Akşam, yatsı ve sabah namazlarının farzında imamın sesli okuması vaciptir. Unutur da gündüz namazı gibi sessiz okursa sehiv secdesi lazım gelir vacibi terk ettiği için.
Gündüz namazı dediğimiz öğle ikindi namazlarında ise, sesli değil gizli okumak vaciptir. Yanılır da gece namazı gibi Fatiha’yı, zammı süreyi sesli okursa vacibin terkinden dolayı yine sehiv secdesi lazım gelir…
Demek oluyor ki, gece namazı ile gündüz namazının kendilerine mahsus özelliği vardır. İlgili kitaplarda bu sesli sessiz okuyuşun sebebine ait şu tarihî olayı okumaktayız:
Efendimiz (sav) Hazretleri namazın farz kılındığı Miraç gecesinden sonra Mekke’de kıldığı namazlarında gece gündüz demeyip hepsinde de sesli okuyordu. Gizli okuma yoktu başlangıçta. Ancak gelip Efendimiz’in (sav) sesli okuyuşunu dinleyen müşrikler, işittikleri ayetlere kendi şiirlerini de karıştırarak şurada burada şiirli ayet okuyarak zihinleri bulandırmaya çalışıyorlardı. Bundan ise Efendimiz (sav) Hazretleri rahatsızlık duyuyordu. O sıralarda İsra Suresi ayet 110 nazil oldu. Bu ayet gündüzleri gizli okumayı, geceleri ise sesliliği sürdürmeyi işaretliyordu… Böylece müşrikler gündüzleri bir şey duyamıyorlar, geceleri de meşgul olduklarından gelemiyorlar, kafaları karıştıracak istismar malzemesi de bulamıyorlardı…
İslam’ın ilk günlerinde ne türlü zorluklarla karşılaşıldığının bilinmesi hikmetinden dolayı bu uygulama kıyamete kadar böyle bırakılıyordu anlaşılan…
Bu sebeple Peygamberimiz, ‘Namazınızı benim kıldığım gibi kılın!’ buyurmuş, O’nun sesli sessiz okuyuşu da bizlere aynen ayetin işareti gereği olarak da intikal etmiştir.
Bundan dolayı imam, gece namazlarını mutlaka sesli kıldırır. Gündüz ise sessizlik devam eder. Ancak tek başına gece namaz kılan kimse serbesttir. İsterse sessiz kılar. İsterse kendini nefsinin imamı kabul eder, peşinde meleklerin cemaat olabileceğini de düşünerek imam gibi sesli kılabilir. Yani tek başına akşamı, yatsıyı, sabahı evinde kılan kimse isterse imam gibi rahatlıkla sesli okuyarak kılabilir. Hatta evdekiler de arkasından cemaat olarak kendisine uyabilirler. Efendimiz (sav) Hazretleri bir hadislerinde, ‘Evlerinizi mezara benzetmeyin!’ ikazında bulunarak, mezardakilerin namaz vakitlerinde bir cemaat olma işareti göstermedikleri gibi, siz de evlerinizde namaz hazırlığı işaretinden mahrum kalmayın, tavsiyesinde bulunmuştur. Demek ki, içinde namaza hazırlanan ev halkı, mezardaki ölülere benzemekten kurtulmuş olurlar.
Sözü buraya getirmişken sesli sessiz okumanın tarifine de bir açıklık getirelim izin verirseniz. Çünkü çoğu kimse bunda yanlışlara maruz kalmaktadır.
Sessiz okumak demek, kendi okuduklarını kendi kulağında fısıltı halinde hissetmek demektir. Şayet okuduklarını kendi kulağında fısıltı halinde hissetmiyorsa, okumuyor, sadece kalbinden geçiriyor demektir. Kalbinden geçirmek ise okumak sayılmaz. Sadece Fatiha’yı, zammı sureyi kalbinden geçirmiş olur… Bunun için gizli okumalara dikkat etmek gerekir. Okuyor mu yoksa kalbinden geçirmekle mi yetiniyor, kontrol etmeli okuyuşunu.
Bazı kitaplarda, “Kendi işiteceği kadar okumak gizli okumaktır, yanındaki işitecek kadarı da sesli okumaktır” diye de tarif ediliyor okuyuşlar. Geceleri teheccüd sünneti sünnetin en çok sevaplısıdır. İlaveten kaza namazları kılmak da uygun düşer. Kaza namazı kılarken her farzın başında erkekler için kamet getirmek sünnettir. Camide kılarken müezzinin ezan okuyup kamet getirmesi cemaat için kâfi gelirse de tek başına kaza kılarken kamet sünneti terk edilmemelidir. Hatta camide cemaat kılıp çıkınca gelen yeni bir cemaat dahi önceki kameti kâfi bulup farza başlayabilirler. Yeni cemaat için yeni kamete ihtiyaç duyulmayabilir.
Kaza namazı elbette farz olan borçlarımızdır. Farz borcu olanların sünnet kılmayıp kaza kılmaları Şafii’de mecburi ise de, Hanefi’de mecburi değildir. Hanefi’de sünnetler kaza namazı kılmak için terk edilmemeli, sünnetler yine kılınmalı, kaza namazları da ayrıca kılınmalıdır. Kaza namazı için sünnetler terk edilirse, bir kazanılmış, bir de kaybedilmiş olunur. Kazanılan kılınan kaza namazıdır. Kaybedilen de kılınmayan sünnetlerin sevabıdır.
Sözün özü: Herkes kıldığının sevabını alır, kılmadığının da sevabından da mahrum kalır. Hem kılmayıp hem de sevap alanları ise bilemiyoruz nasıl ibadetsiz sevap ise?!. (Kaynak: Ahmet Şahin)