Hz. Peygamberin, nübüvvet öncesi seyahatlerinde, ehl-i kitaptan bazı kimselerle görüştüğüne dair kaynaklarda bazı bilgileri bulmamız mümkündür. Resûlullah’ın 1. ve 2. Şam seyahatlerinde, Yemen’e yapmış olduğu seyahatlerde, Doğu Arabistan ve Yemen seyahatinde ehl-i kitaptan bazı kimselerle görüştüğü belirtilmekle birlikte, bunların bir bilgi alışverişi veya uzun bir sohbet şeklinde olmadığı, sadece birer tesadüfî görüşmeden ibaret kaldığı da bir gerçektir. Bu seyahatler incelendiğinde görülecektir ki, Hz. Peygamber onlardan hiçbir dinî mesele sormamış, onlarla gizli kapılar arkasında görüşmemiştir.
Bütün insanlığa peygamber olarak gönderilen Resûlullah’ın, ehl-i kitapla olan münasebetlerini Kur’ân ayetlerinden takip ettiğimiz zaman, ilk gözümüze çarpan şey, onların tevhid anlayışlarının bozukluğuna dikkatlerin çekilmesidir. Kur’ân, onların bu yanlış anlayışlarını ortaya koyduktan sonra, onları tevhid dinine davet etmiş ve birleşecekleri noktayı belirtmiştir.
Onlar, Resûlullah’a inanmadıkları gibi, inananların da kafasını karıştırmaya çalışıyor ve onları imanlarından vazgeçirmeye gayret sarfediyorlardı. Yahudiler, Resûlullah henüz Mekke’deyken, müşriklerle beraber oluyor ve Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) sorulmak üzere, onlara değişik sorular veriyor, bununla da güya Resûlullah’ı zor durumda bırakmayı planlıyorlardı.
Yahudilerin Resûlullah’a kurmaya çalıştıkları tuzaklardan birisi, onu hak ve adaletten ayırıp yanlış bir hüküm vermeye yönlendirmeleriydi. Böylelikle, insanların ona karşı olan güvenlerini sarsmayı ve emellerine nail olmayı düşünüyorlardı.
Yahudiler ilk zamanlarda en azından Resûlullah’ın karşısında terbiyeli bir şekilde onunla tartışıyor ve ona karşı inkârcı bir tutum içine girmiş olsalar bile, ahlâk sınırlarını aşan bayağı davranışlara ve tutumlara teşebbüs etmiyorlardı. Ancak daha sonraları bu tutumları değişti. Bu tutumlarını bırakarak saldırıya geçtiler. Onunla alay etmeye ve ahlâksızca eylemlere girişmeye başladılar.
Yahudiler, Resûlullah’ın Medine’ye yerleşmesini bir türlü hazmedemiyor ve onu oradan çıkarmak veya yok etmek için her türlü yola başvurmadan geri durmuyorlardı. müslümanlarla başkaları bir savaşa tutuşacak olsa, hemen karşı tarafın yanında yer alıp, inananların karşısında yer alıyorlardı. Kur’ân’ın bildirdiğine göre, onların bu tutumlarını sergiledikleri yerlerden birisi de, Hendek Savaşı’nın cereyan ettiği zamandır.
Sıklaşan ve çekilmez bir hâle gelen komplolardan sonra Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yahudi gruplarının üzerine yürüyerek onların bu kötülüklerinin önüne geçmiş, bazılarını da beldelerinden sürüp çıkarmıştır.
Hz. Peygamber, bütün insanlarla olduğu gibi yahudilerle de iyi ilişkiler içerisinde olmaya çalışmış, onlara yumuşak davranmış, onları dinlerinde ve hayatlarında serbest bırakmıştır. Ancak onlar, bütün bu iyi niyetlere ve güzel davranışlara iyilikle karşılık verecekleri yerde, her fırsata Resûlullah’ın ve inananların kuyusunu kazmaya çalışmışlar, düşmanla işbirliği yapmışlar ve daha da acısı Resûlullah’ı ortadan kaldırmayı bile düşünmüşlerdir. Onların yola gelmediğini, uslanmadıklarını ve her geçen gün iyice çığırdan çıkdıklarını gören Allah Resûlü de, sonunda onlara gerekli karşılığı vermiş ve yapılması gerekeni yapmıştır.
Hrıstiyanlara gelince, Hz. Peygamber, yahudileri olduğu gibi, onları da İslâm’a davet etmiş, onlarla iyi ilişkiler içerisinde olmaya çalışmıştır. Onlardan bazıları bu davete sıcak bakmış, müslümanlığı kabul etmiş; bazıları da kabul etmeyerek, düşmanlık içinde olmuşlardır. Resûlullah yalnızca beraber yaşadığı Hrıstiyanları değil, diğer ülkelerde bulunanları da davetine katmış, onlara elçiler göndererek İslâm’a girmelerini istemiştir. Bunlardan da bazıları bunu kabul ederek müslüman olmuş, bazıları da bunda direnmişlerdir. Fakat sonunda İslâm, bütün bir Arap yarımadasını etkisi altına almış ve hâkimiyetini ilan etmiştir.
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz