Akitte Cehalet Bulunması
Yapılan alışverişlerde veya daha başka sözleşmelerde, hukukî işlem konusunun (mahallü’l-akd) malum (bilinen) ve muayyen (belirlenmiş) olması üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Bu sebepledir ki, başta satım konusu mal olmak üzere, satım bedelinin, vade ve taksit durumunun akit kurulmadan önce net bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Biz genellikle satış akdi üzerinde dursak da, burada bahsedilen hükümler karşılıklı borç doğuran diğer muvazaalı akitler için de geçerlidir. Mesela, kira akdinde kiralanan malın, ücretin ve kira süresinin belli olması gerektiği gibi, havalede havale edilen miktarın, ortaklıkta kârın ortaklar arasında nasıl bölüşüleceğinin, vekâlette vekâlet konusunun net bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir.[1] İbrahim Kâfi Dönmez, “Cehalet”, DİA, 7/221-222.
Cehaletle ilgili hükümlere geçmeden önce, kısaca garar ve cehalet ilişkisi üzerinde durulması faydalı olacaktır. Zira bu iki kavram arasında ciddi bir benzerlik ve iç içelik vardır. Hatta bazı İslâm hukukçuları bu iki kavramı aynı mânâda ve birbiri yerine kullanmışlardır. Klasik fıkıh kitapları kazuistik bir metot takip ederek akitle ilgili hükümleri örnekler üzerinden ele aldıklarından, bu iki terimin tanım ve mahiyeti net bir şekilde ortaya konulmamış ve konuyla ilgili fakihler arasında da farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Hakikaten garar ve cehalet arasında gerek tanım gerekse akde olan etkisi açısından bir benzerlik bulunsa da, bunlar arasında bir mahiyet farklılığının bulunduğu da bir gerçektir. Bu farklılığı gösterme adına Karafî’nin konuyla ilgili açıklamalarını vermekle iktifa edeceğiz. Ona göre gararla cehalet arasında şöyle bir farklılık bulunmaktadır: Garar, elde edilip edilemeyeceği veya mevcut olup olmayacağı belirsiz olan bir şeyin satımını ifade ederken cehalet, varlığı bilinen fakat özellikleri ve vasıfları bilinemeyen şeyin satımını ifade etmektedir. Karafî, havadaki kuşun veya denizdeki balığın satışını garara misal verirken, elbise altına saklanan bir malın satışını ise cehalete misal vermiştir. Zira satışa konu olan bu mal elde mevcut olsa da onun ne olduğu ve sahip olduğu özellikler bilinmemektedir. Bu açıdan garar ve meçhul arasında “umum-husus min vech” ilişkisi vardır. Bir akitte bunların her birisi yalnız başına bulunabileceği gibi, her ikisinin birlikte bulunması da mümkündür. Karafî, kaçmadan önce özellikleri bilinen ve kaçıp kaybolmuş kölenin satışını sadece garara, görülen fakat cam veya yakut olduğu bilinemeyen bir taşın satışını cehalete, satmadan önce özellikleri bilinemeyen ve daha sonra kaçmış olan bir kölenin satışını ise garar ve cehaletin birlikte bulunmasına misal vermiştir.[2]Karafî, el-Furûk, 3/265.
Akitte bulunan az cehalet akdin sıhhatine mâni olmasa da, çok cehaletin akdin sıhhatine mâni olacağı konusunda fukaha arasında ittifak vardır. Bu konuda tarafların anlaşmış olmalarının da bir önemi yoktur. Cehaletin akdi fasit kılmasının sebebi, nizaa sebebiyet verecek durumların, aldatılmanın ve dolayısıyla haksız kazanç sağlamanın önüne geçmektir. Zira akitte bulunan bir cehalet, tarafların tam olarak ne alıp sattıklarından habersiz olmalarını netice verecektir. Bu durumda gerçek bir rızadan bahsetmek de mümkün değildir.
İşte bu sebepledir ki İslâm hukuku, yapılan alışverişlerin bütün yönleriyle bilinir olmasını şart koşmuştur. Dolayısıyla satılan bir malın, varlığı, cinsi, türü, vasıfları ve miktarı açık bir şekilde tespit edilmesi gerektiği gibi, ödenecek bedelin, vadeli ise vade süresinin de tespit edilmesi gerekmektedir. Buna göre bir insanın bir tayine gitmeden, sürüdeki herhangi bir koyunu bir başkasına satması caiz değildir. Hanefi mezhebinde bu tür bir satış fasittir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bey’u’l-hasâ diye isimlendirilen cahiliye alışverişini yasaklamıştır. Bu satış şöyle gerçekleşiyordu: Taraflar fiyat üzerinde anlaştıktan sonra, müşteri mal gurubunun üzerine bir taş atıyor ve taş hangi eşyaya denk gelirse onu alıyordu. Satılan mal hakkında cehalet içerdiğinden dolayı böyle bir satış yasaklanmıştır.
Mebi’in cinsinin bilinmemesi de akdi fasit kılar. Mesela bir kimsenin avucunda veya cebinde ya da örtü altında bulunan bir malı karşı tarafa satması gibi. Cinsi bilinmeyen bir malın, türü ve vasıfları da bilinemeyeceğinden dolayı bu tür bir satış, cehalet türlerinden en çok bilinmezlik taşıyan satış olarak görülmüştür. Böyle bir satışın geçersiz olduğu konusunda İslâm hukukçuları arasında görüş birliği vardır.
Satılan malın cinsi bilindiği halde türünün bilinmemesi de bir başka cehalet çeşididir. Mesela bir insanın başka birisine “bir araba” veya “bir hayvan” satması gibi. Bu konudaki bir bilgisizlik de daha sonra taraflar arasında ciddi bir nizaa sebebiyet vereceğinden dolayı geçersiz sayılmıştır.
Satışa konu olan bir malın sıfatlarının bilinmemesi de, yasağa konu olmuştur. Mesela yerde gömülü olan soğan, sarımsak, patates ve havuç gibi sebzelerin satışını buna misal verebiliriz. Hanefiler müşteriye muhayyerlik hakkı tanındıktan sonra bu tür satışların caiz olacağını söylerken, Şafiî ve Hanbeliler, topraktan çıkarılmadığı sürece bu tür ürünlerin satışını caiz görmemişlerdir.
Cehalet türlerinden bir diğeri de satılan malın miktarının bilinmemesidir ki, Hanefiler böyle bir akdin fasit olacağını söylemişlerdir. Böyle bir satış nizaa sebebiyet verebileceği gibi, ribevî mallarda tarafların faize girme ihtimalleri de vardır. Hadislerde hurmanın kuru hurmayla tahminen değişimi (müzâbene) ve tarlada bulunan başaktaki taze ekinin kendi cinsinden belli miktardaki kuru buğday karşılığında götürü usulle değişimi (muhâkale) hadislerde yasaklanan alışveriş çeşitleridir. Zira ağaçtaki bir hurmanın veya başaktaki bir ürünün miktarını ölçmek mümkün olmadığından, burada bir cehalet söz konusudur. Ayrıca bedellerdeki fazlalık ihtimalinden dolayı, burada faiz endişesi de vardır. Konuyla ilgili İbn Abbas’ın rivayet etmiş olduğu şu hadis-i şerif de aynı konuya işaret etmektedir: “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) olgunlaşıncaya kadar meyvenin ağacında, yünün kırpılmadan önce hayvanın sırtında ve sütün de sağılmadan önce hayvanın memesinde iken satılmasını yasaklamıştır.”[3]Buharî, Büyû 82, 83, 97; Müslim, Büyû 51, 51.
Bey’ü’l-cüzaf diye isimlendirilen götürü usulü satış da bu kapsamda değerlendirilmiştir. Cüzaf veya mücazefe, ölçüp tartmadan veya saymadan tahmin ve göz kararıyla yapılan satıştır. Her ne kadar böyle bir satışta malın miktarı tam olarak tespit edilemediği için bir cehalet bulunmuş olsa da, ticari hayatta böyle bir satışa ciddi ihtiyaç duyulduğundan istisna olarak bu satış çeşidi meşru görülmüştür. Mesela mecliste hazır bulunan bir çuval patatesin veya bir römork karpuzun tartılmadan satışını buna misal verebiliriz. Fakat ribevî malların kendi cinsleriyle götürü usulüyle satışı caiz görülmemiştir. Mesela bir çuval buğdayın başka bir cins bir çuval buğday karşılığında satışı caiz değildir. Zira bu iki çuval arasında miktar farklılığı olduğu takdirde bu, faiz olur. Ribevî mallarda asıl olan, eşit miktarda değişimleridir.
Satışa konu olan maldaki cehaletin giderilmesinin başlıca yolu malı müşteriye göstermektir. Fakat bazı durumlarda sadece görmek yetmeyebilir. Mesela satışa konu olan mal bir araba ise binmek, gıda maddesi ise tatmak, koku ise koklamak vs. gerekir. Fakat satışa konu olan mal misli mallardan (buğday, mısır vs.) ise, bunun cinsini, türünü ve vasıflarını anlatmak da yeterli olur. Aynı şekilde misli malların satışında, satılacak malın numunesinin gösterilmesiyle de cehalet ortadan kalkmış olur. Zira önemli olan satılan mal hakkında tarafların yeterli bilgiye sahip olmalarıdır. Hiç şüphesiz bunun da farklı yolları vardır. Fakat Şafiîler mutlaka mebi’in görülmesini şart koşmuşlardır. Şayet bir mal görülmeden satıldıysa, alıcının görme muhayyerliği olur. Yani akit yapılmış olsa bile, alıcı malı gördükten sonra isterse akdi feshedebilir. Şafiîler ise böyle bir satışı geçersiz saymışlardır. Hanefiler genel itibarıyla cehalet bulunan akitleri fasit saymışlar ve bu cehaletin izale edilmesiyle akdin tekrar sahih hâle döneceğini ifade etmişlerdir.[4]Necmeddin Güney, “İslâm Borçlar Hukukunda Satım Akdinin Konusuna Dair Cehâlet ve Akde Etkisi”,İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sayı: 16, s. 494-496; Hamdi Döndüren, … Okumaya devam et
Dipnotlar
⇡1 | İbrahim Kâfi Dönmez, “Cehalet”, DİA, 7/221-222. |
---|---|
⇡2 | Karafî, el-Furûk, 3/265. |
⇡3 | Buharî, Büyû 82, 83, 97; Müslim, Büyû 51, 51. |
⇡4 | Necmeddin Güney, “İslâm Borçlar Hukukunda Satım Akdinin Konusuna Dair Cehâlet ve Akde Etkisi”,İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sayı: 16, s. 494-496; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, s. 183-184. |