1- Muhatabın Tanınması Prensibi
Talim ve terbiyede muhatabın tanınması çok ehemmiyetlidir. Kendine bir şey vermeyi tasarladığımız şahsı tanımadan, ona bir şeyler vermeye kalkışmak menfî tesire ve aksülamele sebebiyet verebilir. Büyük olsun, küçük olsun bu böyledir. Bu itibarladır ki, nazarı keskin, kavraması süratli, tespitleri yerinde manâ-ehlinin terbiye ve irşatları daima diğerlerinden daha tesirli olmuştur.
Binaenaleyh, evvela çocuğun ruh durumunu tespit etmek, sonra müdahalede bulunmak lazımdır ki, aksülamel gösterme gibi menfî durumlar ortaya çıkmasın. Çocuk vardır ki; sevgiyle, okşamakla, hediye ve mükafâtla yumuşar balmumuna döner. Çocuk da vardır ki; yüz-ekşitmek, alâkasız kalmak ve yerinde de kulağını çekmekle… Ne var ki, birinci şıkta mutâlaa edilebilecek çocuklar daha çok ve o yol daha müessirdir. Zira, beşer yaratılışın gereği olarak iyilikler, ihsanlar ve güler yüz, insanı insana bağlama ve onlarla götürülecek tekliflere olumlu cevap alma bakımından en müessir silahtır. Siz, sevgiyle, hediye ile, mükâfatla onların gönüllerine girerseniz, onlar da sizin düşüncelerinize saygılı ve tekliflerinize hürmetkâr olurlar.
2- Tedricilik Prensibi
Terbiyede tedrîcilik esasına riâyet etmek, yani, fıtrat kanunlarına uyup, aceleciliği bırakmak şarttır. Aksine verilmek istenen şey tesirsiz kalır. Tedrîcilikle alâkalı, aşağıdaki hususların bellenmesinde fayda vardır:
a) Verilecek şeylerin dozajının ayarlanması… Gelişi-güzel ve hele mürşit tarafından hazmedilmedik şeylerin verilmesi faydadan çok zarar getirir.
b) Verilmesi gerekli olan şeylerin çocuğa aktarılmasında; sabır, kararlılık ve bıktırmayan tekrara ihtiyaç vardır. Bir verip bir kesmek ve hele sabırsızlık ilaca benzer ki; panzehirken zehir olur.
c) Telkinin, en son tesir edeceği zamana kadar, çocuktan katiyen bir şey beklenmemelidir. Zira bu mevzuda gösterilecek her hırs ve acelecilik hem fıtrata aykırı, hem de beklenildiği anda umulan şey elde edilemeyeceği için hüsrana sebeptir.
d) İrşat ve terbiye tesirini göstermiyor diye feverân edilmemelidir. Aksine, o ana kadar yapılan şeylerin hepsi yıkılmış olur.
e) Terbiye ve yetiştirmede, akıl, kalp ve ruhun beraber doyurulmasına, tatmin edilmesine titizlik gösterilmelidir. Bu da, belli bir zaman ister ki yapılabilsin; yoksa, ümit bağlanılan şey elde edilemez.
3- Kusursuzlara Karşı Müsamaha Prensibi
Çocuktan sâdır olan kusurlara karşı bilmemezlikten gelme; yani, kusurları yüzüne vurup perdeyi yırtmamak gerekir. Aksi halde iyice arsızlaşır ve yapılan telkinlere dirsek çevirir. Eğer, mutlaka, kusurun giderilmesi isteniyorsa, suçlu ve kusurlu muhatap alınmadan, toplum içinde umumî olarak konuşmak ve yapılan uygunsuz davranışların, aklen, kalben, vicdanen sevimsizliği üzerinde durmak daha uygun olur. Eğer bu yolla da muvaffakiyet elde edilemez ve kusurlar sürer giderse, bir köşeye çekip, kendisi hakkında, düşünce, kanaat ve bakış açımızın onun davranışlarına uymadığını anlatmak muvafık olur. Kim bilir, belki de bir Sen de mi? sözü, ona, bin nasihatten daha tesirli olur.
4- Telkinde Müşahhaslaştırma Prensibi
Çocuğa telkin edilecek her iyi ve güzel, o işin bir kısım kahramanlarıyla; her kötülük ve fenalığa karşı koyma da, o sahadaki yiğitlerle misillendirilmelidir. Evet, ona anlatılacak her şeyin, böyle bir kahramanın hayatiyle resmedilmesi, hem çarpıcı hem daha tesirlidir.
5- Gönlün Yüce İdeallerle Donatılması Prensibi
Çocuğa fâtihlik ruhu aşılanmalıdır. Yani, iyiliklerin ve güzelliklerin neşrinde ve Yüce Hakikatların dünyaya duyurulmasında, kendinin birinci derecede vazifeli olduğu, kezâ; dünya çapındaki fenalıkların giderilmesinde de yine kendisine çok şey düştüğü telkin edilmelidir. Böylece o, her işi başkasından bekleme; hatta, kendine düşen şeyleri bile, ele-âleme havale etme gibi miskinliklerden korunmuş ve kurtarılmış olacaktır.
Fâtihlik ruhu telkininde bilhassa şu iki noktaya dikkat edilmelidir.
a) Bu mevzuda verilecek misâllerin kendi tarihimizden, siyer ve megaziden alınması.
b) Abartmaya gidilmeden meseleler olduğu gibi anlatılmalı ve katiyen hakikatler, efsânelere fedâ edilmemelidir. Aksine, anlattığımız şeylerin şişirilmiş meseleler olduğu er-geç ortaya çıkar ve çocuğun kafasında kurmaya çalıştığımız her şey yıkılır gider.
6- İyi ve Güzel Sözlerle Telkin Prensibi
Islah ve terbiye yolunda kötü söz ve uygunsuz kelimelere aslâ yer verilmemelidir. Sövme, lanetleme, küfür gibi, hiçbir terbiye edici hususiyeti olmayan şeylere, sûreti katiyede baş vurulmamalıdır. Yoksa, farkına varmadan, vazgeçirmek istediğimiz aynı şeyleri ona telkin etmiş ve kendinden küçüklere karşı, bu uygunsuz şeyleri yapabilme iznini vermiş oluruz.
7- Sevgi ve Korku Muvazenesi Prensibi
Sağını solundan tefrik edecek duruma gelen her çocuk, sevgi ve korku muvâzenesi içinde ele alınmalıdır. Aslında, her ferdin hayatında, havf-recâ (korku-ümit) dengesi çok mühim bir unsurdur. Bu muvazene bozulup da, iki şıktan birinin ağır basması ferdin ruhâni hayatında hemen tesirini gösterir. Evet, nimet arzusu, azap endişesiyle yan yana; tedip irşatla omuz omuza bulunmalıdır. Faziletli ve başarılı olanlara mükâfat vadedilmeli; etrafa endişe ve korku verenler de cezâ ile tehdit edilmelidirler…
8- Tedip Prensibi
Gerektiğinde, bazı kayıtlarla hafifçe okşama tecviz edilebilir. Nasıl ki, büyüklere belli cürümlerden ötürü dayak cezası veriliyor. Öyle de, sağını solundan tefrik edeceği ana kadar, vekar ve sevgi atmosferi içinde neşet eden çocuk, hesap verme çizgisine girdiği andan itibaren, en-son çare olarak hafif okşamakla tedip edilebilir.
Ne var ki, bunun için bir kısım şartlar vazedilmiştir. Bu şartlar bulunmadıktan sonra bu prensip kullanılmamalıdır. Bu şartları, kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
a) Çocuğun temyiz çağına varmış olması. Henüz bu devreye ulaşmamışlar için, son prensip terbiye adına ne bir çare, ne de bir vesiledir.
b) Son çareye kadar, terbiye adına vazedilmiş bulunan bütün prensiplerin kullanılmış olması. Aksine, o son-çare olmaktan çıkar ve doğrudan doğruya terbiye vesilesi olan şeyler arasına girer.
c) Katiyen can yakıcı olmamalıdır.
d) Hafif okşama dahi olsa, hayatî ehemmiyet arz eden noktalardan ve bilhassa yüzden sakınılmalıdır.
Mâmâfih, dayağın sürekli tesir icrâ edeceği de, her zaman münakaşa götürür bir mevzudur. Onun terbiyedeki tesiri, daha çok müsekkine benzer; muvakkaten ağrıyı dindirse bile, iyi edici değildir. Hele, bazı zamanlar başka karışıklıklara da sebebiyet verir ki, daima titizlik isteyen bir husustur.
9- Yuvada Zıtlıkların Bulunmaması Prensibi
Terbiye ve irşatta, ana-babanın uyum içinde olmaları çok mühimdir. Yuvada böyle bir uyum yoksa ve birinin yaptığını öbürü bozuyor; öbürünün söylediğini beriki yalanlıyorsa; çocuğun, her iki terbiyecesine karşı da, itimadının sarsılması ve saygısızlaşması muhakkaktır.
Bütün bu prensiplerden sonra, en mühim husus, hattâ geçen bütün prensiplerin özü diyebileceğimiz bir husus vardır ki; o da, istenen şeylerin aralıksız olarak ve kemâl-i ciddiyetle bütün bir hayat boyu yaşanmasıdır. Yani, çocuğun inançlı ve samimi olması için, inanç ve ihlasın, terbiyecinin her davranışında nümâyân bulunması; mükellefiyetlerini yerine getirmesi için, irşatçısının, derin bir vazife şuur ve idrâkine sahip olması; ahlâken mazbût ve saygılı olabilmesi için, yetiştiricilerin kendi büyüklerine karşı bu hususta kusur etmemeleri gerekir. Yeme, içme, yatma, kalkma, hatta giyim kuşam gibi şeylerde, bir öğretici titizliği içinde bulunmaları; sevilmesi arzu edilen şeyler ve şahısların, onların çevrelerinde her an tazimle anılmaları icap eder. İçli ve derin olmaları için, tasaya ve ümitsizliğe götürmeyecek şekilde, mukaddes hüzünlerimizle, içten ve samîmî olarak, onlara karşı dertli ve muzdarip olduğumuz anlatılmalıdır.
Ebeveyn ve irşatçının, bu husustaki vazifelerine, daha evvelki bahislerde temas edildiği için, bu kadarla yetinmeyi uygun bulduk.
Kaynak: Sızıntı, Aralık 1981, Sayı 35.