İçindekiler
Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Düşmanlarına Merhameti
Kur’ân’ın birçok âyetinde affedici olmak teşvik edilmiş ve insanları affedenlerin büyük ecir ve mükâfata erişecekleri bildirilmiştir. Kur’ân’ın canlı örneği olan Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de hayatı boyunca insanları affetmeyi kendisine şiar edinmiştir. Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), insanlar içinde en çok eziyet çekenlerden, en çok hakarete ve haksızlığa uğrayanlardan olmasına rağmen, en çok affeden ve merhamet edenlerdendir. Böyle olması çok normal, çünkü Rabbi O’nu, ilâhî rahmetin bir tecellisi olarak, bütün âlemlere rahmet olarak göndermiş ve “Seni âlemlere, ancak ve ancak bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.) buyurmuştur. Nasıl Allah’ın diğer bir rahmeti olan yağmur, herkesin bağına, tarlasına, bahçesine, yağıyor; onların azgınlıklarını görmüyorsa O da, herkese, hatta en sevdiklerini öldürenlere karşı bile affı ve merhameti sunuyordu. O’nun bütün hayatı rahmet ve merhamet örnekleriyle doludur. Çünkü O, rahmetin tâ kendisidir. Kendisine ve arkadaşlarına dinlerinden ötürü en zalimce ve kötü davranışlarda bulunan düşmanlarına beddua etmesi istendiğinde onların doğru yolu bulabilmeleri için ellerini açıp onlara dua etmiştir.
O’nun düşmanlarına dahi engin şefkatini, sınırsız merhametini gösteren birçok olay mevcuttur. Burada sadece birini izah etmekle yetinelim.
Bir gün, İslâm’ı yaymak ve davasını anlatmak için, azatlı kölesi Zeyd ile Mekke’nin yakınındaki Tâif’e gitmişti. Tâifliler, Peygamber Efendimiz’i (sallallahü aleyhi ve sellem) çok çirkin bir şekilde karşıladılar. Oranın ileri gelenlerinden Amr b. Umeyr oğulları, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile alay ettiler. Onlardan biri: “Allah, peygamber olarak gönderecek Senden başka birini bulamadı mı?” derken, diğeri: “Vallahi ben Seninle kesinlikle konuşmam. Çünkü Sen gerçekten peygambersen, sana hitap edemeyeceğim kadar benden yücesin. Eğer Allah adına yalan söylüyorsan, yani olmadığın halde peygamber olduğunu söylüyorsan, Seninle konuşmayı kendime yakıştıramam.” diyordu. Bununla da kalmadılar… Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), onların Mekke kâfirlerinden farklı olmadığını anlayıp geri dönerken, elleri titremeden çocuklara ve kölelere, üç mil (5 km) boyunca O âlemlere rahmet vesilesini taşlattırdılar, her tarafını kan revan içinde bıraktılar. Yorulup oturdukça, taşlayarak, yola devama mecbur bıraktılar. Ayakkabısı kanla dolmuş iken gelip, “Ey Allah’ın Resulü, beni Rabbin gönderdi, emrindeyim, istersen bunları şehirleriyle birlikte tarumar edeyim.” diyen Cebrail’e (a.s) “Hayır, Ey Cebrail! Ben insanları helâk etmek için değil, helâkten kurtarmak için geldim. Olur ki bunların neslinden zamanla bir tek de olsa Müslüman çıkar.” cevabını verdi ve Rabbine ellerini açıp, “Ey Rabbim! Sen bunlara hidayet eyle. Onlar bilmiyorlar, onun için böyle yapıyorlar.” diye dua etti. (Buharî, Enbiya, 54; Müslim, Cihad, 104, 105; Ahmed b.Hanbel, age., I, 380.) Bu rahmet değil de nedir?
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), insanlar aleyhine söz söylemekten kaçınmış, intikamcılığı sevmemiş, aksine hep affetmekten yana olmuştur. Allah’ın Resulü, Kur’ân’ın emrine uyarak kötülükleri iyilikle defederdi.
Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Münafıklara Merhameti
Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) temsil ettiği rahmet, sadece belli insanlara ve belli gruplara yönelik değildir. Yani o, müminler için rahmet olduğu gibi münafıklar için de rahmetti. Münafıklar, onun engin hoşgörüsü ve rahmeti sayesinde dünyada ceza görmemişlerdir. Camiye gelmişler, Müslümanların içinde dolaşmışlar ve Müslümanların istifade ettiği bütün haklardan istifade etmişlerdir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kimlerin münafık olduğunu bildiği hâlde onları açığa vurmamıştır. Hâlbuki onların iç yüzünü çok iyi biliyordu. Hattâ bunları Huzeyfe’ye (r.a) söylemişti. Rivayete göre bundan dolayı da Hz. Ömer, Huzeyfe’yi takip eder, onun kılmadığı cenaze namazını o da kılmazdı. (İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, I, 468.)
Münafıklara herhangi bir baskı ve menfî mânâda bir ayrımcılık uygulanmadığı gibi, onlar, Müslümanların yararlandığı haklardan da yararlanmışlardır. Hep müminler arasında bulunmuşlar böylece mutlak küfürleri en azından şüpheye tereddüde dönüşmüştür. Böylece dünya zevkleri de bütün bütün acılaşmamıştır. Zîrâ yok olup gideceğine inanan bir insanın dünyadan lezzet alması mümkün değildir. Ama belki âhiret vardır, diyecek kadar, küfürleri şüpheye bürününce, ihtimal, hayat o zaman bütün bütün acılaşmaz. İşte bu yönüyle, Allah Resulü, münafıklara da bir ölçüde rahmet olmuştur.
Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Kâfirlere Merhameti
Efendimiz’in insanlara olan rahmeti öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, kendisini inkâr eden kâfirlerin hidayete ermeleri için olanca gayretini sarf etmiştir. Nitekim Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmuştur: “Bu söze (Kur’ân’a) inanmıyorlar diye neredeyse kendini telef edip bitireceksin.” (Şuarâ, 26/3; Kehf, 18/6.)
Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün bu gayret ve çabasına rağmen Kureyş müşrikleri ona iman etmemişler. Hattâ ona ağır hakaretlerde bulunmuşlar, akla hayale gelmeyecek eziyetler etmişlerdir. Sonunda Hz. Peygamber, memleketinden hicret etmek zorunda kalmıştır. Kâfirler, Efendimiz’e yaptıkları bütün bu kötü muamelelere rağmen, rahmet peygamberi Hz. Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) rahmetinden yararlanmışlardır.
Allah Teâlâ, önceki milletleri, gönderdiği peygamberlere isyan ve küfürleri sebebiyle bir kısmını maymuna dönüştürerek, bir kısmının üzerine gökten taş yağdırarak afetlere uğratmış böylece helâk etmiştir. Ama Hz. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderildikten sonra herhangi bir milleti veya topluluğu geçmiş ümmetlerin uğradıkları cezaya uğratarak helâk etmemiştir. Böylece kâfirler, Hz. Peygamber’in rahmet ve merhameti sayesinde, toptan helâk olma azabından kurtulmuşlardır. İşte bu da onlar için dünyada büyük bir rahmettir. Nitekim bu konuda Yüce Allah, Resulü’ne hitaben şöyle buyurmuştur:
“Sen onların içlerinde bulunduğun halde, Allah onlara azap edecek değildir. Ve onlar, mağfiret dilerken de Allah onlara azap edecek değildir.” (Enfal, 8/33)
Taberî’nin ifade ettiği gibi Hz. Peygamber’in kâfirler için rahmet olması, sadece dünya hayatında söz konusudur.
Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) kâfir ve müşriklere rahmet ve merhametini şu hâdise çok güzel bir şekilde açıklamaktadır:
Mekke fethedilmişti. Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir fâtih olarak Mekke şehrine girdiğinde, kendisine onca zulüm ve işkenceyi reva gören, memleketini kendisine dar eden kişilerle karşı karşıyadır. Herkes ne olacağını merakla beklerken iki cihanın efendisi, karşısındakilere şöyle seslenmiştir:
– “Ey Kureyş! Size ne yapmamı beklersiniz?”
– Hayır umarız, zira Sen kerim olan bir kardeşsin ve kerem sahibi kardeşimizin de oğlusun.
– Bunun üzerine o yüce Peygamber onlara şöyle buyurdu:
– “Bugün hiçbiriniz, eski yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekilmeyeceksiniz. Haydi, gidiniz, hepiniz serbestsiniz. Bugün size kınama yoktur.”
Aslında o gün, isteseydi hepsini kılıçtan geçirtebilirdi ama rahmet ve merhameti buna engel oldu.