“Onları, yaklaşan o müthiş güne karşı uyar. Yürekler ağıza gelir, yutkunur da yutkunurlar. O zâlimlerin ne dostları, ne de sözüne itibar edilir şefâatçileri olur.” (Mü’min, 40/18).
Âyette “zâlimler” için şefâatçi bulunmayacağı bildirilmişti. Burada konuyu daha da netleştirebilmek için Kur’ân’daki zulm kavramına temas etmemiz yerinde olacaktır:
Arapça’da zulm kelimesi “bir şeyi asıl yerine değil de başka bir yere koymak”, “haddi aşmak”, “istikâmetten ve asıl maksattan sapmak” anlamlarına gelmektedir.[1]İbn Manzûr, XII/373.
Kur’ân’daki zulm kavramını ise Râğıb el-İsfahânî şöyle özetlemektedir:
“Kur’ân’da zulm kelimesi hem büyük hem de küçük günah için kullanılmıştır. Meselâ Kur’ân, Hz. Âdem (Bakara, 2/35) için, hem de İblis (Kehf, 18/50) için –her ne kadar bu iki zulüm arasında büyük fark bulunsa da– zâlim nitelemesini yapmıştır. Âlimler zulmü üç kısma ayırmışlardır:
Birincisi, insan ile Allah arasında cereyan eden zulümdür ki, bu zulmün en büyüğü küfür, şirk ve nifaktır. Bu nedenle Allah, “Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür” (Lokman, 31/13) buyurdu. Yine bunu kastederek “Dikkat edin! Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir” (Hûd, 11/18) demiştir. Kezâ bu mânâda “Allah’a karşı yalan söyleyenden daha zâlim kimdir?” (Zümer, 39/32) buyurmuştur.
İkincisi, insan ile hemcinsleri arasındaki zulüm. “Bir kötülüğün karşılığı bir kötülüktür…ilh”, (Şûrâ, 42/40), “Allah, zâlimleri sevmez” (Âl-i İmrân, 3/140), “kim mazlûm olarak katledilirse” (İsrâ, 17/33) gibi âyetlerde geçen zulümler bu cümledendir.
Üçüncüsü de, kişi ile kendisi arasında cereyan eden zulümdür. “Onlardan bir kısmı, kendine zulmetmiştir” (Fâtır, 35/32), “Ben, kendime zulmettim” (Kasas, 28/16), “Hani onlar nefislerine zulmetmişlerdi” (Nisâ, 4/64), “yoksa zâlimlerden olursunuz” (A’râf, 7/19), “Kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur” (Bakara, 2/231) gibi âyetler de zulmün bu nev’ini anlatır.
Râğıb el-İsfahânî, aslında bu üç tür zulmün hakikatte nefse zulme ircâ edilebileceğini ifade eder ki[2]Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, s. 470-71. doğru bir tesbittir. Zira insanoğlu, kime karşı ne yaparsa yapsın âhirette, ceza veya ödülünü bizzat kendisi görecektir. Yani daha açık bir ifadeyle “İnsan ne yaparsa kendisine yapar.” diyebiliriz.
Önde gelen müfessirlerimizden Kurtubî bazılarının zulm ve zalim kelimesini geniş kapsamda ele alarak, onların şefâati reddeden söylemlerine karşı şöyle der:
“Bazıları bu âyetle ilgili olarak dediler ki, “kebâir/büyük günah işleyenler zâlimdirler ve kim de bir kötülük yaparsa karşılığını mutlaka görür, ondan şefâat de kabul edilmez.” Bize göre ise bu âyetler bütün zâlimler için genel değildir ve kullanılan kalıp, umum ifade etmez ki, her kötülük yapanı içine alsın. Burada kastedilenler, aslında müminler değil, kâfirlerdir. Bunu desteklemek üzere gelen haberler mevcuttur. Nitekim, Allah bazı toplumlar için şefâati öngörürken, bazılarından da kabul etmeyeceğini bildirmiştir. Şefâat kâfirlere değil, müminlere fayda verecektir. Müfessirler, “Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefâat kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hem onlara yardım da edilmez.” (Bakara, 2/48) âyetindeki ‘nefs’ten muradın, kâfir nefs olduğu konusunda fikir birliği halindedirler. Biz her ne kadar azabın tüm zâlim ve âsiler için söz konusu olacağını söylemiş olsak da, müminler ateşte ebedî kalacaklardır diyemeyiz. Zira bu konuda delilimiz, “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, ama bunun altındaki diğer günahları, dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisâ, 4/48) ve “Allah’ın rahmetinden aslâ ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü, kâfirler gürûhu dışında hiç kimse, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” (Yusuf, 12/87) âyetleridir.
Eğer itiraz edenler, Allah: “Onlar, ancak Allah’ın râzı olduğu kimselere şefâat ederler” buyurdu. Fâsık da Allah’ın râzı olmadığı kimsedir. Dolayısıyla, ‘fasıklara şefâat edilemez’, derlerse cevabımız şöyle olur:
“Dikkat edilirse Allah râzı olmak fiilini, gelecek zaman kipiyle, yani “râzı olacağı kimseler hariç” dememiş, aksine geçmiş zaman kipi kullanarak “râzı olduğu kimseler hâriç” buyurmuştur. Allah’ın şefâat için râzı olduğu kimseler ise “Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefâat edemez.” (Meryem, 19/87) âyetinin gösterdiği üzere tevhid ehlidir. Nitekim bu âyetle ilgili olarak, Allah Rasûlü’ne “Allah’ın yaratıklarıyla olan ahdi nedir? diye sorulmuş, cevap olarak da “O’na inanmaları ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır” buyurmuştur.
Müfessirler, “Tevbe edenleri ve Senin yoluna uyanları bağışla” (Mü’min, 40/7) âyetini şirkten tevbe edenler diye tefsir etmişler, yoldan maksadın ise müminlerin yolu olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre melekler, Allah’tan onların şirk dışında kalan günahlarını bağışlamasını taleb etmişlerdir; çünkü Allah şirk dışındaki günahları bağışlayabileceğini beyan etmektedir. (Nisâ, 4/48)
İtiraz edenler eğer, “Ümmetin tamamı Hz. Peygamber’in şefâatini isterler. Şayet sadece kebâir ehli için olsaydı meleklerin bu istiğfar talebi anlamsız olurdu.” diyecek olurlarsa, onlara cevabımız şudur:
“Her Müslüman, Hz. Rasûlullah’ın şefâatinin kendisine de erişmesini ister. Çünkü Müslüman, günahlardan sâlim olmadığına inanır ve Allah’ın yüklediği tüm mükellefiyetleri tam yerine getiremediğinin bilincindedir. Hatta her mümin kendi noksanlığını itiraf eder. Bu nedenle cezadan korkar ve bu bağlamda Allah Rasûlü buyurur ki: “Hiç kimse, Allah’ın rahmeti olmaksızın kurtulamaz.” Sen de mi ey Allah’ın Rasûlü denilince “Evet ben bile, ancak Allah’ın rahmetiyle beni kuşatması sayesinde kurtulabilirim.”[3]el-Kurtubî, I/378
Âyet hakkında Tefhîmu’l-Kur’ân’da ise şu yorum yapılmaktadır:
“Burada kâfirlerin “şefâat” hakkındaki inanç ve tasavvurları reddedilmektedir. Zâlimlerden şefâat eden olmayacaktır. Çünkü şefâat etme hakkı sadece sâlih kullara verilecektir. Allah’ın sâlih kulları ise, zalim, fâsık ve fâcir kimselerle dost olamayacakları için onlara şefâatte de bulunamazlar.”[4]Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, V/139.
Âyet üzerindeki yorumları şöyle değerlendirmemiz mümkündür: Âyette belirtilen zâlimler ifadesinin anlamı, küfür ve şirk üzere ölen insanlardır. Yoksa günaha girmek anlamındaki kendi kendilerine zulmedenler değildir. Buna göre, küfür ve şirk içinde ölen insanlar için kesinlikle şefâat söz konusu olmayacaktır. Ancak mümin olmakla birlikte şirk ve inkâr dışında bazı günahlarla Allah’ın huzuruna varanların şefâat ile kurtuluşa ermeleri imkân dâhilindedir.
Kaynak: Dr. Mesut Erdal, 40 Soruda Şefaat İnancı
Dipnotlar