Bütün bir sene Kur’ân’dan uzak kalmış olanlar bile Ramazan’ın nurefşân ikliminde ciddi bir susamışlık içinde Kelam-ı ilâhîden kevser yudumlamaya koşarlar. Bunun en önemli vesilelerinden biri de bu gufran ayında, yaygın olarak her yerde yapılan mukabelelerdir.
Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiği şekilde korunması ve âyet ve sûrelerin tertibinin doğru olarak tespit edilmesi için Cibrîl (aleyhisselâm) her sene Ramazan ayında –bir rivayete göre Ramazan ayının her gecesinde– Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelir; Allah Resûlü (aleyhi ekmelüttehâya) Kur’ân âyetlerini Hazreti Cibrîl’e okur ve sonra da onun okuyuşunu dinlerdi.
İşte Kâinatın İftihar Tablosu ile Cibrîl-i Emin’in Kur’ân-ı Kerim’i bu şekilde karşılıklı olarak okumalarına “mukabele” denilmiştir. Hem o mukaddes hatıraya saygının bir tezahürü olarak hem de Kur’ân’ın Ramazan’da nazil olması ve özellikle bu ayda Kur’ân okumanın kat be kat fazla mükâfatlandırılacağının müjdelenmesi sebebiyle mü’minler Ramazan boyunca camilerde ve evlerde “mukabele” okumayı ve hatimler yapmayı âdet hâline getirmişlerdir.
Selef-i salihîn efendilerimiz Kur’ân’ı her ay bir defa hatmetmeyi ona karşı vefanın alt sınırı kabul etmiş; ayda bir kez bitirmeyenin ona karşı vefalı davranmamış ve onu terk etmiş sayılacağını belirtmişlerdir. Bu açıdan Ramazan’ın mübarek günlerini değerlendirerek ayda en azından bir defa Kur’ân’ı hatmetmeye kendimizi alıştıralım ki bu bizim için bir başlangıç olsun ve Ramazan-ı Şerif’ten sonraki aylarda da kelam-ı ilâhîye karşı vefalı olabilelim.
Aslında bilmeyenler her zaman onu öğrenme ve anlama peşinde olmalı, bilenler de bütün idrak ve ihsas güçlerini onu doğru öğretip doğru ifade etmede kullanmalı ve onun okunup anlaşılmasını daha yaygın hâle getirmelidirler. Zira o, anlaşılmak ve anlatılmak için Allah rahmetinin insan akıl ve idrakine en büyük armağanıdır. Onu okumayı öğrenip mânâsını anlamak hem bir vazife hem de bir kadirşinaslık; anlatmaksa onun nuruna muhtaç gönüllere saygı ve vefanın ifadesidir.
Bu itibarla Kur’ân okumayı bilmiyorsak, Ramazan-ı Şerif’i vesile yaparak hemen onu öğrenme yolları arayalım. Kelâm-ı ilâhîyi okuyabiliyor ama anlayamıyorsak, bazı âyetlerin şerhlerini de ihtiva eden bir meale başvuralım ya da daha güzeli istifade edebileceğimiz bir tefsir kitabı mütalaa etmeye çalışalım. Böylece bu bir ayı gerçekten Kur’ân ayı olarak değerlendirmiş olabiliriz. Mesela, bir sayfa Kur’ân-ı Kerim okurken bir sayfa da onun açıklamalı meali okunabilir. Bunu, günün değişik dilimlerine paylaştırarak yapmak da mümkündür. Mesela öğle, ikindi ve teravihte olmak üzere toplam üç fasılda bir cüz okunabilir. Evet, hiç olmazsa onun bu ölçüde hakkını vermeye çalışmalıyız. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de bizden ne istiyor? Makâsıd-ı sübhâniyesi nedir? Onları görme adına can u gönülden Kur’ân’a yönelmeli, Allah kelâmına karşı kalb kapılarımızı sonuna kadar açmalı ve “Cenâb-ı Hakk’ın razı olduğu şeyleri kelâmından anlama” hususunda Ramazan’ın kudsiyetine yaraşır bir gayret ortaya koymalıyız.
Kur’ân-ı Azimüşşan Hakkı Verilerek Okunmalı
Kur’ân okurken kelimeleri doğru telaffuz etmek çok önemlidir. İnsan, doğru öğrendiği hâlde bilmeyerek yanlış okuyor olabilir. Allah bundan dolayı –inşâallah– onu sorumlu tutmaz. Ancak doğru okumak biraz gayretle mümkünken, bu işe hakettiği önemi vermeyip lakayt ve laubali kalmak, Kur’ân-ı Kerim’e karşı saygısızlıktır. Mü’min, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân’ı, en doğru şekilde, en saygılı bir eda ve ruh hâletiyle, saygı dolu his ve nağmelerle okumaya çalışmalıdır.
Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem),
إِنَّ الْمُصَلِّي يُنَاجِي رَبَّهُ، فَلْيَنْظُرْ بِمَا يُنَاجِيهِ بِهِ، وَلا يَجْهَرْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ بِالْقُرْآنِ
“Kişi, namazda (Kur’ân okumak suretiyle) Rabbi’ne münacatta bulunur, O’na içini döker (tabir caizse O’nunla fısıldaşır). Dolayısıyla bunu nasıl yaptığına dikkat etsin. Birbirinize karşı bağıra bağıra Kur’ân okumayın.” buyurmaktadır. (Muvatta, salât 264; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/ 67, 4/344; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 5/41.)
Kur’ân okurken Allah ile konuştuğunun şuurunda olan bir insan mutlaka kendine çeki-düzen verecektir. Âdeta komutanı karşısında emir tekrarı yapan asker gibi, kelimesi kelimesine ve her kelimenin ruhî seviyesine göre üzerine basa basa, onlardan zevk duya duya ve o kelimeleri içiyor gibi eda edeceği bir Kur’ân tilâveti, Kur’ân’a ve Sahib-i Kur’ân’a karşı saygısının ifadesidir.
Kur’ân kıraatinde eksikleri olan bir mü’min, fırsatları değerlendirmeli, bir bilenin huzurunda Kur’ân’ı doğru telaffuz edebilecek şekilde öğrenmeli ve namazlarını bol bol Kur’ân kıraat ederek eda etmelidir.
Evet, Kur’ân, Allah kelâmı olarak okunmalıdır. Mevlâna İkbal bu hususu hayatından bir örnekle ne güzel anlatır: “Ben sık sık Kur’ân okurdum. Buna rağmen babam her defasında bana ‘Oğlum, Kur’ân oku!’ derdi. Bir gün canıma tak etti ve babama, ‘Baba, ben hiç elimden bırakmıyorum ki bu mübarek kelâmı.’ dedim. Bunun üzerine babam bana şöyle dedi: ‘Oğlum! Allah’ın, şerefli elçisi Hazreti Muhammed’e indirdiği Kur’ân’ı, Hazreti Muhammed’e inmiş bir Kur’ân olarak okuma. Kur’ân’ı, doğrudan doğruya Mütekellim-i Ezelî’den (celle celâlühü) dinliyor gibi oku! Yani sana söylediği şeyleri, emri tekrar ediyor mahiyetinde dön Allah’a karşı tekrar et ve öyle oku!’” Kur’ân işte böyle okunmalıdır.
Hazreti Bediüzzaman da Kur’ân’ı, Allah’tan veya Cibrîl-i Emîn’den ya da Hazreti Sadık u Masduk’tan dinliyor gibi okumak gerektiğinden bahseder.[1]Bkz.: Bediüzzaman, Mektubat, s.451 (Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Nükte). Kur’ân’ı, doğrudan Mütekellim-i Ezelî’den inmiş olduğunu hissederek okumak ve dinlemek çok ciddi bir meseledir. Kur’ân’a karşı bu hisleri taşıyan bir insan, onun bir kelimesini duyduğunda, on defa aklında evirip çevirir, sonra da o kelimeyi beyninin bütün nöronlarına emanet eder. Kortekse, “Sen biraz bekle, ben yeniden sana müracaat edeceğim.” der. Bir dosyayı karıştırıyor veya kurcalıyor gibi onu alıp bir kere daha baştan sona kadar gözden geçirir. Kur’ân’a bu nazarla bakıldığında, hayatın ferdî, ailevî, içtimaî ve kültürel bütün alanlarıyla alâkalı problemlerimizi ve çözüm yollarını onun içinde bulmak mümkün olacaktır.
Bir kere daha arz etmeliyim ki Kur’ân, dikkatle, muhtevasına inilerek ve Allah kelâmı olduğu şuuruyla, tadı dudağımızda bir burukluk, içimizde bir ürperti hâsıl edecek şekilde okunmalıdır. Nitekim Hazreti Muhbir-i Sadık,
إِنَّ هذا الْقُرْآنَ نَزَلَ بِحُزْنٍ فإذا قَرَأْتُمُوهُ فَابْكُوا فَإِنْ لم تَبْكُوا فَتَبَاكَوْا
“Kur’ân hüzünle inmiştir. Bu sebeple Kur’ân okurken ağlayın. Ağlayamıyorsanız, kendinizi ağlamaya zorlayın.”[2]et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 3/193. Yakın mânâdaki hadis için bkz.: İbn Mâce, ikâmet 176; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 2/50. buyurmaktadır.
Kur’ân, dertli insanın veya çölde yalnız yürüyen sahipsiz birinin, Rabbine teveccüh ve O’na iç dökmesinin nağmeleri gibidir. Dertli gönüllere dost olsun diye gönderilen bu kitap, hüzünle inmiştir ve onu hüzünle okumak gerekir. Ne var ki bu da vicdanların onu duymasına vâbeste bir hâldir. Ölmüş gönüllerin bundan anlayacağı bir mânâ yoktur.
Kaynak: Gufranla Tüllenen İbadet: Oruç, “Ramazan Ayının Değerlendirilmesi”
Dipnotlar