İçindekiler
Esmâ-i Hüsnâ”, Yüce Yaratıcı’nın, Allah, Rahman, Rahîm, Melik, Kuddûs, Selam… gibi birbirinden güzel, güzellerden güzel, en güzel ve en âlî isimleridir. Esmâ-i Hüsnâ tabiri bizzat Kur’ân’a aittir ve dört yerde geçer. Bu konudaki âyetlerden birisinin meâli, “En güzel isimler Allah’ındır. O hâlde bu isimlerle O’na dua edin” şeklindedir. (A’râf, 7/180)
Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselâm) da, bir hadîs-i şerîflerinde, “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları sayarsa Cennet’e girer” buyurur. (Buhârî, Tevhîd, 12; Şurût, 18; Daavât, 83; Müslim, Tevhîd, 5; Tirmizî, Daavât, 83; İbn-i Mâce, Duâ, 10.) Konuyla alâkalı Efendimiz’den bize ulaşan en sıhhatli rivayet de budur.
Hadîs-i şerîfte zikredilen iki hususa kısaca temas etmekte fayda var. Evvelâ, İslâm âlimlerine göre Cenâb-ı Allah’ın isimleri bu hadîs-i şerîfte rivayet edilenlerle sınırlı değildir. Aksine hem Kitab-ı Mübîn’de hem de Sünnet-i Sahîhada açık ya da kapalı daha bir hayli Esmâ-i İlâhi’ye vardır. Sadece Kur’ân-ı Kerîm’deki İlâhî isimler sayılmış olsa bile rakamın doksan dokuzdan fazla olduğu görülecektir.[1]Daha geniş bilgi için bkz: Fethu’l-Bâri, 11/220; Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, 17/5.
Ayrıca Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir kimsenin âfet ve musibetler dolayısıyla tasalandığında okuması için talim ettikleri duada, “Allah’ım, ben Senin kulunum, kullarından bir erkekle bir kadının oğluyum. Perçemim Senin (kudret) elindedir. Hakkımdaki kararın yürürlükte ve takdirin âdilânedir. Senden, Kendini isimlendirdiğin, Kitabında zikrettiğin, mahlûkatından herhangi birine öğrettiğin veya gayb ilminde kendine tahsis edip kimseye bildirmediğin her ismin hürmetine; Kur’ân’ı kalbimin baharı, gözümün nuru, hüzün, gam ve tasamın gidericisi kılmanı diliyorum.” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/391; 2/330) Demek ki, tek bir sâlih kul, cin veya meleğe bildirilmiş ya da kimseye bildirilmeyip ilm-i ilâhîye has kılınmış isimler de vardır.
Hadîs-i şerîfte doksan dokuz isimden bahsedilmesi, ehlullahtan bazılarının da işaret ettikleri gibi ya o nûrânî isimlerin dua ve evrâd ü ezkârda taşıdıkları -eskilerin tabiriyle- bazı havâstan yani hususiyetlerden kaynaklanmıştır veya zikredilen rakam kesretten (çokluktan) kinayedir. Tabiî Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha başka hikmetler gözetmiş olabileceği de pekâlâ mümkündür.
İkinci husus, bu hadîs-i şerîfteki ‘sayma’ ifadesinden muradın ne olabileceğidir. Bu sorunun cevabını muhtelif hadîs şerhlerinde arayacak olursak karşımıza şu mânâlar çıkar: Bu isimleri ezberleme.. mânâlarını tasdik etme.. o mânâlar üzerinde tefekkürde bulunup hakikatlerine ulaşmaya çalışma.. isimlerin gerektirdiği hususları amel olarak hayata yansıtma.. mazmun ve muhtevalarına tazimde bulunma, saygılı olma.. o isimlerle Allah’a yalvarma ve onları vird-i zeban hâline getirme…[2]Fethu’l-Bâri, 13/378; Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, 17/6; Tuhfetü’l-Ahvezî, 9/338. Görüldüğü üzere esmâ-i hüsnâ ile zikir ve dua, onlarla Allah’a yalvarma, hadîs-i şerîfteki ‘sayma’ çerçevesine dâhil olmaktadır.
Kâinat Bir Tecellîler Sahnesi
Varlığın esası İlâhî isimler ve onların tecellîleridir. Cenâb-ı Hak bizim bilebildiğimiz yahut bilemediğimiz bütün isimleriyle değişik tecellîlerde bulunmuştur ve her an bulunmaya da devam etmektedir. “O, her an ayrı bir tecellîde bulunmaktadır” meâliyle verebileceğimiz Rahmân Sûresi’nin 29. âyeti tam da bu hususu dile getirir. Kâinat, eşya ve insan da, İlâhî isimlerin değişik tecellîlerinden, daha hassas ve ince bir ifade ile bu tecellîlerin dalga boyundaki yansımalarından ibarettir. Güzel bir nazımda bu hakikat şöyle dile getirilir:
“Söyler Seni yüz bin dil ile dağlar, dereler,
Her yanda tül tül esmâ ve sıfâtın görünür.
Duyunca adını her gönül ürperir-inler,
Çehreler büyülü bir mehâbete bürünür…”[3]Kırık Mızrap, Gülen, sh. 296.
Evet, Hak dostlarına göre Esmâ-i İlâhiye, kâinat, eşya ve insan hakikatinin esasıdır. Bütün varlık ve varlıktaki icraat-ı sübhaniye o ilâhî isimlere dayanır. Dünyanın üç yüzünden biri bu Esmâ-i İlâhiyeye bakmaktadır. Kendine bakan yüzünden dolayı sevilmeye lâyık olmayan hatta mel’ûn kabul edilen dünya, esmâ-i hüsnânın bir tecelligâhı ve âhiretin mezrası olması hasebiyle mahbub addedilmiştir.
İslâm âlimleri, özellikle de hâl erbabı diye isimlendirdiğimiz sûfîler, pek çok düşünce ve mülâhazalarını esmâ-i hüsnâ üzerine bina etmişler; varlığın gayesini, yaratılışın amacını, hayatın mânâsını bu isimlerin penceresinden bakarak vuzûha kavuşturmaya çalışmışlardır. Ulemadan yüzlerce belki binlercesinin o isimlerin üzerinde hassasiyetle durmaları, anlamaya çalışmaları, anladıklarını mücelletlere sığmayacak kadar manzum yahut mensur şerh ve izahlarla ortaya koymaları o güzel ve ulvî isimlerin muallâ ve müstesna konumlarını hatırlatma bakımından çok önemlidir.
Ayrıca hatırlamamız gerekir ki, Cenâb-ı Hakk’ın kâinat-taki icraatlarının, O’nun güzel isimlerinin tecellîlerinden ibaret olmasından dolayı, Kur’ân-ı Hakîm’in pek çok yerinde, bir mesele anlatıldıktan sonra âyetler, “İnnallahe Semîun Basîr”, “İnnehû Hüve’s-Semîu’l-Basîr”, “İnnallahe alâ külli şey’in Kadîr” gibi ifadelerle, o mevzudaki isim ya da isimlerin bir fezleke olarak zikredilmesiyle tamamlanmıştır.
Bir taraftan âyetteki muhteva ve mazmun bu isimlerle özetlenmiş, diğer taraftan da Üstad Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, zihinlerin o âyette ifade edilen cüz’î meseleden küllî mânâlara sevki murad edilmiştir.[4]Sözler, sh. 462-464.
Binaenaleyh, Kur’ân’ı anlama gayreti içerisinde olan samimi gönüller işte o fezlekelere ve fezlekelerdeki isimlere bu mülâhazalarla bakmalı ve böylece daha ince ve derin mânâlara intikal etmeye çalışmalıdırlar.
Bütün bunları zikrettikten sonra diyebiliriz ki, Cenâb-ı Hak, bize Zât-ı Ecell-i A’lâsını ve sıfât-ı sübhaniyesini hep bu isimlerle bildirip tanıttırmıştır. Bundandır ki, Esmâ-i İlâhiyenin hakikatini duyup tatma Hak yolcularının en önemli gayelerinden biri addedilmiş; mârifetin ilk basamağı bu birbirinden güzel isimlerin bütün kâinatta çakıp duran tecellîlerini görüp sezmek sayılmış; öte yandan bu hakikatlere kapalı bulunma ise kul ile Rabbi arasında bir perde kabul edilmiştir.
Evet, irfan ve mârifet yolcuları için Cenâb-ı Hakk’ı, hakkıyla bilip tanımada, O’nunla rûhî ve kalbî münasebete geçip, beşer olmaktan ve nefis taşımaktan kaynaklanan uzaklığı aşarak O’nun yakınlığına er(iş)mede, O’nun Esmâ-i Hüsnâ’sını bilip tanımanın, sırlı dünyaların kapılarını aralayabilmek için o isimleri birer anahtar olarak kullanmanın olmazsa olmaz derecede ehemmiyeti vardır.
İnsan, Cenâb-ı Hakk’a bütün gönlüyle yönelmeli, Zât-ı Ulûhiyeti tanımanın Esmâ-i İlâhiyeyi bilmeden ve onlara sımsıkı yapışmadan mümkün olamayacağını düşünerek, O’nun güzel isimlerini iyice bilmenin ve kurbet adına çok mühim basamaklar olarak değerlendirmenin yollarını aramalıdır.
Esmâ-i Hüsnâ ile Zikir ve Dua
O değerlendirme yollarından biri belki en önemlisi de zikir ve duada Esmâ-i Hüsnâ’ya yapışmaktır. Zikir diğer bütün ibadetleri bir şemsiye gibi kuşatan çok önemli ve şümullü bir vazifedir, bir kulluk borcudur; lisanın kendine göre bir zikri olduğu gibi, kalbin, bedenin ve vicdanın diğer rukünlerinin de kendilerine göre zikirleri, Allah’ı anma usûl ve yolları vardır.
Dille yapılan zikir denilince akla ilk olarak, Cenâb-ı Hakk’ı bütün güzel isimleriyle yâd etmek gelmektedir. Bu da o isimlerin ya tek tek ya da birkaçının bir arada tekrarlanması yoluyla olur. M. Fethullah Gülen Hocaefendi bu konuya değindiği bir sohbetinde şunları söyler: “Bir mürşidin irşadı ve gözetiminde, o en güzel isimlerden bazıları belli bir sayıya göre söylenmektedir. Sayı mevzuunda Kitap ve sünnette kat’î bir şey yoktur. Fakat selef-i sâlihînden bazıları, o mübarek isimleri ebced hesabındaki karşılıklarına göre çekmişlerdir.
Meselâ, Allah lafz-ı celâlinin ebced karşılığı 66’dır. Zikir sırasında bu lafz-ı celâli bazıları 66 kez, bazıları da 66’nın katları adedince tekrar etmişlerdir. Bununla beraber, esmâ-i İlâhiye’den hangisinin sizin üzerinizde gâlip ve hâkim olduğunu biliyorsanız, o isme devam etmenizi tavsiye etmişlerdir. Meselâ ‘Latîf’ ismine mazhar olabilirsiniz. O zaman her namazdan sonra onu 129 defa söylersiniz.”[5]Gurbet Ufukları, sh. 173.
Her insanda bütün Esmâ-i Hüsnâ’nın muhtelif tecellîleri olmakla beraber, bir ya da birkaç ismin daha gâlip olması hususunu Üstad Bediüzzaman şöyle bir misâlle anlatır:
“Meselâ, İsa (aleyhisselâm) sair esmâ ile beraber Kadîr ismi onda daha gâliptir. Ehl-i aşkta Vedûd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.” (Sözler, sh. 355)
Mektûbât’ta da konuyla alâkalı ayrı bir misâli, bu sefer Kur’ân hizmeti üzerinden verir:
“Ehl-i hakikatin bir kısmı, nasıl ki ism-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudâtın pencereleriyle Vâcibü’l-vücûd’a bakıyorlar; öyle de şu hiç-ender hiç olan kardeşinize yalnız hizmet-i Kur’ân’a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihâyenin dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş.” (Mektubat, sh. 16)
Efendiler Efendisi’nin bu husustaki durumu daha hususîdir.
“Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi ekmel-üssalavât ve etemmütteslîmât)’ta ise bütün enbiya ve mürselînde icmâl edilen esmâ ve sıfât-ı Sübhaniye’nin tafsilî bir şekilde ve a’zam derecede tecellîsi söz konusudur.”[6]Kalbin Zümrüt Tepeleri, 2/316.
Burada zikredilebilecek diğer bir husus da şudur: Pek çok zat ‘İsm-i A’zam’ı öğrenip onun zikrine devam etmek istemiş, bu istikamette çok gayret göstermiş ve ism-i a’zamın Allah’ın (celle celâlühû) isimlerinden hangisi/hangileri olabileceği hususunda farklı mülâhazalar sergilemişlerdir. Haddizatında “kendisiyle dua edildiğinde kabul gören, bir şey istenildiğinde icabette bulunulan” İsm-i A’zam hakkında Efendiler Efendisi’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelen değişik rivayetler de mevcuttur. Bu rivayetler bazı dua mecmualarında bir arada verilmiştir.[7]Örnek olarak bkz. Mealli Dua Mecmuası, Gülen, sh. 227.
Bununla beraber Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm); “Şu isim İsm-i A’zamdır.” diye bir beyanda bulunmamış, dolayısıyla da İsm-i â’zam, tıpkı Kadir gecesi, icabet saati, Hızır (aleyhisselâm) gibi gizli kalmıştır. Allahu a’lem, murad-ı İlâhî, bütün Esmâ-i Hüsnâ’sıyla Kendisine teveccüh edilmesidir. Zaten Bayezid-i Bistâmî (kuddise sirruhû) gibi bazı büyüklere göre sadakat ve teemmülle Esmâ-i Hüsnâ’dan hangisiyle Cenâb-ı Allah’a yönelinse o isim İsm-i A’zam gibi müessir olacaktır. Aslında bir âyet-i kerîme de bu mülâhazaları teyit eder gibidir:
“De ki: Dua ederken ister ‘Allah’ ister ‘Rahmân’ diye hitab edin. Hangisini deseniz en güzel isimler hep O’nundur!” (İsrâ, 17/110)
Önemli Bir Nokta
Hocaefendi Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde konuya farklı bir yönden temas eder. O, insanı Allah’a ulaştıracak yollara değindiği Aşk makalesinde alternatif bir yol ortaya koyar:
“Kitap ve Sünnet’e ittiba üzerinde hassasiyetle durulup evrâd ü ezkârın teşvik edildiği yol ki; bu yolda sülûk edenler, her meselede sünneti takip eder ve her işlerini sünnetle irtibatlandırmaya çalışırlar. Hususî birkaç ism-i şerifi vird edinme yerine, Allah Resûlü’nün ibadet, dua, zikir, fikir usûlünü araştırır ve Allah’ı bütün esmâsıyla anarlar.” (1. Cilt, sh. 210)
Bu noktadan hareketledir ki, konunun başında zikredilen âyet-i celîle ve hadîs-i şerîf de nazara alınarak Esmâ-i Hüsnâ’nın hepsinin birden vird edinilmesi daha faziletli olabilir. Esmâ zikredildikten sonra da eller açılıp Cenâb-ı Hakk’a dua edilir. “Bu güzel isimlerinin hakkı için Allah’ım…” denilir. Nitekim gönül ehlinin niyaz ve yakarışlarının yer aldığı önemli bir dua mecmuası olan el-Kulûbü’d-Dâria’da da örnekleri görüldüğü üzere Allah dostları çok zaman bütün Esmâ-i Hüsnâ’yı, bazen de o isimlerden bazılarını zikirlerinin yahut yakarışlarının başına, ortasına yahut sonuna bir iksir gibi ilâve etmişlerdir.
Evet, o dualara dikkatle bakıldığında, o büyük zatların zikir, dua ve tefekkürlerinde Esmâ-i Hüsnâ’ya ne kadar çok değer atfettikleri açıkça görülecektir. İster o dualarla dua ederken, isterse başka dualar okunur yahut dillendirilirken, hepsinin sonunda “Yâ Rabbi, bütün bunları Senin birbirinden güzel isimlerin hatırına Senden diliyorum” demek de unutulmamalı, talep edilen şeyler Zât-ı İlâhî, Efendimiz, Kur’ân, sıfât-ı ilâhiye hürmetine istenildiği gibi, esmâ-i hüsnâ hürmetine de istenilmelidir.
Konumuza ışık tutması ve delil teşkil etmesi bakımından Sünen-i İbn-i Mâce’de geçen bir rivayete burada yer vermek istiyoruz. Hazreti Âişe Validemiz naklediyor: “Allah Rasûlü’nü şöyle dua ederken işitirdim: ‘Allah’ım! Kendisiyle dua edildiğinde icabet buyurduğun, bir şey istenildiğinde verdiğin, merhamet dilenildiğinde rahmetinle mukabelede bulunduğun, fereç ve mahreç talep edildiğinde çıkış yolları ihsan ettiğin, Senin tayyip, tâhir, mübarek ve nezdinde mahbub ism-i şerifin hürmetine isteklerimi kabul buyur.’ Bir defasında Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: ‘Ey Âişe! Sen biliyor musun, Rabbim bana kendisiyle dua edildiğinde icabet buyurduğu ismini bildirdi.’ Anam-babam Sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Onu bana da öğretmez misin, dedim. ‘Olmaz ey Âişe, dedi. Bir kenara çekilip bir süre bekledim.
Sonra kalkıp tekrar yanına gittim, başını öptüm ve bir kere daha, ‘Onu bana öğretir misin?’ dedim. ‘Hayır yâ Âişe, onu sana öğretmem; zaten Senin de onunla dünyalık bir şey istemen doğru olmaz’ dedi. Sonra kalkıp abdest aldım, iki rekât namaz kıldım ve şöyle diyerek dua ettim: ‘Allahım, Sana Rahmân, Berr, Rahîm isimlerin ve bildiğim-bilmediğim bütün güzel isimlerinle yalvarıyorum; beni bağışla ve bana merhametinle muamele eyle.’ Benim böyle dua ettiğimi görünce Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebessüm buyurdu ve dedi ki: ‘O isim senin dua ederken saydıklarının arasındaydı.” (Sünen-i İbn-i Mace, Dua, 9)
Esmâ-i Hüsnâ ile Teveccühte Örnek Yakarışlar
el-Kulûbü’d-Dâria’da, Esmâ-i Hüsnâ muhtevalı pek çok duanın yer aldığına yukarıda işaret edilmişti. Bunlar ilhamla gelmiş öyle önemli dualardır ki, meselâ onlardan birisi olan Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin Esmâ-i Hüsnâ Kasidesi, nesiller boyu dillerde hep vird olagelmiş, hatta hakkında müstakil eserler telif edilmiştir.
Peygamber Efendimiz’in, Rabbini yüzlerce ismiyle andığı bir evrâd ü ezkâr ve dua mecmuası olarak burada Cevşen-i Kebir’i de hatırla(t)mak gerekir. Bilindiği üzere Cevşen, mânâsıyla Peygamber Efendimiz’e (aleyhissalâtü vesselam) vahiy yahut ilham yoluyla gelmiş, keşif yoluyla Efendimiz’den alan ehlullah vesilesiyle de bizlere kadar ulaşmış bir evrâd ü ezkâr mecmuasıdır. Cevşen hâlisâne yapılmış bir duadır, özünde bir hususiyet vardır. İmam Şâzilî, İmam Gazzâlî, Bediüzzaman gibi büyükler bu kıymetli vird mecmuasını manasındaki Kur’ânîlikten dolayı ellerinden ve dillerinden hiç düşürmemişlerdir.
Ayrıca büyük velilerden Gümüşhanevî Ahmed Ziyaüddin Efendi’nin hazırlamış olduğu Mecmuatü’l-Ahzab isimli dua mecmuasında da yer alan ve Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin namazlardan sonra ihmal edilmemesini tavsiye ettiği İsm-i A’zam[8]M. Ahzab, İbn Arabî cildi, sh. 211. ve Tercüman-ı İsm-i A’zam[9]M. Ahzab, Nakşebendî cildi, sh. 227. virdleri de Esmâ-i Hüsnâ ile Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmede çok önemli metinlerdir.
Evet, namazların akabinde “yâ Cemîlü yâ Allah, yâ Karîbü yâ Allah, yâ Mücîbü yâ Allah…” diyerek o birbirinden güzel isimleri saymak ve hele hele meleklerin nöbet değişimi yaptıkları, Kur’ân-ı Kerîm’in, “bi’l-ğudüvvi ve’l-âsâl” ifadeleriyle zikir ve tesbihin ayrı bir ehemmiyet kazandığına işaret ettiği bereketli ve feyizli zaman dilimleri olan sabah ve ikindi namazlarından sonra, “sübhaneke yâ Allah teâleyte yâ Rahmân” diyerek Cenâb-ı Hakk’ı gürül gürül tesbîh ü takdîs etmek, o güzel isimleri şefaatçi yaparak Cehennem ateşinden merhamet-i İlâhiye’ye sığınmak ve bunda devamlı olmak çok önemli kurb/yak(ın)laşma vesileleri sayılmıştır/sayılmalıdır.
Yine, Cenâb-ı Hakk’a gözden-gönülden isi-pası silen, gönüllerde saygı uyaran, kalblerde itmi’nan hâsıl eden Esmâ-i Hüsnâ’sıyla yalvarıp yakarmak isteyenlerin müstağni kalamayacakları çok önemli bir dua da esmâ hakikatlerine eserlerinde en çok yer veren muhakkiklerden birisi olan Bediüzzaman Hazretleri’nin 3. Şua olan münacat risalesidir.
Münacatında, Cenâb-ı Allah’a, “Ey Vâcibü’l-vücûd! Ey Vâhid-i Ehad!; Ey Mutasarrıf-ı Fa’âl ve Ey Feyyâz-ı Müteâl!; Ey Fa’âlün limâ yürîd!; Ey Kadîr u Zülcelâl! Ey Rahmân u Rahîm! Ey Sâdıku’l-va’di’l-emîn! Ey Mâlik-i yevmi’ddîn! Ey Kâdir u Kayyûm!” gibi isimlerle yalvaran Üstad, kalblerdeki imanı ziyadeleştiren tefekkür yüklü bu duanın dersini Kur’ân’dan ve nebevî bir münacat olan Cevşen’den aldığını söylemektedir.
Hocaefendi de yukarıda konu işlenirken yapılan iktibaslardan da anlaşılacağı üzere yazı ve sohbetlerinde Esmâ-i Hüsnâ üzerinde çokça durmuş, hatta Kalbin Zümrüt Tepeleri isimli şaheserinde konuyla alâkalı müstakil bir makale kaleme almış, dualarında da Cenâb-ı Hakk’ın bu birbirinden güzel isimlerine çokça yer vermiştir.
Meselâ, “يَا حَافِظُ يَا حَفِيظُ، نِعْمَ الْحَافِظُ أَنْتَ يَا حَافِظُ، اِحْفَظْنَا مِنْ كُلِّ شَرٍّ وَضَرٍّ “Ey Hâfiz ve Hafîz olan Allahım! Ne güzel bir koruyucusun Sen. Bizleri de her türlü şer ve zarardan muhafaza buyur”; يَا غَفَّارُ يَا سَتَّارُ، اِغْفِرْ ذُنُوبَنَا وَاسْتُرْ عُيُوبَنَا كُلَّهَا “Ey günahları çokça yarlığayan Ğaffâr ve onları örtüp gizleyen Settâr! Bizim günahlarımızın da tamamını yarlığa ve setreyle.” duaları, Hocaefendi’nin sıkça okuduğu ve okunmasını tavsiye ettiği dualardan sadece ikisidir.
Söz sahibi, “Dua ile sözü hatmedelim, zira hakikatte/Sözün cevher olsa yeğdir itnabından îcazı”, demiş.[10]“Sözümüzü dua ile bağlayalım, zira söz cevher bile olsa kısa tutmak iyidir” mânâsında Nef’î’ye ait iki mısra. Biz de konumuzu Hocaefendi’nin yakarışlarında sıkça tekrarladığı şu dua cümleleriyle tamamlayalım:
- “Allah’ım! Senin güzel isimlerini, ulvî sıfatlarını, kitaplarında indirdiğin ve peygamberlerine bildirdiğin kelimelerini şefaatçi yaparak günahlarımızı bağışlamanı diliyoruz.”
- “Senden, Zâtın, güzel isimlerin ve ulvî sıfatların hakkı için ve Efendimiz Muhammed Mustafa hürmetine, bize dünyada ve ukbâda rahmetinle muamele etmeni ve teveccühünü üzerimizden hiç eksik etmemeni dileniyoruz.”
- “Hâfiz (koruyup kollayan, himaye eden) isminle ve sevdiğin kullarını sıyanet edip koruduğun diğer isimlerinle bizi de muhafaza buyur!”
- “Bizi hükmünden ve icraat-ı sübhaniyenden hoşnut, sağanak sağanak yağdırdığın lütuflarının şükrüyle gerilmiş, Zâtını ve isimlerini yâd etmekten engin bir haz duyan ve Sana kavuşmaya karşı her zaman iştiyakla dopdolu olan kullarından eyle!”
- “Allah’ım! Esmâ-i Hüsnâ’sı (güzellerden güzel isimleri) ile kâinat üzerinde tecellîlerde bulunan ve bütün eşya, tecellîlerinin değişik karelerinden ibaret olan Zât-ı Ecell-i A’lâ Sensin.
Bizi isimlerinin ve sıfatlarının nurlarıyla nurlandır!
Her şeyi doğru görüp doğru değerlendirmemiz için, nezd-i ilâhinden sıfatlarının ve isimlerinin nurlarını yağdır gönüllerimize.!”
Kaynak: Yeni Ümit, Sayı: 87. Mustafa Yılmaz
Dipnotlar
⇡1 | Daha geniş bilgi için bkz: Fethu’l-Bâri, 11/220; Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, 17/5. |
---|---|
⇡2 | Fethu’l-Bâri, 13/378; Şerhu’n-Nevevî alâ Sahîh-i Müslim, 17/6; Tuhfetü’l-Ahvezî, 9/338. |
⇡3 | Kırık Mızrap, Gülen, sh. 296. |
⇡4 | Sözler, sh. 462-464. |
⇡5 | Gurbet Ufukları, sh. 173. |
⇡6 | Kalbin Zümrüt Tepeleri, 2/316. |
⇡7 | Örnek olarak bkz. Mealli Dua Mecmuası, Gülen, sh. 227. |
⇡8 | M. Ahzab, İbn Arabî cildi, sh. 211. |
⇡9 | M. Ahzab, Nakşebendî cildi, sh. 227. |
⇡10 | “Sözümüzü dua ile bağlayalım, zira söz cevher bile olsa kısa tutmak iyidir” mânâsında Nef’î’ye ait iki mısra. |