Değerli kardeşimiz,
İslâm’da âhiret gününe inanmak, imânın bir rüknü, inancın bir parçasıdır. Âhirete imân etmeyen, gerçek mü’min olamaz. Kur’ân’da mü’minin özellikleri sayılırken “(Onlar) namaz kılan, zekât veren ve Âhirete de kesinlikle inanan (mü’minlerdir)”(Bakara, 2/4; Neml, 27/3) buyrulur. Âhirete inanmanın insan için önemi büyüktür. Bu sebeple Kur’ân’da Âhiret hayatı çokça zikredilmekte, bazan delil ve hüccetlerle, bazan de misaller verilmek ve tasvirler yapılmak sûretiyle, âhiret, insan zihnine iyice yerleştirilmeye çalışılmaktadır. “Ben neyim? Nereden, niçin geldim? Ne olacağım?” gibi sorulara âhirete imân sayesinde cevap bulunabilmektedir. Nereden gelip nereye gideceğini bilen insan, gelecek hakkındaki endişelerden kurtulur, gayesini belirler. Dünya hayatı anlam kazanır.
Sizi boş yere yarattığımız ve bize döndürülme-yeceğinizi mi sandınız? (Müminun, 23/115),
Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölü idiniz sizi O diriltti. Sonra öldürecek, sonra tekrar (haşir için) diriltecek ve sonunda O’na döneceksiniz. (Bakara, 2/8),
Kim Allah’ı, meleklerini, Kitaplarını, Peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, mutlaka haktan çok uzak, derin bir sapıklığa sapmıştır. (Nisa, 4/136),
Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. (A’raf, 7/147)
Âhirete inanmayan, bu inanca sahip olmayan huzursuz olur; dünyasını Cennet yapar ama mutlu olamaz, hem dün-yasını hem âhiretini berbat eder. Dünya ve Âhiret birbirine bağlıdır. Dünya, âhiretin tarlası yani âhiret için olduğu gibi âhiret de bu dünyanın nizam ve düzeni içindir. Âhirete imân, dünya ve dünya üzerindeki muamelelerin ıslahı ile âhiretin kazanılmasını içine alan bir esastır. Denebilir ki, İslâm dini bu dünya için gelmiştir. Bu dünyada mutlu olamayan âhiretini de berbat etmiş demektir.
Âhirette kâinatın yaratıcısı önünde hesap verme duygusu, toplumda; fenalıkları, fitne ve fesadı, zulüm, cinâyet ve haksız-lıkları önleyen âmildir. Âhirete imânı olanın ölüm korkusu yoktur. Çünkü o, insanın bu dünyaya, geçici zevkler peşinde koşarak ebedî hayat hazırlığını unutmak için değil, ebedî saa-deti kazanmak için geldiğini bilmektedir.
Bu dünyada, uyuduğumuzda gördüğümüz rüyâlar, bir çeşit bizi âhiret hayatına götürür. Kur’ân-ı Kerîm birçok âyetlerinde, görülen rüyâları anlatmakta, sahih hadis kitaplarında, görülen rüyâlar, bazen bizzat Hz. Peygamber tarafından da yorumlanmaktadır. Hatta âlemleri çınlatan Ezân-ı Muhammedî, rüya ile olmuştur. Bir-iki saniyede gördüğümüz rüyâyı, akşam yattığımızdan beri gördüğümüzü sanırız. Korkulu rüya gördüğümüzde, uyanır uyanmaz, “İyi ki rüyâ imiş!” deriz. Ve gördüğümüz rüyâyı birkaç saat sonra unuturuz. Ayrıntıları çok az hatırlayabiliriz. İşte ölüm de dünya rüyâsından bir nevi uyanıştır. Rüyâyı hatırlayamadığımız gibi, ölünce de dünyamızı hatırlayamayız. Kirâmen Kâtibin melekleri bize dünya hayatını hatırlatmaya çalışır.
Cehennemlikler, ebedî olarak Ateş’in lezzeti içindedirler. Esasen ızdıraplarla ve yoksullukla hırpalandığı halde, rüyasında mutluluk içinde ve zengin olduğunu gören bir insanın durumu bununla kıyaslanabilir. Sert yatak, hastalık, ağrılar, fakirlik ve yaralar içinde uyuyan bir kimseyi değerlendirirsen “O azâptadır” dersin. (Bkz. Salih, Subhî, Ölümden Sonra Diriliş, s. 9).
Cehenneme girenlerin durumu da böyledir. Çünkü zaman kavramı, dünya hayatına âit bir mahlûktur. Zaman, mü’min için ayrı, kâfir için ayrıdır. (Bkz. Hac, 22/47); Mü’min için bir gün bin yıl gibi uzarken, kâfir için elli bin yıl gibi uzayacaktır. (Bkz. Secde, 32/5)
Âhirete inanan kimse, iyi amellerle ebedî saadete kavuşacağını bildiğinden ibadetlerinden haz duyar. Âhiret inancı gençlere şu telkini vererek aklını başlarına getirir: “Cehennem var, sarhoşluğu bırak.” Âhirete inanan yaşlı Müslümanlara; Merak etmeyiniz, sizin ebedî bir gençliğiniz var; gelecek ve sizi bekliyor, iyilikleriniz muhafaza edilmiş, mükâfatlarını görecek-siniz. Kaybettiğiniz evlâd ve akrabalarınızla sevinçlerle görüşeceksiniz, diye teselli verir.
Kaynak: Osman Oral, 100 Soruda Ahiret İnancı
Selametle kalınız.