İslâm’ın, üzerine bina edildiği temel unsurlardan biri de zekâttır. Zekât, kelime olarak temizlemek ve artmak gibi anlamlara gelir. Istılahtaki manasıyla ise zekât, belli miktardaki malın, belli kimseler tarafından, verilmesi gereken yerlere verilme işine denilmektedir. Sadaka, infak ve öşür gibi kavramlar da belli şartlar dâhilinde zekât kelimesi yerine kullanılabilmektedir.
Öncelikle zekât, sadece mâlî bir yardımlaşma değil, namaz, oruç ve hacc gibi bir ibadettir. İnanan bir insan, onunla Rabbi’nin emirlerini yerine getirmekte ve bunun neticesinde de, ahireti adına ‘sevap’ kazanmaktadır. Sevap ise, kişinin sadece dünyada yaptıklarıyla karşı karşıya kalacağı, ahiret hayatını şekillendiren en önemli unsurdur. Cennet veya cehennem, sevabın günaha oranı nispetinde gidilecek ölüm sonrasına ait mekânlardır.
Namaz ve oruç gibi ibadetler bedenle yerine getirilirken, zekât, sadece malla ilgili bir ibadettir ve belli bir zümre yerine toplumun bütün fertlerinin refah ve sosyal statüsünü yükseltmeye yönelik bir organizasyonu ifade etmektedir. O, diğer sistemlerde olduğu gibi sadece ‘tavsiye edilen’ bir yardımlaşma müessesesi değil, aksine dinin üzerine bina edildiği bir rükün, ana umdelerden bir umde ve namaz, oruç, hac gibi dört ibadet çeşidinden birinin adıdır.
Aynı zamanda zekât, fakirin zengin malı üzerindeki haklarından biridir. Bu hakkı tespit eden de, mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Dolayısıyla zengin, malının zekâtını verirken, fakiri minnet altında bırakması muhtemel zemin ortadan kaldırılmıştır.
Şartları itibarıyla zekâtı vermekle mükellef olan kimsenin, onu vermeme gibi bir lüksü yoktur. Aksi halde bu, hem dünyevî hem de uhrevî bir cezayı gerektirmektedir. Hz. Ebû Bekir döneminde, namaz kılıp da zekât vermek istemeyenlere karşı takınılan tavır (Bkz. Buharî, iman, 1, 17; i’tisam, 2, 28; zekât, 1, 40; Müslim, iman, 19-21, 36; Ebu Davud, zekât, 1, 4; Nesai, zekât, 4) ve bu insanların ahiret hayatında karşılaşacakları uhrevî cezalar (Bkz. Tevbe, 9/34; Al-i İmran, 3/180; Buharî, zekât, 3, 4; Müslim, zekât, 24) bunun açık bir göstergesidir.
Zekâtın Tarihçesi
Zekât, sadece İslâm dininin ortaya koyduğu bir ibadet değil, tarih boyunca devam edegelen temel bir uygulamadır. Konuyla ilgili ilahi kitaplara bakıldığında, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavî dinlerde de benzeri uygulamaların varlığı dikkat çekmektedir. Tevrat ve İncil’e bu açıdan bakıldığında, fakirin korunup kollanması, genel manada cömertlik ve bununla ilgili detaylarla sadaka vermeyi ifade eden birçok emir ve tavsiyenin yer aldığı görülecektir.[1]Bkz. Süleyman’ın Meseleleri, 10/4; 14/31; 19/17; 22/16; 28/27; 31/9; Mezmurlar, 13/6; 22/24; Eyub,29/12,16,17; Tensiye, 15/7-12; Işaya, 58/10; Matta, 6/1-3, 19-22, 21,34; Rasullerin İşleri, … Okumaya devam et
Hatta toprak mahsullerinden alınacak miktarın ‘ondalık’ olarak nitelendirilmesi ve İslâm’daki ‘öşür’ uygulamasıyla örtüşmesi oldukça çarpıcıdır. (Bkz. Matta, 23/23)
Kur’ân, Hz. İshak, Ya’kub, İsmail, Şuayb gibi peygamberlere namaz yanında zekâtı da emrettiğini anlatmaktadır.[2]Bkz. Enbiya, 21/73; Meryem, 19/55; Beyyine, 98/5; Hûd, 11/87. İsrailoğullarından da benzeri sözler aldığını (Bkz. Bakara, 2/83) ifade eden Kur’ân, ‘Sağ olduğum müddetçe bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti.’ şeklinde konuşan beşikteki İsa’nın (aleyhissalatu vesselâm) ifadelerine yer vermekte (Bkz. Meryem, 19/30-33) bunların her birinde zekâtın varlığını tescil etmektedir.
Bütün bunlardan da anlaşıldığı üzere namaz ve zekât, Allah’a kulluk anlamında bütün dinlerde vazgeçilmez birer esastır. Muhteva ve şekil itibarıyla belli dönemlerde farklılık arz etme ihtimali olsa da, temelde namaz yanında zekâtın sürekli var olması, aynı zamanda bu iki ibadetin Allah katında ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası
Dipnotlar
⇡1 | Bkz. Süleyman’ın Meseleleri, 10/4; 14/31; 19/17; 22/16; 28/27; 31/9; Mezmurlar, 13/6; 22/24; Eyub,29/12,16,17; Tensiye, 15/7-12; Işaya, 58/10; Matta, 6/1-3, 19-22, 21,34; Rasullerin İşleri, 10/2-4, 31; Luka, 12/33, 41; I. Korintosululara, 13/3; İbranilere, 13/5. |
---|---|
⇡2 | Bkz. Enbiya, 21/73; Meryem, 19/55; Beyyine, 98/5; Hûd, 11/87. |