İçindekiler
Şeytanın bizimle uğraşmasına engel olabilmek için şunları yapmalıyız:
Allah’a sığınma
“Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O işitendir, bilendir.” (A’râf sûresi, 7/200)
“De ki; şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım, Rabbim!” (Mü’minûn sûresi, 23/97-98)
Bu âyeti kerîmelerle ifade edildiği üzere Allah’a sığınma, O’na iltica etme, şeytanın azdırması ve saptırmasına karşı en önemli bir sığınak ve dinamiktir. Bu dinamiğin behemehal kullanılması şarttır. Rabbim, bizlere, “Kulun Allah’a en yakın olduğu hal secde halidir” sırrını temsille, başımızı yere koyup, “Allah’ım Senden Sana sığınır, yani Celal ve Ceberruyetinden, Rahmet ve Rahmaniyetine sığınırım, şeytandan da Sana sığınırım” dedirtsin ve bizi muhafaza buyursun.
Tembelliği terk etme
Şeytan daha ziyade âtıl ve tembel insanlara hücum eder. Hiçbir iş yapmayan, miskin miskin oturan ve hele din adına hiç de aktif olmayan kimselerle meşgul olur. Öyleyse biz de, bu noktadan hareketle, şeytandan korunma hususunda atalet mevzuu veya aktif olma mevzuu üzerinde durmak istiyoruz. Yani madem şeytan daha ziyade atâletimizden istifade ediyor. Boş durduğumuz zamanlarda içimize uygun olmayan kuruntular atıyor, fena şeyleri düşündürüyor, fena şeyleri okutturuyor, fena şeyleri yapmaya zorluyor. O zaman biz de, ister düşünceyle, ister fiille, onun parmak sokacağı ve kurcalayacağı noktaları doldurmak, duygu ve düşüncemiz itibariyle Rabbimize ait şeylerle dolup taşmalıyız.. dahası âyât-ı tekviniyeyi sık sık mütalâa edip rabıtayı mevtle iki büklüm olmaya çalışmalı ve Rabbimizin dinini çevremize anlatmak suretiyle her zaman dopdolu olmayılız ki, şeytan içimize girip imânımızı sarsmasın ve vesvese veremesin.
Kaldı ki, biz evrad u ezkârla münasebet içinde bulunur veya O’nun dinine hizmetle ömrümüzü dolu dolu geçirirsek, bunların hürmetine Rabbim de bizi, şeytanlara terk etmeyecek ve bu kudsî meşgaleler sayesinde -inşaallah- sahil-i selâmete çıkaracaktır.
Ahde vefa
Ahde vefa da en azından diğerleri kadar bizi şeytanın iğvasından koruyacak hususlardandır. Evet, siz vefa gösterip Allah’ın dinine omuz verirseniz, Allah da sizi, şeytanla baş başa bırakıp, çürümeye terk etmez. Zaten O da “Ahdinize vefalı davranın, ben de ahdimi yerine getireyim“ (Bakara, 2/40) demiyor mu?
Evet, siz bu düşünce ve inanç içinde bulunup, onu hayata taşıdığınız müddetçe, şeytanın tasallutu karşısında Allah, bir âyetini hatırlatacak, bir bürhanını gösterecek, gözünüzden perdeyi kaldıracak ve mutlaka sizi koruyacaktır. Sahabede, asfiyada, evliyâda bunun yüzlerce misali vardır ve bu misaller göstermektedir ki, onların başları döndüğü, bakışları bulandığı anlarda, Rablerinin bürhanı karşılarına çıkmış ve onları hemen istikamete yönlendirmiştir. Kim bilir, belki de sizler, bizler ve hepimiz iradelerimizi kötüye kullanmada ısrar etmediğimiz sürece hep Rabbimizin bu türlü nimetlerine mazhar olarak düşmekten, sürçmekten kurtulmuşuzdur.
“Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder” (Muhammed, 47/7)
âyetinin mucibince, O’na vefa ve sadakat içinde olanlar, O’ndan vefa ve inayet görmüş.. sınırlı iradelerini O’nun yolunda kullananlar, O’nun sınırsız nimetleriyle serfiraz olmuşlardır. O halde bu kutlu davanın kutlu neferleri olarak bizler, neticede bizi cennete, Cemalullah’a götürecek bu yolda, ahde vefadan, bir ân bile dûr olmadan sürekli çalışmalıyız.
Allah’ın her yerde ve her zaman hâzır ve nâzır olduğu hakikatına inanarak o Rakîb ve Müheymin’in müşahedesi altında olduğumuzu bir an olsun hatırdan çıkarmamalı, davranışlarımıza ona göre çeki-düzen vermeli ve iç âlemimizi her zaman zabt u rabt altına almalıyız.
Yalnız kalmama
Yalnız kalmama, şeytanın idlâl ve ifsadına karşı çok önemli bir silahtır ve bu silahın behemehal her zaman kullanılmaya hazır olması gerekir. Bu ise Allah Rasulü (sav)’nün buyurduğu gibi, en az üç kişilik bir arkadaş grubuyla gerçekleşebilir. Yani çarşıda, pazarda, evde, bizim gibi duyan, hisseden ve inanan arkadaşlarla bir arada bulunma ve bu suretle şeytana mel’abe (oyuncak) olmaktan kurtulma…
Evet, her kötü düşünce içimize atılmış bir tohum gibidir. Bu tohum zamanla mevcudiyetini hissettirir ve rüşeym halinde kendini gösterir. Eğer bu kötü düşünce henüz filiz iken kesilip atılırsa ne güzel! Aksi takdirde o, boy atar, gelişir; gelişir ve geliştiği bünyeye rağmen onu yer bitirir. İşte bunun için şeytanın küçük tohumlar halinde ruhumuza saçtığı şeylerin daha baştan kökünün kazınması şarttır. Yoksa zamanla bunlar altından kalkılamayacak muvazene, muhakeme hatta hayal hanemizi bile istiab edecek hale gelebilir. Böyle bir duruma geldikten sonra kurtulmak ise çok zordur. Onun için bu tür kötü düşüncelerin bünyemizde kök salmaması, sonra da dönüp bizi teslim almaması için sair hususların yanında yalnız kalmama mes’elesinin de iyi işletilmesi gerekmektedir. Evet, şu içtimaî dağdağalar içinde ötelerle alâkası zayıf, Allah ile irtibatı istenen seviyede olmayan bizlerin çok kere iradesi ve kalbî hayatı, ruhî canlılığı bizi korumaya yetmeyebilir.
Bu arada etrafımızda çehresi hakikat gamzeden, iradesinde Allah iradesi çağlayan öyle arkadaşlarımız vardır ki, onların yanına gittiğimiz ve onlarla aynı atmosferi paylaştığımız zaman, tıpkı bir veli ile diz dize gelmiş gibi kuvvet kazanabiliriz. Onların sözleri, sohbetleri, âdetâ içimizde buz bağlamaya başlamış kötü duygu ve düşünceleri eritebilir. Bazen de, biz bu konumda bulunur, onlar gelip bizden, yukarıda arz ettiğim ölçülerle istifade edebilirler. Evet, Allah (cc), insanı topluluk içinde yaşayabilecek şekilde yaratmıştır. İnsan, maddî-manevî bütün ihtiyaçlarıyla hayatiyetini ancak hemcinslerinden müteşekkil böyle bir toplum içinde görerek sürdürebilir. Öyleyse bize düşen de böyle bir topluluktan ve o topluluk içerisinde iyi, güzel ve hayırhah arkadaşlardan uzak düşmemektir.
Va’z u nasihat dinlemek
İnsan, yüreği hoplamaya, gözü yaşarmaya, iç âleminde kendini her gün birkaç defa yenilemeye muhtaç bir varlıktır. Kur’ân; Rabbisiyle münasebete geçip ağlamaktan kendini yerlere atanları tebcil ve takdirlerle anlatır. İşte va’z u nasihatler bazı ahvalde bizi bu ufka ulaştırabilir. Fakat ne yazık ki, umumî plânda bizler bu türlü vâiz, nâsih ve hayırhahları dinlemekten mahrum tali’siz bir cemaatiz.
Keşke yüreklerimizi hoplatacak, bizi aşk u şevke getirecek yüzlerce, binlerce vaizlerimiz olsaydı!.. Evet, keşke Fahruddin Razî gibi kürsüye çıktığında ağlamaktan sözleri boğazında düğümlenip kalan ve ne dediği anlaşılmayan yüzlerce, binlerce vaizimiz olsaydı!.. Olsaydı da hiçbir şey anlamasak bile sadece onları seyretmekle gerekli dersleri alsaydık.
Keşke Sahabe, Tabiûn, Tebe-i Tabiûn Hazerâtı’nın hayatlarını gerçek veçheleriyle bizlere anlatan ve kitap sayfaları arasında kalan o malûmatları, ruhundan ruh katarak intikal ettirecek yüzlerce, binlerce nâsihimiz olsaydı da, bizler de onları dinleyip, “Yahu onlar da insan, biz de” deyip insanlığımızdan hicap duyar hale gelseydik.. hayatımızı, yaşayışımızı sorgulamak ihtiyacını hissetseydik.. ve kendimize çeki-düzen verseydik. İhtimal o zaman kalplerimiz yumuşayacak, içimizi yer yer karartan paslar izale olacak ve ruhumuza akseden İlâhî tecelliler bütün aydınlığıyla bizi saracak, biz de bu sayede şeytanın her türlü vesvese ve desiselerinden uzak kalacaktık.
O halde ne olur, lütfen! “Ben bunu biliyordum bir daha okumayacağım, ben bunu dinlemiştim, bir daha dinlememe gerek yok” demeyin! Yeme-içme ihtiyaçlarımızın olması ve bunların tekerrür etmesi gibi, manevî hayatımız, kalp, ruh, vicdan vesâir duygularımızın da ihtiyacı olduğunu ve bu ihtiyaçların da tekerrür ettiği hakikatine binaen kendinizi mutlaka bir üstadın kucağına atın ve ona sığının! Onun bütün fenalıkları eriten, şeytanın içimize girmesine izin vermeyen o Hakk dostunun atmosferine girin ve daima kendinizi yenileyin!
Kaynak: Prizma I, “Bir Nebze de Şeytandan”