Ölüm mü’minin Allah’a kavuşmasıdır. Seven her zaman sevdiğine kavuşmak ister. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in ifâdesiyle
“..mü’mine ölüm gelince, Allah’ın rızası ve ikramıyla müjdelenir. Önünde ölümden başka daha sevgili bir şey yoktur.. Mü’min Allah’a kavuşmayı sever, Allah da ona kavuşmayı sever. ..kâfir ise ölümden hoşlanmaz…” (Buhârî, Rikâk 41).
Ölüm bir terhistir. Bu dünyadan gitmek, öbür âleme geçiş için olması gereken yolculuktur. Ölüm bir pasaporttur. Almak zorunda olduğumuz, yaşamak zorunda kaldığımız gerçektir. Peygamberimiz ölümü hatırlamamızı ve hatırdan hiç çıkarmamamızı istemektedir. “Lezzetlerin, tatların yıkıcısı olan ölümü çokça anın.”, “Sizden hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan ötürü ölümü asla temenni etmesin. Şayet ölümü istercesine olağanüstü bir darlıkta kalırsa, o zaman şöyle desin: Allah’ım! benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, benim için ölüm hayırlı olduğu vakit de beni öldür” (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet 26; Zühd 4).
Âlimler, bu hadis-i şerife dayanarak, ölümü temenni etmenin mekruh olduğunu beyan etmişlerdir. Ölümü temenni etmek nasıl yasaksa, her ne şekilde olursa olsun intihar etmek de kesinlikle haramdır.
“Her kim bir uçurumdan aşağı atlarsa, Cehennem ateşinde daimi sûrette kendini yüksekten aşağı bırakır. Kim, zehir içer de canına kıyarsa, elinde zehir içer bir halde ebedî olarak Cehennemde azab olunacaktır. Her kim de, kendini herhangi bir demir parçası (bıçak, vs.) ile öldürürse, o da, bıçağı elinde karnına vurarak aynı sûrette Cehennemde azab olunacaktır.” (Tirmizî, Tıb 7).
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir hastalığın-da amcası Hz. Abbas’ı ziyarete gittiklerinde, amcasının ha-linden şikayetçi olduğunu ve ölümü temenni ettiğini görünce “Ey amcacığım, ölümü temennî etme! Çünkü sen iyilerden isen (yaşarsan), iyiliğin üzerine iyilik artırırsın ki, bu senin için hayırlı olur. Eğer günahkâr isen, o zaman da ölümün geciktirilmekle affedilmeyi istersin, günahlarından tevbe edersin ki, bu da senin için hayırlıdır.” (Buhârî, Temenni 6) buyurdu.
Allah’ın yersiz ve manasız bir şey yapmayacağına gönülden inanan bir mü’mine düşen, mütevekkil bir edâ ile boyun büküp kadere razı olmaktır. Başa gelen bir sıkıntıya katlanamayıp ölümü istemek, kadere bir nevi itiraz anlamı taşır. Ömür bir fırsattır, hayatın uzun ve amellerin iyi olması daha hayırlıdır. “Ömrü uzun ve ameli güzel olana ne mutlu!” (Tirmizî, Zühd 21, 22).
Ölüye ağlamaya gelince; Ölüm önemli bir hâdisedir. Bu hâdise sebebiyle insanın hüzünlenmesi, kederli bir hâl alması normaldir. Hatta açığa vurup sessizce ağlaması ve gözyaşı dökmesinde bir sakınca yoktur. Peygamberimiz de oğlu İbra-him’in, kızının, ve kızının çocuğunun vefâtlarında ve as-habtan Sa’d b. Ubâde’nin (v.15/636) hastalığında, bizzat gözlerinden yaşlar akıtarak ağlamış; kendisine, ağlamayı yasakladıkları hatırlatılınca, bunun yasak olan ağlama şekli olmayıp, gözyaşı dökmekle Allah’ın azap etmeyeceğini, ancak mübârek diline işâret ederek onunla azab edeceğini belirtmiş ve “Muhakkak ki ölü, ehlinin üzerine bağırıp çağırmasıyla azap duyar” buyurmuştur. (Buhârî, Cenâiz 43).
Ölüye sessiz ağlamanın câiz ve mübah olduğu açıktır. Yüksek sesle ve bağırarak ağlamak ise, Hanefî ve Mâlikî mezheplerine göre haramdır; Şafiî ve Hanbelî mezhebi ise yüksek sesle ağlamayı mübah görmüşler, ancak cahiliyye de olduğu gibi ölünün birtakım iyiliklerini sayıp dökerek, vay benim yiğidim, arslanım, evimin direği… gibi sözlerle bağırıp ağlamak, saçını başını yolmak, başına, yüzüne veya dizine vurmak, elbiselerini yırtmak câiz değil, haramdır, demişlerdir.
Bir yakınını ve sevdiği kişileri kaybedenlerin, eğer güçleri yetiyorsa sabretmeleri ve ağlamamaları en iyi harekettir. Sabredildiği takdirde karşılığının Cennet olduğu bildirilmiştir. Buna güç yetiremeyenlerin, sessizce ağlamaları ve gözden yaş akıtmaları câizdir. Ama ölünün birtakım iyiliklerini ve hayatta yaptığı işleri sayıp dökerek ve ağıtlar düzerek ağlamak, kesinlikle haram ve yasaktır. “Benim çocuğumu, benim kocamı, benim babamı Allah niçin aldı? Başkasının canını alsaydı, başkasını öldürseydi ya…” gibi ifadeler, bu sözleri sarf ederek ağlama ve sızlanmalar bir nevi kadere itiraz manasını içereceğinden Rasûlullah tarafından mahzurlu görülmüştür, Rasûlulallah (sallallahu aleyhi ve sellem), oğlu küçük İbrahim’in vefâtında gözlerinden yaşlar akıtmış, “..göz ağlar, kalp üzülür, Rabbimizin razı olmayacağı söz söylemeyiz” (Bkz. Buhârî, Cenâiz 32, 42, 43) buyurmuştur.
Kaynak: Osman Oral, 100 Soruda Ahiret Hayatı