Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmeden asırlarca önce kendisinden haber verilen ve gelmesi bütün cihan tarafından beklenen bir nebidir. Yüce Allah, Hz. Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) son elçi yapmış ve topyekûn insanlığa göndermiştir. Bunun için de gönderdiği her peygamberden, ümmetlerinin, ona inanması, ona uyması ve yardımcı olması konusunda söz almıştır.
Hz. Ali ve İbn Abbas’tan konuyla ilgili şöyle bir rivayet gelmektedir: Allah, gönderdiği her peygamberden, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) geldiği zaman sağ oldukları takdirde mutlaka ona inanıp ona yardım edeceklerine dair söz aldığı gibi ayrıca onlara, ümmetlerinden Muhammed’e yetiştikleri takdirde ona inanıp yardım etmeleri hakkında söz almalarını da emretmiştir. Allah, o peygamberin sıfatlarını, daha önceki peygamberlerin kitaplarında tafsilatıyla belirtmiştir.
Ehl-i Kitab’ın, Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) geleceğinden haberdar oldukları, kaynaklarca tespit edilmiş bir husustur. Fakat Kur’ân’ın dışındaki kitaplar çeşitli değişikliklere maruz kalmışlardır. Ancak bütün bu tahriflere rağmen bu kitaplar iyice tetkik edildiğinde, yine de Hz. Peygamber’e ait pek çok sıfat ve işaret bulmak mümkündür.
Hâtemu’l-Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa’nın (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) önceki kitaplarda (Tevrat ve İncil’de) bildirilen vasıfları hatta ismi, dilden dile tercemelerde aslından uzaklaştırılmış, bazen de kasıtlı tahriflere uğramıştır. Ancak insaf sahibi araştırmacı rahiplerden, bugünkü durumlarıyla bile Tevrat ve İncillerde Hz. Peygamber’e kesin işaretler bularak gerçeğe teslim olup müslüman olanlar çıkmaktadır.
Yahudilerin, Hz. Peygamberin gerçek peygamber olduğunu bildiklerine dair elimizde pek çok delil vardır. Bu konuda tarih kitapları, ittifak hâlindedir. İslâm’dan önce uzun süre birbirleriyle komşu olarak yaşayan Medineli Araplarla yahudiler arasında zaman zaman kavgalar çıkardı. Yahudiler yenilince derlerdi ki:
“Bizim söylediklerimizi tasdik eden bir peygamberin gelme zamanı yaklaştı. Biz onunla birlik olup sizi, Ad ve İrem kavimlerinin öldürülmesi gibi öldüreceğiz.” Ve son zamanda gelecek olan peygamberin yüzü suyu hürmetine Allah’a dua ederler:
“Ya Rabbi! Evsâfını Tevrat’ta gördüğümüz, âhir zamanda gönderilecek peygamberle bize yardım eyle!” derlerdi. Fakat âhir zaman peygamberi gelince yahudiler beklediler ki o, kendileriyle beraber olsun, onun liderliğinde Arapları yensinler, cihana hâkim olsunlar. Hz. Peygamber, onların dünya hâkimiyeti davalarına hizmet etmediği, ırkçılığı yerip bütün insanları eşit ve kardeş ilan ettiği için bile bile ona düşman oldular.
Tevrat’ta peygamberimize işaret eden pek çok örnekten bir-iki tanesini verebiliriz:
a. “Ve Sara O’na cefa etti ve Hacer O’nun yanından kaçtı.Ve Rabbin meleği çölde sular pınarının başında onu buldu ve ona dedi: Senin zürriyyetini çoğalttıkça çoğaltacağım, ve çokluğundan sayılmayacaktır.” (Tekvin 16/6-10)
“Ve onu mübarek kılacağım, ve ondan da sana bir oğul vereceğim ve milletlerin anası olacaktır; kavimlerin kralları ondan olacaklardır. Ve İsmail’e gelince, seni işittim; işte onu mübarek kıldım ve onu semereli edeceğim ve onu ziyadesiyle çoğaltacağım; on iki beyin babası olacak ve onu büyük millet edeceğim.” (Tekvin 17/16-20)
“Ve Allah İbrahim’e dedi: Çocuktan dolayı ve cariyenden dolayı gözünde kötü olmasın. Sara’nın sana söylediği her şeyde onun sözünü dinle; çünkü senin zürriyetin İshak’ta çağırılacaktır. Ve cariyenin oğlunu da bir millet edeceğim, çünkü o, senin zürriyetindir. Ve Allah çoçuğun sesini işitti. Melek Hacer’e şöyle seslendi: Kalk, çocuğu kaldır ve onu kendi elinde tut. Çünkü onu büyük millet yapacağım.” (Tekvin 21/12, 13, 17,18)
Yüce Allah’ın Hz. İshak’la ilgili va’di tamamlanarak nesli çoğaldı, zürriyetinden Hz. Musa Peygamber oldu. Daha sonra da İsrailoğulları içerisinde pek çok nebi, âlim ve melik geldi. İşte bütün bunlar Hz. İshak’ın bereketiydi. Hz. İsmail’e gelince; İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gelinceye kadar O’nun neslinden peygamber veya önde olan birisi gelmemiştir.
Bunlar, Hz. İshak’ın nesli sayılan İsrailoğullarından devam etmiştir. Hz. Peygamberin nübüvvetiyle, bu müessese Hz. İsmail’in soyuna intikal etmiş oldu ki, diğer milletler O’na itaat ettiler ve melikler O’na boyun eğdiler. Böylelikle de Tevrat’ta bildirilen gerçek meydana çıkmış oldu. Hz. Peygamberin hayatını ve O’nun getirdiği dinin şu anda varmış olduğu noktayı göz önüne aldığımızda, Tevrat’ın verdiği bu müjdeyi daha iyi anlama keyfiyetine ulaşmış oluruz.
Yukarıda verilen habere uygun olarak Hz. İsmail, babası Hz. İbrahim’le birlikte Kâbe’yi imar ve muhafaza etmek için Hicaz’a gönderilip burada yerleşti ve kendine inanan Arap kabilelerinin hem peygamberi hem de emiri oldu. İşte orası Mekke veya Bekke adıyla anılıp ortasındaki Kâbe de hacıların tavaf ettiği bir yer haline geldi.
Hz. İsmail, hak bir dini ve sünnet olma geleneğini burada tesis etmiş olduğu gibi, nesli de hemen artmaya ve gökteki yıldızlar gibi çoğaldıkça çoğalmaya başlamıştır. Hz. İsmail’in zamanından Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmesine kadar Hicaz, Yemen ve diğer yerdeki Araplar daima hür ve bulundukları memleketlerin efendileri olmuştur. Roma ve Sasani imparatorları dâhil İsmailoğullarına boyun eğdirmekte âciz kalmışlardır.
b. “Allah insanlığa Sina’da teveccüh etti. Sâir’de tecelli buyurdu. Faran dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya çıktı.” (Tensiye 33/2)
Cenab-ı Hakk’ın Sina’dan gelmesinden maksat, Tûr-i Sina’da Hz. Musa’ya Tevrat’ı indirmesi; Sâir’den doğması da Hz. İsa’ya İncil’i vermesidir. Çünkü Hz. İsa Şam’da Sâir civarı köylerinden Nâsıra’da bulunduğu sırada kendisine İncil’in indirildiği bilinmektedir.
Faran dağından parlaması da, Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur’ân’ı indirmesidir. Faran, Mekke’nin bulunduğu dağların eski adlarındandır. Bunun da, onun büyük bir müjdesi olduğu ortadadır. Hz. Peygamber, nübüvvetten önce zaman zaman Mekke yakınlarındaki Hira mağarasına çekilir, orada birtakım ibadetlerde bulunurdu. İşte bu inzivaların birinde vahiy inmeye başlamıştır ki, Tevrat’ın verdiği bu haber de buna uygun düşmektedir.
İncil’in Müjdeleri:
Yuhanna İncil’inde Hz. İsa’nın havarilerine şu tavsiyelerini görmekteyiz:
a. “Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutarsınız. Ben de Rabbe yalvaracağım ve O size başka bir hakikat rûhunu Faraklit’i verecektir; tâ ki, dâima sizinle beraber olsun. Faraklit, öyle bir Ruhu’l-Kudüs’tür ki, Rabb O’nu benim ismimle gönderecektir. O size her şeyi öğretecek ve benim size söylediklerimi de tekrar hatırlatacaktır. Ve olduğu zaman, iman edesiniz diye, olmadan önce size şimdi söyledim. Artık sizinle çok şeyler konuşmayacağım; çünkü bu dünyanın reisi geliyor ve bende onun hiçbir şeyi yoktur.” (Yuhanna 14/15,16,26,29,30)
“Faraklit geldiğinde benim için şahitlik edecektir ve siz de bana şahitlik edersiniz.” (Yuhanna 15/26,27), “Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez. Ama ben gidersem O’nu gönderirim. Faraklit geldiğinde bütün âlemi, hataları sebebiyle kınar ve onları terbiye eder. Size söyleyecek daha çok şeylerim var. Fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat O Hakikat Rûhu gelince, size her hakikate yol gösterecek, zira kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildirecektir.” (Yuhanna 16/7-13)
Yukarıdaki bilgilerden da açıkça anlaşıldığı üzere, Hz. İsa, İsrailoğullarının karakterlerini bildiği için, gelecek olan peygamberin özelliklerini tabilerine anlatmaya çalışmıştır. Özellikle de burada müjdelediği kişinin ismini Faraklit olarak söylemesi, haklı olarak dikkatimizi çekmektedir.
Bu kelimenin aslı üzerinde bir hayli uzun araştırmalar yapan Abdulahad Dâvûd, bunun; en çok hamdeden, şanı en yüksek ve en meşhur kimse manasına gelen, Ahmed isminin tam karşılığı olduğunu tesbit etmiştir. Bu isim, peygamberimizin sıfatları olarak; Hâmid, Hammâd, Muiz, Muhlis mânâlarına da gelmektedir. hristiyanlar da bu kelimeyi, hamdedici veya kurtarıcı anlamında kullanıyorlardır ki, bu da insanları küfürden kurtaran peygamberimize gayet uygun gelmektedir. Hristiyanlığa reddiye yazan Abdullah Tercüman ismindeki ilim adamının müslüman olmasına da Faraklit kelimesi vesile olmuştur.
Yukarıda müjdelenen kimsenin, herkesi şamil bir dininin olacağı ve peygamberlerin getirdiği esasların tümünü yerleştireceği anlaşılmaktadır. Evet, Hz. Peygamberin getirdiği din son dindir ve herkesi şamildir. O’ndan sonra ne bir peygamber ne de bir din gelecektir. Aynı zamanda O’nun getirdiği din, önceki peygamberlerin anlattığı şeylerin asıllarını oluşturmaktadır
İnsanlara her şeyi, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerim’de kendisine vahyettiği üzere öğreten O’dur. “..Biz, Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık..” (En’âm 6/38), “..Biz sana, her şeyi açıklayan, hidayet rehberi, rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olan Kur’ân’ı indirdik.” (Nahl, 16/89) ayetlerine göre de Kur’ân’da hiçbir şey eksik değildir. Hz. Mesih’ten sonra bu sıfatta Hz. Muhammed Mustafa’dan (alâ nebiyyinâ ve aleyhi’s-selâm) başka bir peygamber çıkmadığından, bu haber ancak ona ait olabilir.
Hz. Peygamber, Hz. İsa’nın getirdiği şeyleri onlara yeniden hatırlatmıştır. Gerçek tevhidi ortaya koymuş, teslis, dinde aşırı gitme gibi uygunsuz davranışları yasaklamıştır. Hz. Mesih, fazla konuşmasına gerek kalmadığını, çünkü asıl meseleleri tafsilatıyla konuşacak bir peygamberin geleceğini ve bu peygamberin aynı zamanda dünyanın efendisi olacağını bildirmiştir. Bütün bu sıfatlar da yine İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Muhammed Mustafa’yı göstermektedir.
Onun gelmesi, Hz. İsa’nın gitmesine bağlanmış ve dünyadakileri sakındıracağı söylenmiştir ki, bunlar da Hz. Peygamberi göstermektedir. Allah Resûlü, Hz. İsa’dan sonra gelmiş, bütün bir insanlığı içine düşmüş olduğu kötülüklerden sakındırmıştır. Ehl-i Kitâb’a, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeyip Allah tarafından semâya kaldırıldığı gerçeğini bildirmiş, annesini de zina töhmetinden temize çıkarmıştır.
b. “Göklerin Melekût’u, bir adamın alıp tarlasına ektiği bir hardal tanesine benzer. -O tane ki, bütün tohumların gerçi en küçüğüdür; fakat büyüyünce, sebzelerden daha büyüktür ve ağaç olur; şöyle ki, göğün kuşları gelip onun dallarında yerleşirler.” (Matta 13/31-32)
Burada da Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) nurlu izlerine ve şeriatına telmih vardır. Çünkü İslâm, başlangıçta zayıftı, fakat daha sonra çok kuvvetli hâle gelmiştir.
Kaynak: 99 Soruda Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Muhittin Akgül.