Bir kere bu bir kader-i ilâhîdir. Bizler Aynştayn’ın nazariyesini bile anlamakta güçlük çekiyor, hatta çoklarımız itibariyle anlayamıyoruz da, Allah’ın ilm-i ezelîsi ve onun belirlenmiş bir tablosu olan kader hakkında nasıl hüküm verebiliyoruz. Nasıl oradaki takdire ve bu takdirin sebep veya hikmetlerine muttali olabiliriz ki?
İkinci olarak, o bağiye fahişe kadın, kimbilir hangi toplumun ne tür bir gadri ile bu kötü yola itilmişti. Kimbilir ne tür zorlamalar veya komplolarla kendini o vadide bulmuştu. Aslında, her susayan köpeğe su içiren bağiye, fahişe cennete girmez ama, bu kadın belki, içi ızdırapla doluydu.. iki büklümdü.. hacaletaver bir hayat yaşıyordu ve susuz köpeğe su içirmesi ile –tabir caizse- Rahmet’in bam teline dokundu ve affedildi. Evet, bağiyenin ızdıraptan çatlayan sinesi ile, Allah’ın rahmeti bir vahidin iki yüzünden ibarettir. Bakınız, tevbe nasıl içte duyulan nedamet ve ızdırabın dışarıya sözle yansıması ve “estağfirullah” ile seslendirilmesidir. Aynen öyle de; pişmanlığı doruk noktaya ulaşmış, gönlü kalaklar içinde bir kadın, susuz köpeğe su içirmesi ile rahmet serasına sığınıyor ve cennete giriveriyor.
Bunun tersi de gadabullahtır. Yani kediyi hapsederek, acından onun ölümüne sebebiyet veren kadın. O abide-sacide olmasının yanında, zulüm üstüne zulüm işlemiş bir kadın olabilir. Yoksa her kediyi hapseden ve ölümüne sebep olan cehenneme girmez. Ama bu kadının, kediyi hapsetmesi, bardağı taşıran son damla olmuş, gadabın bam teline dokunmuş ve cehenneme girmiştir.
Evet, mes’elelere böyle ilm-i ilâhînin taalluku açısından bakmak lazımdır. Şunu da unutmamalı; bunlar Allah için mücbir (zorlayıcı) sebepler değildir; çünkü
“Ona kimse cebriyle bir iş işletemez asla
Ne kim kendi murad eder vücuda ol gelir billah.”
Öyle ise olsa olsa, bunlar şart-ı adi olabilir. Kaldı ki, zaten Allah hükümlerini o şart-ı adilere göre vermiştir. (Kaynak: Fasıldan Fasıla I)