İçindekiler
Kainatın İftihar Tablosu Efendimiz Hazreti Muhammed’e (aleyhissalâtü vesselam) salavât-ı şerife getirmek sayısız faziletleri bulunan ve uhrevî-dünyevi pek çok murad ve maksada ermeye vesile olan güzel amellerin başında gelmektedir.
Her şeyden önce Kur’ân-ı Hakîm’de,
“Muhakkak ki, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ve cümle melekleri, Nebiy-yi Zîşân üzerine salât ederler. Ey iman şerefiyle müşerref olan müminler! Siz de O’na salât ve selam ediniz” (Ahzâb, 33/56.)
buyurulmuştur.
İkinci olarak, ashâb-ı kirâm efendilerimizden bazıları Resûl-ü Müctebâ (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimize,
“Biz, Senin üzerine nasıl salavât-ı şerife getirelim” diye sorduklarında Efendimiz (aleyhi elfü elfi salâtin ve selam), “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed… deyiniz” (Tirmizi, Vitr 20.)
buyurmuştur. İşte o gün bugün ashabı ve ümmeti, O Efendiler Efendisi’ni, “Allahümme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin…” diyerek Salli-Bârik dualarıyla sabah akşam, gece gündüz anmaya devam etmekte, O’na sadâkat ve vefalarını, teşekkür ve medyuniyetlerini tazelemektedirler.
Aşere-i Mübeşşere’den Talha ibn-i Ubeydullah’ın (radıyallahü anh) rivayetine göre, Resûl-i Ekrem (aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât) Efendimiz bir gün sürur dolu olarak, “Rabbimden bana şöyle bir şey geldi: Ümmetinden kim sana bir defa salât ü selamda bulunursa, Cenab-ı Allah ona on hasene lütfeder, on günahını siler, derecesini on kat yükseltir ve onun bir salâtına on salavât ile mukabelede bulunur” buyurmuştur. (Müsned, 4: 29.)
Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise Peygamberimiz (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Kıyamet gününde Müslümanların bana en yakın olanları, benim üzerime en çok salâvat getirenlerdir” buyurur. (Tirmizi, Vitr 21.)
Bunlardan başka bir bela, musibet veya hastalıkla imtihan edilen ya da bir zalimin zulmüne maruz kalan yahut haksız yere hapsedilen ve bunlar gibi herhangi bir sebepten dolayı gam ve tasa yükü altında kalan ve bu kederlerden kurtulmayı ümit eden mü’minlerin, Fahr-i Kâinat Efendimize daha çok salât ü selam getirmeleri ve bu salavât-ı şerifelerle muratlarına nâil olacaklarına işaret eden rivayetler de vardır.
Ezcümle, “Her kim bir ihtiyaç ve zaruretten dolayı bir darlığa düşerse, benim üzerime çokça salât ü selamda bulunsun. O salavât vesilesiyle Cenab-ı Hak, o kulunun tasa, gam ve kederlerini giderir, rızkını bollaştırır ve ihtiyaçlarını giderir” (Büstânü’l-Vâizîn ve Riyazu’s-Sâmiîn, s. 295.) mealindeki rivayet bunlardan birisidir.
Şüphesiz bu konuda nakledilen rivayetler pek çoktur. Bu rivayetlerin muhtevalarını özetleyecek olursak, salât ü selam her şeyden önce âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) karşı biz ümmetine bakan yönüyle bir vefa borcu, bir sadâkat beyanı, bir sevgi ve muhabbet ifadesidir. Salât ü selamlar mutlaka O’na ulaş(tırıl)ır.
Dualar, salât ü selamlar arasında kabule daha da karîn olurlar. Salât ü Selam, rahmet-i Rahman’a mazhariyetin ve Resûl-i Ekrem Efendimize yakınlığın en başta gelen vesilelerinden biridir. Mübarek ismi zikredildiğinde salât ü selam getirmemek de en büyük cimriliktir.
İşte bütün bu ve benzeri hususlar, baştan bu yana Allah dostlarının gönül gözlerini salavât-ı şerifelere çevirmiş, onlar da Kur’ân ve Sünnet’ten aldıkları ilhamları değerlendirerek sayısız salât ü selamlarla Efendiler Efendisi’ne teveccühte bulunmuşlardır.
Nitekim bugün elimizde bu salât ü selamları biraraya getiren pek çok salavât mecmuası bulunmaktadır. Ehl-i keşif ve mükaşefeden bazıları bu salât ü selamların adedi ile ilgili olarak dört bin, on iki bin gibi rakamlar telaffuz etmişlerse de, İsmail Hakkı Bursevî hazretleri gibi bazı büyük zatlara göre salât ü selamlar sayılamayacak kadar çoktur.
Öteden beri salât ü selamlardan bazıları inananlar arasında diğerlerine göre daha fazla bilinmiş, manevî ve maddî te’sirleriyle –te’sir-i hakikinin, Müessir-i Hakiki olan Hazreti Allah’a ait olduğu hakikati mahfuz– daha ziyade tecrübe edilmiş, daha çok tekrar ve terdâd edilegelmiş ve tavsiye ve teşvike mazhar olmuş, böylece de inananlar nezdinde daha büyük alâka ve rağbet görmüştür. “Salli-Bârik” dualarının üstün konumları mahfuz, işte bu yüksek teveccühe mazhar olan salavâtın ilk sıralarında belki de hemen başında Salât-ı Tefrîciye gelmektedir.
Salât-ı Tefrîciye
Kelime anlamı itibariyle “fereç yani kurtuluş vesilesi salât ü selam” demek olan Salât-ı Tefrîciye’nin fazilet ve faydaları hakkında ehli tarafından risaleler kaleme alınmış, şartlarına riayet ederek okuyanların, Allah’ın inayet ve sıyanetiyle bela ve musibetlerden azâde kalacağı; düşmanların istilasından, zalimlerin zulmünden korunacağı ve geçim sıkıntısı çekmeyip bol rızka nâil olacağı gibi muştu edalı beyanlarda bulunulmuştur. Bu ölçüde matmah-ı nazar olan Salât-ı Tefrîciye’nin metni ve yaklaşık meali şöyledir:
Allahümme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihi’l-ukadü ve tenfericü bihi’l-kürabü ve tukdâ bihi’l-havâicü ve tünâlü bihi’r-regâibü ve hüsnü’l-havâtimi ve yüsteska’l-ğamâmü bi vechihi’l-kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihî fî küll-i lemhatin ve nefesin bi adedi küll-i ma’lûmin lek.
Allahım! İçinden çıkılmaz işlerin kendisiyle çözüme kavuştuğu, sıkıntıların dağıtıldığı, ihtiyaçların yerine getirildiği, isteklerin elde edildiği, güzel âkibetlere erişildiği ve O’nun kerîm yüzü suyu hürmetine buluttan yağmur indirilmesi için Allah’a yalvarılıp yakarıldığı Efendimiz Hazreti Muhammed’e, O’nun âl ve ashabına Senin malumatın adedince, en mükemmel bir salât ve tam bir selam ile her lahza ve her nefeste salât ü selam eyle.
İzmir müderrislerinden merhum Kasapzâde Osman Ferid’in, Nazillili Seyyid Muhammed Hakkı’nın (v. 1884) Hazînetü’l-Esrâr adlı eserinden istifade ederek kaleme aldığı Peygamber Efendimiz Üzerine Salavât-ı Şerîfe Getirmenin Dünyevî ve Uhrevî Fezâili İle Salât-ı Tefrîciye’nin Havâssını Mübeyyin Risâle’de (Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, 1322, s. 13–14.) İmam Kurtubî Hazretleri’nin “Salât-ı Tefrîciye” olarak isimlendirdiği bu kıymetli salât ü selamı –ki, Salât-ı Tefrîciye-i Kurtubiye diye de anılır– Mağrib yani Endülüs, Fas, Tunus ve Cezayir ulemasının, ateşin kuru otları yakmadaki sürati gibi, muradlarının çok çabuk bir şekilde gerçekleştiğini gördükleri için “Salât-i Nâriye”; sırlara ehil bazı kimselerin, şifaya vesile olması yönünü nazara alarak “Miftah-u Kenzi’l-Muhît (Âlemleri Kuşatan Hazinenin Anahtarı) diye isimlendirdiklerini söyler. Başka bazı kaynaklarda, “Salât-ı Nuraniye” diye de isimlendirilmiştir.
İmam Kurtubî Hazretleri Salât-ı Tefrîciye’nin hususiyet ve meziyetleri hakkında şunları buyurur:
Bir mü’min mühim bir işinin gerçekleşmesini ya da büyük bir belanın savulup gitmesini istediği vakit Salat-ı Tefrîciye’yi 4444 defa okursa, Allah Teâlâ, sonsuz hikmeti iktiza ederse, o mü’min kulunu muradına eriştirir ve dileğini gerçekleştirir.
Her gün 41 veya 100 defa o salât-ı şerifeyi okursa, Allah (azze ve celle) o kulunun kalbinden gam ve hüznü giderir. Dehrin elem veren hadiselerinden onu âzâde kılar. Zararları ondan def’ eder. Kapalı gibi görünen hayr u hasenât kapılarını onun için açar. İşlerini kolaylaştırıp rızkını genişletir. Halini güzelleştirir. Kalblerde onun için sevgi vaz’ eder ve sözünde te’sir yaratır. Hazreti İmam’a göre bütün bunlar, okumaya devam şartına bağlıdır. Hazinetü’l-Esrâr adlı eserde geçtiğine göre büyük Hadis âlimi İbn Hacer el-Askalânî hazretleri de 4444 sayısını Salât-ı Tefrîciye’nin tesirinde “iksir-i a’zam” olarak görmüştür.
Bu konuda ayrıca fütüvvet hareketinin ilk temsilcilerinden büyük sûfî İmam ed-Dîneverî’nin (v. 951),
- “Bir kimse Salât-ı Tefrîciye’yi beş vakit namazın peşinden on birer kere tekrar etmek suretiyle kendine vird edinirse, o kimsenin rızkı kesilmez, kendisi de yüksek mertebe ve geniş imkanlara nâil olur”;
- “Mürseller (alâ nebiyyina ve aleyhimüsselam) adedince günde 313 defa okursa manevi sırlar kendisine açılır”;
- Şeyh Muhammed Tunûsî’nin, “Bir kimse bu Salât-ı Tefrîciye’yi her gün 21 kere okursa sanki onun rızkı semadan iniyor ve arz onu yeşertip bitiriyor gibi olur”;
- Seyyid Muhammed Hakkı’nın, “Bir mü’min, Salât-ı Tefrîciye’yi günde 100 kere okumaya devam ederse matlubuna vâsıl ve ümit ettiği şeylere nâil olur” dediklerini de yine adı geçen risaleden öğrenmekteyiz.
Salât-ı Tefrîciye’nin faziletlerini anlatmak için kaleme alınan Merhum Osman Ferid’e ait risalede ayrıca Cezayir’in işgali sırasında idam edilmek üzere olan bir mahpusun bu salât ü selamı 4444 defa okuyup kurtulması; Aydın, İzmir, İstanbul ve etrafındaki beldelerde farklı kişilerin Salât-ı Tefrîciye okuyarak giriftar oldukları musibetlerden sıyrılmaları, sar’a ve görme kaybı gibi hastalıklarından şifa bulmaları; İzmir’in işgali sırasında ulemâ, meşâyih ve sulehâdan erkek ve kadınların Salât-ı Tefrîciye okumaya devam ettikleri ve nihayet düşmanın vatan topraklarından def’ edilmesi gibi müşahhas tecrübelere de yer verilmektedir.
Salât-ı Tefrîciye Okumanın Âdâbı
Cenab-ı Allah’a yapılan dua ve yakarışlarda, kendileriyle O Yüceler Yücesi’ne teveccüh edilen vird ve zikirlerde adâba riayet etmek, hem “edeb-i Hak, edeb-i tarîkat ve edeb-i hizmet” gibi açılardan, hem de duaların kabul görmesi zaviyesinden büyük önem arz etmektedir. Bu edep düsturları içerisinde huşû ve hudû, ihlas ve samimiyet, Eûzü-Besmele ile başlamak, başta ve sonda salât ü selam okumak ve kıbleye yönelmek gibi umumi bir kısım prensipler olduğu gibi, Allah dostlarının, ümit edilen neticenin gerçekleşmesi için bazı dua ve virdler hakkında hususi olarak vaz’ ve tespit etmiş oldukları bir takım usûl ve şartlar da vardır.
Mesela, yine bir salât ü selam olan Kaside-i Bürde’nin nasıl bir usûl ile okunacağına, hatta hangi beyitlerinin hangi tasanın izalesi yahut arzunun gerçekleşmesi için kaç defa tekrar edilmesi lazım geldiğine dair oluşmuş bir gelenek mevcuttur. Yine, Ahmed et-Ticanî hazretlerine ait El-Cevheratü’l-Kemâl isimli salât ü selam için tespit edilmiş âdâb da bu cümleden olarak düşünülebilir.
Bunlara kısaca temas ettikten sonra, Salât-ı Tefrîciye’yi okuma âdâbı hakkında yukarıda adı geçen risalede üzerinde durulan hususlara bakabiliriz:
Öncelikle okumaya başlamadan önce kişi beş, on ya da yirmi beş kere, “Estağfirullahe’l-Azîm ve etûbü ileyh / Yüceler Yücesi Allah’tan bağışlanmamı diler ve tevbemi kabul buyurmasını niyaz ederim” diyerek istiğfar ve tevbede bulunur.
İkinci olarak, Eûzü-Besmele ile başlayarak yukarıda meali geçen, Ahzâb sûre-i celîlesindeki Nebiy-yi Ekrem Efendimize salât ü selamı emir ve tavsiye buyuran âyet-i kerîmeyi okur.
Üçüncü olarak, Salât-ı Tefrîciye’yi hangi maksat yahut maksatlar için okuyacaksa, on(lar)a niyet eder. Mesela, “Ya Rabbî! Okuyacağım salât-ı şerife hürmetine muradımı hâsıl eyle” ya da “Şifa ihsan buyurup şu hastalıktan beni halâs eyle” veya “Fakirlikten, borçlardan kurtar” diyebilir.
Dördüncü olarak, okuduğu salavâtın sayısında yanılmamak için elinde tespih gibi bir şey ile okumaya başlar ve böylece gece gündüz okumaya devam eder. Sayıya riayet etmek, özellikle eksik bırakmamak gayet derecede önemlidir. Bununla beraber şu da bir hakikattir ki sayı tastamam olmadığı zaman okunan duanın bir anlam ifade etmediğini söylemek doğru değildir. Az da okunsa, çok da okunsa –niyetin samimiyet ve derinliğine göre– Allah nezdinde mutlaka bir karşılığı olacaktır.
Son bir husus da şudur:
Kendisi okumaya muktedir olamayanlar, başkalarından, özellikle dualarının nezd-i ulûhiyette makbul olduğuna inandıkları kimselerden de yardım isteyebilirler. Bu son düşünceye, tek başına okumaya güç yetiremeyenlerin, aralarında paylaşmak suretiyle de okuyabileceklerini ilave etmek herhalde isabetli bir yaklaşım olacaktır. Özellikle ortak bir niyet ve maksat için okunuyorsa bu paylaşma işi “duanın külliyet kesbetmesi” ve “iştirak-i a’mâl-i uhreviye” açısından da çok yerinde ve güzel olur.
Hocaefendi’nin Salât-ı Tefrîciye Hakkındaki Mülahazaları
Fethullah Gülen Hocaefendi, Salât-ı Tefrîciye’yi her gün belli miktarda okumak üzere kendisine vird edinmiş olan bir rehber ve mürşiddir. Ayrıca her gün yakınında bulunan ve misafir olarak ziyaretine gelen kimselerin iştiraki ve Hocaefendi’nin teşrifiyle gerçekleşen “dua saatleri”nin bazılarında Salât-ı Tefrîciye okunması tavsiyesinde bulunmuş ve bu seçkin salât ü selam, dua meclisinde hazır bulunanlarca aralarında taksim edilmek suretiyle aynı mecliste okunmuştur.
Salât-ı Tefrîciye’nin bir ilham semeresi olduğu kanaatini taşıyan Muhterem Hocaefendi, onun zor zamanlarda müracaat edilmesi gereken bir dua olduğunu da şöyle anlatır:
“Izdırar hâlinde yapılan işte bu dualar hiçbir zaman geri çevrilmemiştir. Bildiğiniz üzere Hazreti Eyyub ve Hazreti Yunus da (aleyhimesselâm) bütün bütün çaresiz kaldıkları bir esnada el açıp Allah’a dua dua yalvarmış, Cenab-ı Hak da ekstra lütuf ve ihsanlarla, onları, içine düştükleri o sıkıntılardan kurtarmıştır. Daha niceleri için Cenab-ı Hakk’ın bu türden inayet ve yardımları olmuştur. Belki de, Salât-ı Münciye ve Salât-ı Tefrîciye gibi dualar, böyle zor durumda kalan insanlara Cenab-ı Hakk’ın birer ilhamıdır. O günden bugüne biz de sıkıştığımız, başımız ağrıdığı zamanlarda hemen oturur ve belli bir adette o duaları okumaya dururuz.” (Gülen, Cemre Beklentisi, s. 232.)
Salât-ı Tefrîciye gibi duaların Kur’ân ve Sünnet’te yer almasalar bile asılları itibariyle dinde oldukları hususuna dikkat çeken Muhterem Hocaefendi, yürüdükleri yolun önemli rükünlerinden biri de seyahatler olan hizmet erlerine bu güzide salât ü selamı okumaları tavsiyesinde de bulunmaktadır:
“Üzerinize aldığınız, disiplin olarak benimsediğiniz bir evrâd u ezkârınız varsa yolculuk süresince onu da okuyabilirsiniz. Bununla, temeli dinin kaynaklarında olup doğrudan doğruya Vâzı-ı Şeriat tarafından vaz’edilmeyen meseleleri kastediyoruz. Meselâ âyet-i kerimede emredilen salât ü selâmın temeli dinde vardır. Ama bazen meselâ Salât-ı Tefrîciye’yi okuyarak da Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) salât u selâm getirebilirsiniz. Gideceğiniz yere kadar bin, gelirken de bin tane okur; başka bir sefer daha bu şekilde yapar ve kendi kendinize 4444 rakamını tamamlayabilirsiniz.” (Gülen, Kalb İbresi, s. 104.)
Netice
Bilindiği üzere salât ü selamlar da dâhil olmak üzere bütün dualar sadece Allah’ın (celle celâluhu) hoşnutluğunu kazanabilmek için söylenir ve okunur. Bu asıl gayeye, Resûl-i Ekrem Efendimizin (aleyhissalâtü vesselam) yakınlığına ve şefaatine erebilme maksadı ve uhrevî başka bazı mükâfatlara nail olma arzusu da eklenebilir.
Dünyevî maksat ve gayeler ise, dualarda asla esas niyet ve hedef olamazlar. Belki ahirete müteallik mükâfata tâbi olarak mülahazaya alınabilirler. Salât-ı Tefrîciye de böyledir. Onu tekrar ederken dünyevî bir kısım elemlerden kurtulma ve emellere ulaşma mülahazası, Hakk’ın rızasını kazanma mülahazasının arkasında ve yedeğinde düşünülmelidir.
Bununla beraber pek çok defa tecrübe edilmiştir ki bu güzide salât ü selam, âdâbına tam riayet edilerek ve tastamam bir teveccüh ile okunduğunda nice sıkıntılardan kurtulmaya ve nice matluplara erişmeye vesile olmuştur.
Her şeyin doğrusunu Hazreti Allah bilir.