İçindekiler
Zıhar da îlâ gibi bizim toplumumuzda az bilinen ve uygulanmayan bir boşama çeşididir; fakat evliliği sona erdiren bu yöntemler İslâm hukukunda bulunduğu ve daha önemlisi haklarında âyet ve hadisler yer aldığı için genel bir malumat vermenin faydalı olacağını düşündük.
Zıhar, uygulama bakımından îlâya çok benzer çünkü o da îlâ gibi erkeğin belli lafızlarla karısına yaklaşmayı kendisine haram kılmasıdır. Zıhar da îla gibi Cahiliye’de uygulanan bir âdettir. Cahiliye toplumunda bir erkek, karısına “Sen bana anamın sırtı gibisin.” diyerek onu kendisine ebediyen haram kılar ancak boşamazdı. Bu yönüyle o boşamanın en ağır şekliydi. Tabii bu arada mağdur olan da kadın olurdu. İşte İslâm bu uygulamayı yasaklamış ancak yasak olmasına rağmen zıhar yapanlar için de bazı müeyyideler vaz’ etmiştir.
Tanımı
Arapça bir kelime olan zıhar, sırt manasına gelen “zahr” kelimesinden türemiş bir mastardır. Zıharın ıstılahî manası ise; bir erkeğin, karısını nikâhı kendisine ebediyen haram olan bir kadına veya onun bakılması haram olan bir uzvuna benzetmesi demektir.[1] Ali el-Kârî, Feth-u Bâbi’l-İnâye, 2/147.
Meşruiyeti
Mücâdele Sûresinde geçen zıhar âyetlerinin nüzul sebebi olarak gösterilen hâdise şu şekilde cereyan etmiştir. Havle binti Mâlik b. Sa’lebe’ye (radıyallahu anhâ) kocası Evs b. Sâmit zıhar yapınca Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) gitmiş ve kocasını şikayet etmiştir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ise henüz bu konuda indirilmiş bir hüküm olmadığı için ona Allah’tan korkmasını ve Evs’e iyi davranmasını söylemiştir. Ancak Hz. Havle ısrarına devam etmiş ve bu arada şu âyet-i kerîmeler nazil olmuştur:
“Kocası hakkında sana başvurup tartışan ve hâlini Allah’a arzeden o kadının sözlerini elbette Allah işitti. Allah sizin konuşmalarınızı dinliyordu. Şüphesiz Allah Semî’dir, Basîr’dir (her şeyi işitir ve görür). İçinizden kadınlar hakkında zıhar yapanlar bilsinler ki onlar kendilerinin anneleri değildir, onların anneleri sadece kendilerini doğurmuş olanlardır. Onlar gerçekten çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Bununla beraber, Allah’ın affı ve merhameti çoktur (geçmiş durumlar hakkında tevbe edenleri affeder.)
Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. Buna imkân bulamayan kimse, temaslarından önce, iki ay ara vermeksizin oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurmalıdır. Bu hükümler Allah’ı ve Resûlünü tasdik ve onlarla amel edip Cahiliye uygula-malarını redd etmeniz için konulmuştur. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Kâfirler için gayet acı bir azap vardır.” (Mücadele Sûresi, 58/1-4.)
Vahiy üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile Hz. Havle arasında şu konuşma geçmiştir.
— Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kocan bir köle âzâd eder.” buyurdu.
— Ben: “Onun kölesi yok!” dedim.
— Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam): “Öyleyse ard arda iki ay oruç tutar” dedi.
— Ben tekrar: “Ey Allah’ın Resûlü, kocam çok Boşanma yaşlıdır, oruca tahammül edemez!” dedim.
— “Öyleyse, dedi, altmış fakir doyursun!”
— “Onun elinde, sadaka olarak verecek hiçbir şeyi yok, (nasıl altmış fakir doyuracak?)”
— “Öyleyse, dedi, ona ben yardım edeyim. Şu bir arak hurmayı al götür!”
— “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, diğer bir arak’ı da ben verip ona yardım edeyim.”
— “Güzel söyledin, dedi, git bunlarla ona bedel altmış fakiri doyur. Sonra da (eski nikâhınla) amcaoğluna (kocana) dön!”[2] Ebû Dâvud, talâk 17. Ravi bir arakın altmış sa’ miktarında bir ölçek olduğu- nu belirtmiştir.
Kullanılan Lafızlar
Bu lafızlar sarih (açık) veya kinayeli olabilir. Sarih olursa niyete ihtiyaç olmaksızın zıhar gerçekleşir. Kinaî lafızlarda ise niyet aranır. Mesela bir zevcin zevcesine hitaben: “Sen bana anamın sırtı gibisin”, “Sen bana kız kardeşimin batnı gibisin” vs. sözleri açık olup bunlarla zıhar gerçekleşmiş olur. Ancak “Sen bana anam gibisin” sözü kinai bir sözdür; çünkü erkek karısını başka bir yönden annesine benzetmiş olabilir. Ancak bu sözü zıhar kastıyla söylediyse artık kefaret ödeyinceye kadar karısı kendisine haram olur.[3] Ali el-Kârî, Feth-u Bâbi’l-İnâye, 2/149.
Şartları
- Diğer boşama çeşitlerinde olduğu gibi burada da erkeğin akıllı ve ergin olması gerekir. Deli, bunak, uyuyan, çocuk gibi kimselerin zıhar yapmaları sahih olmasa da hata edenin, kendisine zor kullanılanın (mükrehin) ve sarhoşun zıharı muteber kabul edilmiştir.
- Zıhar yapan, erkek olmalıdır. Hanefîlerde esas alınan görüşe göre kadının kocasına karşı zıhar yapması muteber değildir.
- Kadının nikâh bağı devam ediyor olmalı veya ric’î talâktan dolayı iddet bekliyor olmalıdır.
- Zıhar yapan Müslüman olmalıdır çünkü gayrimüslimler zıhar neticesinde ödenen kefarete ehil değillerdir.
- Kadının benzetilen yanı, ya tamamı ya da onun yarısı, üçte biri, dörtte biri gibi cüzü veyahut da boyun, baş gibi bedenin tamamını temsil eden bir uzvu olmalıdır. Benzetilen kadının eli, ayağı, tırnağı, saçı vs. olursa, zıhar muteber olmaz.
- Kendisine benzetilen kadın olmalı ve bu kadın, erkek için evlenilmesi haram kılınanlardan olmalıdır.[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 2/314-315. Anne, kız kardeş, teyze, hala vs.
Hükmü
Zıharda bulunan bir erkeğin kefaret ödeyinceye kadar eşine yaklaşması, onu öpmesi, ona dokunması vb. fiiller haramdır. Zıhar, kefaret ödemekle son bulur ve artık kocanın eşine yaklaşması helâl olur. Eğer erkek kefaret ödemeden eşiyle birleşirse, haram bir fiil işlemiş olacağından Allah’a tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Bu durumda ilk kefaretin dışında başka bir şey gerekmez. Bu mutlak zıharın hükmüdür.[5] Meydânî, el-Lübâb, 2/191.
Eğer zıhar belli bir vakitle kayıtlanmışsa, bu vaktin bitmesiyle sona erer. Bu süre içinde erkek eşine yaklaşmazsa kefaret ödemesi de gerekmez. Mesela bir erkek karısına “Sen bana bir ay boyunca validem gibisin” derse bir ayın dolmasıyla zıhar hükmü de biter ve kefaret de gerekmez çünkü zıhar yemin gibidir.
Zıhar kefareti âyet-i kerîmeyle tespit edilmiştir. Buna göre kocanın tekrar karısıyla birlikte olabilmesi için köle azad etmesi, bu mümkün olmazsa iki ay aralıksız oruç tutması, buna da güç yetiremeyen kimsenin altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurması gerekir.[6] Meydânî, el-Lübâb, 2/193-195.
Dipnotlar
⇡1 | Ali el-Kârî, Feth-u Bâbi’l-İnâye, 2/147. |
---|---|
⇡2 | Ebû Dâvud, talâk 17. Ravi bir arakın altmış sa’ miktarında bir ölçek olduğu- nu belirtmiştir. |
⇡3 | Ali el-Kârî, Feth-u Bâbi’l-İnâye, 2/149. |
⇡4 | Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 2/314-315. |
⇡5 | Meydânî, el-Lübâb, 2/191. |
⇡6 | Meydânî, el-Lübâb, 2/193-195. |