Hazreti Âişe’nin (radıyallâhu anhâ) ifadesiyle Efendimiz, Ramazan-ı Şerif dışında bir ayı kesintisiz oruçla geçirmemiştir. Diğer aylara nispetle Ramazan’ın bu yönden ayrı bir hususiyeti vardır. Efendimiz, insanlara, onların tabiatına uygun bir hayatı talim etmiş ve kendisi de bizzat öyle yaşamıştır. O, tuttuğu oruçla, kıldığı namazla ve sair ibadetleriyle insan tabiatına aykırı bir davranışta bulunmamıştır. Bozulmamış hiçbir fıtrat, Efendimiz’in yapmış olduğu ibadet ü taatı reddetmeye mecal bulamaz. Yine Âişe Validemizden (radıyallâhu anhâ) şöyle rivayet edilmiştir:
“Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bazen o kadar oruç tutardı ki ‘Herhâlde hiç ara vermeyecek.’ derdik. Bazen de oruca o kadar ara verirdi ki ‘Herhâlde hiç oruç tutmayacak.’ derdik. Resulullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan dışında hiçbir ayı bütünüyle oruçlu geçirdiğini görmedim. Hiçbir ayda da Şaban ayındaki kadar oruç tuttuğunu görmedim.” (Buhârî, savm 52; Müslim, sıyâm 175.)
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ibadet ü taatte bulunurken kendi nefsi adına zor olana talip olurdu. Ne var ki başkalarına bakan yönü itibarıyla kendisiyle beraber yürüyen insanların zaafını da hesaba katar, toplumun önünde gözüken insanlara da böyle davranmalarını tavsiye buyururdu. O, bir seferinde şöyle buyurmuştur:
اِقْدِرِ النَّاسَ بِأَضْعَفِهِمْ “İnsanlara, en zayıflarını hesaba katarak muamele edin, zayıfların ayağıyla yürüyün.” (Ebû Dâvûd, salat 40; Nesâi, ezan 32; İbn Mace, ikametü’s-salat 48.)
Böyle buyurup bu minval üzere hareket ettiğinden dolayı ne Recep ne de Şaban ayını aralıksız olarak oruçla geçirmemiştir. Zira O, böyle yapsa, kendisini adım adım takip eden ashab da aynısını yapmaya çalışacak ve kim bilir belki de çoğu bunu başaramayacaktı.
Hatta bir seferinde iftarsız-sahursuz peşipeşine oruç tutmaya (savm-i visal) niyet etmişti. O’nu gören ashabdan bazıları da kendisine tâbi olmak istemişlerdi. Her ne kadar Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) böyle yapmamalarını tavsiye buyursalar da içlerindeki ibadet iştiyakı onların bu tavsiyeyi tutmalarına müsaade etmemişti. Bir gün, iki gün, üç gün derken savm-i visale niyetlenen ashabın iyice takati kesilmiş, belki de Efendimiz’in tavsiyesine uymadıkları için içlerinde pişmanlık hissetmeye başlamışlardı. Onlar bu hâldeyken Efendimiz, “Beni Allah yediriyor ve içiriyor, açlık hissetmiyorum.” (Buhârî, savm 20, 48; Müslim, sıyam 55-56.) buyurduğu gibi orucunu rahatlıkla tutup diğer işlerini yapabiliyordu. Nihayet üçüncü günün sonunda bayramın gelmesiyle rahatlamışlardı. Dolayısıyla Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), hayatî olarak insanı zorlayan bütün âmiller karşısında dağ gibi dimdik ayakta durabiliyordu. Onun bu duruşu aynı zamanda ashab için de hem büyük bir dayanak teşkil ediyor hem de onlara ulaşabilecekleri zirveleri gösteriyordu. Onlar, bu gibi hâdiselerde Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) müthiş iradesini, insanın başını döndürecek azim ve kararlılığını görüyorlardı.
Meselenin fıkhî yönüne gelince, üç aylarda muttasıl oruç tutmak mekruhtur. Çünkü Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) böyle bir şey yapmamıştır. Ne Kur’ân-ı Kerim’in emir ve tavsiyelerinde ne de Allah Resûlü’nün Sünnet’inde böyle bir şeye rastlamamaktayız. Buna rağmen halkın arasında Recep, Şaban ve Ramazan aylarını peşi peşine tutmak gibi bir âdet yerleşmiştir. Bu şekilde tutulan bir orucun neticesini, oruçtan beklenen gayeyle de telif etmek mümkün değildir. Zira kesintisiz oruç tutunca insan bünyesi oruca alışkanlık kazanır. Oruca alışan bir kimse için de oruç tutmakla tutmamak arasında bir fark kalmaz. Onun için, nefsi terbiye adına birtakım mahrumiyetlere katlanma gibi bir hasletten söz edilemez. Bu sebeple insan, sürekli oruç tutmak suretiyle oruca alışmamalı, bazen tutup bazen tutmayarak nefsini terbiye etmeye çalışmalıdır. Zaten Efendimiz’in, sahabe-i kiramın en âbid ve zâhidlerine tavsiye buyurduğu oruç da bir gün tutup bir gün tutmama şeklindedir.
Kaynak: Gufranla Tüllenen İbadet: Oruç, “Üç Aylarda Oruç Tutmak”