanla teselli olmuşlardır. Kimse yanlarına uğramamış; hiç kimse onları kabullenememiş. Ne var ki onlar, yılmadan, usanmadan doğru bildikleri yoldan ayrılmamışlar; Allah da onlara sadâkâtlerinin mükâfatını vermiştir. Aynen bunun gibi, mûsıkî adına kendimiz olma yolunda yapacağımız düzenlemeler de birden bire bir patlamanın, toplumca ona sahip çıkılmasının ve milletçe desteklenmesinin beklenmesi acelecilik olsa gerek. Evet, bize doğru bildiğimiz yolda yürümek düşer. Alınmadan, fedakârca doğru bildiğimiz yolda ilerleyerek, yapmamız gerekli olan şeyleri yaparak yürümek.
Kaynak: Fasıldan Fasıla III (Derlenmiş)