İçindekiler
Sigortanın mantığı
Sigorta, güvenlik manasına batıdan gelen bir kelimedir. Sigortanın mantığı, yaşanması muhtemel kaza ve musibetlerde, vatandaşların ya da müesseselerin maddi kaybını karşılamak üzere baştan her hangi bir kişi ya da müesseseyle anlaşma yapmaktır.
Bu mantık, ilk önceleri batıda deniz ticaretinde uygulanmaya başlamış, sonraları 19.yy başlarında Osmanlı’da da kısmen kabul görmüş, 20.yy başlarında ise bugünkü haline yakın bir şekilde yaygınlaştırılmıştır.
Çeşitleri
Bugün üç çeşit sigorta uygulanmaktadır.
Birincisi, vatandaşların kaza, felaket, afet ve yoksulluk zamanlarında devlete müracaat edip, yardım talebinde bulunması manasında “devlet sigortası”.
İkincisi, çeşitli iş kollarına mensup işçi ve memurlardan birinin uğradığı felakete karşı maddi yardımda bulunma, bu olmadığı zaman, yatırdıkları aidatı geri alma şeklinde uygulanan “üyelik sigortası”. Bu iki sigorta şekli, tam bir yardımlaşmayı sağladığı ve İslam’ın ruhuna da uygun olduğu için caiz görülmüştür.
Üzerinde tartışmaların yapıldığı, ulemadan bazılarının caiz dediği, bazılarının da içinde sakladığı mahzurlardan dolayı caiz görmediği üçüncü çeşit sigorta ise “ücretli sigorta“dır. Bu sigortada, sigorta şirketinin muhtemel risklerde yardım etme ve masrafları karşılama sözüne karşılık, aylık ya da yıllık aralıklarla belli miktarlarda o sigorta şirketine primler ödenir. Risk yaşandığında masraflar karşılanır, risk yaşanmadığında ise primler tamamen sigorta şirketine kalır.
Kanaatimizce, içinde faiz barındırdığı, kumara benzer bir mahiyet arz ettiği, belirsizliklerle dolu olduğu, haksız kazanç sağladığı ve insandaki tevekkül duygularını yıprattığı ya da başka yöne kanalize ettiği için bu tür sigorta caiz değildir.
Daha hafif bir ifade kullanacak olursak, bu tür sigortaya karşı en azından tedbirli ve tavırlı olunmalıdır. Sigortanın bugünkü uygulanan şekli üzerinde bazı değişiklikler yapılırsa caiz olabileceği de düşünülebilir. Ancak, bu değişikliklerin yapılabilmesi, meseleyi geniş çapta ve müessese seviyesinde ele alan büyük bir iradeye ve fert fert herkesin hassasiyet göstermesine bağlıdır. Yani mesele, müesseseyle vatandaşlar arasında karşılıklıdır.
Ekonomik sahada, inanca ait hassasiyetler temelinde bir müessesenin kurulması, büyümesi ve alanında söz sahibi olması çok uzun bir yolculuktur. Piyasanın tamamen faiz üzerine dönmesi, paranın bulunması gereken konumun çok üstünde piyasaya hâkim olması gibi hususlar, bu yolculuğun en bariz zorluklarındandır. Fakat zorluklarına rağmen, ülkemizde ve başka pek çok ülkede bugün bu yolculuğa çıkılmıştır. Ancak, bu müesseseler, insan unsurunun katkılarıyla ayakta duracak ve büyüyecektir. Bu da fertlerin hassasiyetleriyle doğru orantılıdır. Bu hassasiyet, elbette dinin belirlediği haramlar-helaller çizgisinde olacaktır.
Olması gereken şekliyle sigorta
Ücretli sigortaya caiz diyenler de var, demeyenler de. Caiz değildir diyenler, aldanma/aldatma, kumara benzerlik, sigorta şirketinin halkın parasını karşılıksız alarak zenginleşmesi, faiz unsurunun oluşması, tevekkül duygusunu aşırı derecede yıpratması hususlarından dolayı caiz görmüyorlar.
Caiz diyenler ise, faizli muameleyi kabul etmemekle beraber, sayılan hususları yorumlayarak bu sakıncaların oluşmadığını ispata çalışıyorlar. Meseleyi, İslam Hukuku’nda yeri olan “âkile”, “muvalât” ve “bey bi’l vefa” gibi anlaşmalara kıyas ederek ve hatta onların aynısı görerek değerlendiriyorlar. Ayrıca, ücretli sigorta şirketine karşı çıkmakla hayatı zorlaştırmış olunacağına dikkat çekiyorlar. Ancak, ücretli sigortanın bugünkü işleyiş sistemine baktığımızda genel itibariyle caiz değildir diyenlerin tavırlarının haklı olduğu kanaatine varıyoruz.
Ücretli sigortaya caiz diyenlerle caiz değildir diyenlerin karşılıklı delillerle tartışmaları yaklaşık elli yıldır devam etmektedir ve bir süre daha edeceğe de benzemektedir. Zira sistem İslam’ın içinden doğmuş bir sistem değil, batıdan gelmiş bir uygulamadır. İşi başlatanlar yabancılardır. Yabancılar tarafından ortaya atılan yeni bir sistem üzerinde tartışma, tabiîdir.
Biz bu tartışmaları burada zikretmeye gerek duymuyoruz. Bununla beraber, İslamî kurallara göre bir sigorta şirketi düşünüldüğünde bunun nasıl olması gerektiği üzerinde durmak istiyoruz. Maksadımız, hayalî bir şeyin resmini çizmek değil, bu prensiplere göre insanımızın düşünüp işin en hassasını araştırmalarını sağlamak ve böylece daha iyiye daha güzele gidilmesi konusunda yardım etmektir.
Evet, hukuk, insan unsurunu ele alır ve ona göre sistemini kurar. Bu sistemin pratiğe geçirilmesi tamamen insan kalitesine bağlıdır. İnsan nasılsa, hukuk prensiplerinin uygulanması, pratiği ona göre şekillenir. Kaliteli ve hassas bir insanın, hukuki prensipleri uygulamasında sıkıntı yaşanmaz.
Duyarsız, gayri ciddi bir insan topluluğunda ise, ne kadar sıkı kanunlar konulursa konulsun, ne derece güzel projeler üretilirse üretilsin netice alınamaz. Öyleyse insan ele alınmalı, insan yetiştirilmeli ve insanlar bilgilendirilmelidirler. İşte biz bu noktada, dinimiz tarafından tasvip edilebilecek sigorta şekli üzerinde durmak ve bu sahada dinini yaşamaya çalışan insanların nasıl hareket edecekleri konusunda bir fikir vermek istiyoruz.
Meşru çerçevede düşündüğümüz bir sigorta şirketinde ya da sigortanın yerini alabilecek bir müessesede, şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır:
Yardımlaşma
İslam, fertler arası yardımlaşmayı tavsiye eder. Kur’an’da şöyle buyrulur: “Siz iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın” (Maide Suresi, 5/2) İslam toplumunda, kazaya uğrayan, hastalanan, afete maruz kalan her fert, önce ailesi, yakınları tarafından korunup kollanır, ihtiyaçları karşılanır. Dinimizde “âkile” ismi verilen ve kişinin ihtiyacı durumunda en yakın akrabalarının, etrafının yardım etmesi şeklinde kabaca tarif edeceğimiz bu tür bir yardımlaşma, insanlar arası dayanışmaya, toplum içinde büyük bir kaynaşmaya vesile olmanın yanında, ahirete yönelik imanı da destekler. Zira yapılan her bir yardımın, ahirette bir karşılığı vardır. İşte inançlı fert, burada kendi farkını hissettirecektir. Ancak etrafın, yakınların böyle bir imkanı yoksa, devlet işe el atar ve vatandaşının ihtiyaçlarına cevap verir.
Bu düşünceler çerçevesinde kurulacak bir sigorta şirketi, tamamen yardımlaşma veya ortaklık üzerine oturmalıdır. Yukarıda bahsedilen ilk iki sigorta çeşidi (devlet ve üyelik sigortası) yardımlaşma üzerine kurulmuş mahiyettedir. Birincisinde devletin yardımı, ikincisinde de üyeler (âkile) arası yardımlaşma vardır. İslam tarihi boyunca bu iki nevi yardımlaşma daima canlı kalmış, gerek devlet gerekse vakıflar, vatandaşlara sahip çıkmıştır. Vakfın gelirlerinin büyük bir kısmının zengin insanlardan sağlandığı düşünülürse, dolaylı yollardan vatandaşların birbirlerine yardım etmesi temin edilmiş demektir. Bu işi organize edenler ise, devlet ve vakıflar olmuştur.
Eğer, belli bir meslek ve grup üyeleri arasında yardımlaşma anlaşması imzalanır da toplanan para hasar, kaza, hastalık gibi durumlarda harcandığı halde artarsa, bu para üyelere yatırdıkları oranda geri verilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz üyelik sigortasında bu tür bir geri dönüş söz konusudur/söz konusu olmalıdır. Toplanan parayı elinde bulunduran yetkili merci, yapılan anlaşmalar çerçevesinde bu parayla ticaret ve yatırım yapabilir. Bu durumda her sigortalı, her üye, sigortacıyla beraber şirketin ortağı haline gelir. Dolayısıyla, şirketin yaptığı işlerden kazandığı gelir, üyelere yatırdıkları nisbetlere göre dağıtılır. Bugün ideal olarak bu görüşü benimseyip pratiğe aktarmaya çalışan müesseseler vardır.
Faizden uzak olma
Faiz, fazlalık demektir ve aynı cins mal ya da paraların alınıp verilmesinde oluşan her türlü fazlalık faizdir. Üyelerden, sigortalılardan toplanan paranın sigortacı tarafından, meşru ticaret ve yatırımlarda kullanılması; istenen, ideal bir durumdur. Eğer toplanan paranın faizli işlemlerde kullanılması söz konusuysa, bu dinimizce caiz değildir. Burada hem sigorta şirketinin parayı faizde çalıştırması hem de sigortalıların faizli işleme ortak ya da yardımcı olması söz konusudur ki ikisi de yasaklanmıştır. Zira birinde doğrudan günah işleme, diğerinde de günaha yardımcı olma söz konusudur.
Öyleyse, bu konuda iki tarafın da hassasiyet göstermesi gerekir. Bugün, sigortayı değerlendiren bazı âlimlerimiz, ücretli sigortasında sigorta şirketine ödenen miktarla, herhangi bir risk durumunda sigorta şirketinin hasara harcadığı paranın farklı olmasını da faizli muamele olarak görmüşlerdir. Bu fikre göre, burada en azından bir faiz şüphesi vardır. Fakat ortaklık ve yardımlaşma anlayışıyla hareket edildiğinde bu şüphe ortadan kalkar.
Karz-ı hasen
Güzel borç/ödünç manasına gelen bu kelime Kur’an’da altı yerde geçmektedir. Misal olarak “Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır.” (Bakara Suresi, 2/245) ve “Allah rızası için gerekli yerlere harcayarak Allah’a güzel bir tarzda ödünç verirseniz, Ben elbette sizin kusurlarınızı örter ve elbette sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştiririm.” (Maide Suresi, 5/12) ayetlerini verebiliriz.
Bu ayetlerde geçen karz-ı hasenden maksat, insanın Allah yolunda malından harcaması, bir ihtiyaç sahibine yardım etmesi, buna karşılık Allah’ın da ona dünyada ya da cennette kat katını vereceğini ümit etmesidir. Karz-ı hasen, İslam toplumunda öteden beri uygulana gelmiş bir adettir.
Şöyle ki; İmkânı olan biri, ihtiyaç sahibine, parasından, ölçülüp-tartılabilir, sayılabilir malından, geriye benzerini (mislini) almak üzere borç verir. Borcun ödenmesi için herhangi bir zaman tayin edilir. Zamanı gelmeden, alacaklı alacağını isteyebilir. Bu durumda borçlu, borcunu ödemek zorundadır. Üzerine fazlalık da almaz. “İmkânın olduğunda ödersin” diyerek genişlik tanıyabilir. Alacaklı bu şekilde borçluya müsamahalı davranır, borçlu da alacaklının iyi niyetini süistimal etmez ve eline imkân geçtiği anda borcunu öder. Yardımlaşmanın bir türü olan karz-ı hasen sayesinde, hem faizli uygulamaların önüne geçilmiş hem de insanlar arası yardımlaşma pekişmiş olur.
Bugün takınılacak tavır
Bugün pek insan, çeşitli alanlarda ücretli sigortasıyla irtibat kuruyor ya da kurmak zorunda kalıyor. Ancak bilinmesi gerekir ki, bu sistem, bugünkü işlediği haliyle İslam’ın bağrından kopup gelmiş bir sistem değildir. Dolayısıyla içinde pek çok mahzur taşımaktadır. İslam’ın özünde sigortaya mesned teşkil edecek prensip ve anlayış elbette mevcuttur. Nitekim bunları az önce arz ettik. Ancak, bu anlayışın işleyişi ve pratiği de tamamen dinin ruhuna uygun olmalıdır ki müsbet netice elde edilebilsin. Yoksa “yardımlaşma, İslam’ın temel kaidelerinden biridir, sigorta da bir yardımlaşmadır, dolayısıyla caiz olmalıdır” şeklinde bir anlayışa girip bugünkü şekliyle sigortayı olduğu kabul etmek mümkün değildir.
Öyleyse seçici, hassas, duyarlı olmakta fayda vardır. Zaten bir müslümanın en büyük şiarlarından biri de hassas ve seçici olmasıdır. Zira her atılan adımın, her yapılan işin hesabının sorulacağına inanır.