Allah’ı Ne Kadar Zikretmeliyiz Ya da Zikir Ne Ölçüde Olursa Yeterli Denebilir?
Zikir; anma-hatırlama, belli duaları belli bir sayı ve şekilde okuma, Allah’ı dil ve kalb ile yâdetme ve hayatı duyarak yaşayıp varlığın koridorlarında gezerken hemen her nesneden Allah’a ait bir mesaj alma demektir. Her ne kadar zikir dendiğinde, Esmâ-i Hüsnâ’dan bazılarını veya bir kısım duaları tekrar etme anlaşılıyorsa da asıl olan kalb ve latîfe-i Rabbâniye’nin bu hatırlama ve anmaya bağlanmasıdır.
Dille yapılan zikirde özellikle Cenâb-ı Hakk’ın isimleri tekrar edilmektedir. Bir mürşidin irşadı ve gözetiminde, o En Güzel İsimler’den bazıları belli bir sayıya göre söylenmektedir. Sayı mevzuunda Kitap ve Sünnet’te kat’î bir şey yoktur. Fakat selef-i salihînden bazıları, o mübarek isimleri ebced hesabındaki karşılıklarına göre çekmişlerdir. Meselâ, Allah lafz-ı celâlinin ebced karşılığı 66’dır. Zikir sırasında bu lafz-ı celâl’i bazıları 66 kez, bazıları da 66’nın katları adedince tekrar etmişlerdir. Bununla beraber, Esmâ-i İlâhî’den hangisinin sizin üzerinizde galip ve hakim olduğunu biliyorsanız, o isme devam etmenizi tavsiye etmişlerdir. Meselâ “Latîf” ismine mazhar olabilirsiniz. O zaman her namazdan sonra onu 129 defa söylersiniz; çünkü bizim bildiğimiz iki ebced hesabından birine göre Latîf ismi 129’a denk düşmektedir.
Zikir adına bazıları “Lâ mevcûde illallah” bazıları “Lâ meşhûde illallah” ya da “Lâ ilâhe illallah” ve bazıları da “lâ”dan sonra bütün esmâ-i ilâhiyeyi birden mülâhaza ederek “illallah” demişler ve böyle küllî bir şuur ve küllî bir mülâhaza ile “kelime-i tevhîd”e devam etmişlerdir. Tekyelerde zikir dendiğinde çoğunlukla “Lâ ilâhe illallâh” çekme anlaşılmıştır. Bu zikir “O’ndan başka Ma’budu bi’l-Hak, Maksûdu bi’l-istihkak yok, sadece O var.” manasını ifade etmesi açısından kamil bir zikirdir. Hemen hemen bütün değişik tasavvuf yolları veya tarikat versiyonları “Lâ ilahe illallah”ta birleşir, onu çeker, sonra da “Muhammedu’r-Rasulullah”la zikri bağlarlar.
Aslında zikir daha şümullü düşünülmelidir; yani anma, unutan bir insanın hatırlaması olarak değil de hatırlamanın sürekli olması, her fırsatta O’nu bir kere daha yâdetme ve bunun insan tabiatının bir yanı haline gelmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu zaviyeden namaz, oruç, zekat, hac ve tefekkür de bir zikirdir.
Meselâ, namaz, zatında potansiyel olarak hatırlatıcı bir güce sahiptir. Kur’an-ı Kerim, “ve ekımi’s-salâte lizikrî – Beni hatırlamak için namaz kıl” (Taha, 20/14) ayetiyle bu hakikati nazara verir. “Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. İşte bu, (Allah’ı) ananlar için bir hatırlatmadır.” (Hûd, 11/114) ayeti de bu hususu ifade eder. Bu ayetten anlaşılan şey, kılınan her namazın, yekün bir hasenât teşkil etmesi ve bu hasenâtın seyyiâtı silip süpürüp götürmesidir. Ayrıca, ayet-i kerîmenin sonunda, “Zâlike zikrâ li’z-zâkirîn – İşte bu, Allah’ı ananlar için bir hatırlatmadır.” denilerek, namazın hatırlatıcı gücü bir kere daha nazarlara verilmektedir.
İşte zikri, Esmâu’l-Hüsnâ’dan bazı isimleri çokça tekrarlama, O’nu anma; hatırlamayı namaz, oruç gibi ibadetlerimizle sürekli hale getirme ve bu yâdetmeyi tefekkürle iyice derinleştirerek bütün benliğimize mâl etme çerçevesinde anlamak lazımdır.
Zikirde zirve nokta başta “Latîfe-i Rabbâniye” olmak üzere vicdanın bütün rükünleriyle Allah’ı yâdetmek, yâni varlık kitabında sürekli parlayıp duran ve her an bize ayrı ayrı şeyler fısıldayan ilâhî isim ve sıfatları düşünmek; enfüsî ve âfâkî yollarla varlığı ve varlığın perde arkası sırlarını araştırmak; her zaman bir nabız gibi atan varlığın O’na şahitlik edişine dair mülâhazalarla oturup-kalkmak şeklindeki kalbî zikirdir.
Zikrullahın muayyen bir vakti yoktur. Zikretme, zamanın her diliminde serbest dolaşıma sahiptir ve herhangi bir hâl ile de mukayyet değildir. “Onlar Allah’ı ayakta, oturarak, hatta yan gelip yatarken de anarlar” (Âl-i İmrân, 3/191) fehvâsınca ne zaman, ne de hâl itibârıyla zikrullah’a tahdid konmamıştır.
Ayrıca, Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de “Yâ eyyuhe’llezîne âmenü’z-kürullâhe zikran kesîrâ ve sebbihûhu bükraten ve asîlâ – Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, sık sık anın. O’nu sabah akşam takdis ve tenzih edin.” (Ahzâb, 33/41-42) buyurmaktadır. Bu, bize gösterilen bir hedef, yakalamamız gereken bir ufuktur. Cenâb-ı Hakk’ı bize bahşettiği nimetler ölçüsünde anmaya çalışmamız gerekir. Ne var ki, hiç bir zaman Rezzâk-ı Kerîm’in nimetlerine gereğince karşılık veremeyiz.. veremeyiz zira, her gün binlerce defa O’nu ansak, nimetlerine şükretsek de bu Cenab-ı Allah’ın üzerimizdeki nimetlerine karşı çok az bir şükür sayılır. Çünkü “Ve in teuddû ni’metallahi lâ tuhsûhâ – Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız” (İbrahîm, 14/34) fehvasınca O’nun sayılamayacak kadar çok nimeti vardır üzerimizde..
Kaynak: Gurbet Ufukları