İslam’dan önceki cehalet devrinde evdeki mahrem hayatı koruyacak herhangi bir kural yoktu. Müşrikler her an istedikleri eve ve odaya izinsiz girebilir, tesettürsüz şekilde de yüz yüze gelmekte mahzur görmezlerdi… Medineli bir Müslüman hanım bir gün Peygamberimiz’e gelerek:
Ya Resulallah! dedi, günün her hangi bir saatinde biri kapımdan odama dalabiliyor, görünmek istemediğim bir halde beni görebiliyor. Artık bir ikaz yapsanız da, kimse kimsenin evine, odasına izinsiz girmese, istemediği bir görüntü içinde iken görmese…
O sıralarda bir teklif de Hazreti Ömer’den (ra) geldi:
Ya Resulallah, beni çağırması için evime gönderdiğiniz çocuk, izin istemeden yattığım odamın içine kadar girdi, beni üzerim açık halde gördü. Keşke Rabbimiz bir yasak koysa da evimize, odamıza kimse izinsiz girmese, kimse kimseyi tesettürsüz bir halde iken görmese!.. İşte buna benzer isteklerin çoğaldığı sıralarda Nur Sûresi’ndeki aile hayatını koruma kuralları koyan izin ayetleri peş peşe geldi. Şu şekilde kurallar koyuyordu gelen ayetler:
Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere girmek istediğinizde, önce izin isteyerek selam verin, izin verilirse içeriye girin! Verilmezse geriye dönün. İzin verilmeyen eve girmeyin. Kendi evinizin içindeki hane halkı da, birbirinin odalarına geceleri izinsiz girmesinler. Gündüzleri de istirahat anlarında üzerlerinin açık olabileceği vakitlerde habersiz odaya dalmasınlar! Sizin için doğru ve hayırlı olan budur!.. (Nur, 24/27-28)
Bu mealdeki diğer ayet ve hadislerle artık cehalet devri pervasızlıkları yasaklanıyor, Müslüman’ın aile hayatı korumaya alınıyor, eve ve odaya girme kuralları konuyordu.
Artık İslam terbiyesinde, dışarıdan gelen birinin izinsiz eve dalması yasaktı. Yabancılar önce hem de üç defa dışarıdan izin isteyecek, içeriden gelen sesle izin verilirse girecek, verilmezse, dönüp gidecek, üçten fazla izin isteme ısrarında da bulunamayacaktı.
Ayrıca, kapı tıklatarak, yahut da selam vererek izin isterken, kapının tam önünde değil de, sağına yahut da soluna çekilerek beklenecek, içeriden kapıyı açanı ansızın istemediği halde görmeyecek, evin içini hazırlıksız halde seyretmek gibi bir rahatsızlığa da sebep olunmayacaktı…
Bir diğer konu da, içeriden “kimsiniz?”diye gelen tanıma sorusuna belirsiz bile kelimeyle “benim”denmeyecek, “ben falanım, filanı görmek için geldim”şeklinde tanıtıcı bilgi vererek izin istenecekti…
İslam’ın getirdiği bu sosyal hayatı yeniden düzenleme kuralları Medine’de büyük bir memnuniyetle uygulanırken meselenin iyi anlaşılmasına sebep olacak yeni olaylar da yaşanmıyor değildi.
Bir defasında Efendimiz bir sahabesini ziyarete gelmişti. Kendini tanıtıp kapıdan üç defa selam verdiği halde içeriden selamı alan bir ses duymayınca geriye dönmüş, gidiyordu ki, evden çıkan Saad bin Ubade, koşarak yetişip:
Ya Resulallah! dedi, ben evdeydim, selam duanızı fazla alayım diye kısık sesle cevap verdim. Lütfen gitmeyin, diyerek Efendimiz’i yoldan çevirip evine götürmek istedi. Tevazuda da örnek veren Efendimiz isteksizlik göstermeden Saad’ın evine geri döndü, ziyaretini yaparak memnun etti.
En mühim bir soruyu da bir başka sahabi şöyle sordu. Dedi ki:
Ayetler hane halkının dahi geceleri birbirlerinin odalarına izinsiz girmelerini yasaklıyor, şimdi ben anamın odasına da mı izinle gireceğim?
Efendimiz bu soruya da üzerine basa basa cevap verdi:
Evet, geceleri istirahate çekildikten sonra anan da olsa odasına ancak izinle gireceksin! İzinsiz girmek yoktur!..
Böylece İslam’da aile mahremiyetinin dokunulmazlığı kesinleşmiş oluyordu. Artık kimse kimsenin evine, odasına izinsiz giremez, tesettürsüz görüntüsünü göremez, hissî sapmaya sebep olacak bakışlarla yüz yüze gelemezdi. Hane halkı içinde de olsa mahremiyete riayet edilecek, hürmet hissi, saptırılmadan korunacaktı.
Bu türlü dini disiplinler Müslüman’ın aile hayatını tam bir emniyet altına aldı. Hissî ve ahlakî dejenerasyon böylece önlenmiş oldu. Bu disiplinden mahrum yabancılarda görülen aile içi hissî sapmalar, ahlakî bozulmalar Müslümanlarda görülmedi. Bu sebeple de yabancılar: “Müslümanlarda aile yapısı çok sağlam, kolay yıkılmıyor”diye itiraf etmekten kendilerini alamadılar.
Bir gün sahabeden Hazreti Cabir, Efendimiz’in kapısına gelip, ‘Esselamü aleyküm, ben geldim!’ diyerek izin istedi. Bu tür izin isteyişi hoş görmeyen Efendimiz şöyle düzeltmede bulundu: Niçin kendini tanıtmadan sadece ‘ben geldim’ diyorsun? Sen kimsin nasıl bilinecek? Önce kendini tanıt, sonra izin iste!..
Ahmet Şahin